1. YAZARLAR

  2. Hakkı Yücel

  3. “Fikirsiz Dünya & Dünyasız Fikir”
Hakkı Yücel

Hakkı Yücel

yeniduzen.com'a özel

“Fikirsiz Dünya & Dünyasız Fikir”

A+A-

İdeoloji olarak Solun diğer modern ideolojilerden çok daha fazla düşünce/fikir yüküne sahip olduğu rahatlıkla söylenebilir. Burada, yerleşik olan karşısında radikal değişimleri öngörmesi, bu bağlamda yeni bir düzen, toplum ve de insan inşa etme iddiası taşıması, bu iddiaların gerçeğe dönüştürülebilmesi bakımından yeni bir bilgi(lenme)yi gereksineceğinden, kavramsal/kuramsal bir arka planının oluş(turul)ması da bir zorunluluk halini almaktadır. Nitekim Sol adına bugünlere değin oluş(turul)an yoğun müktesebat ve el an bu birikime dâhil olan/olmaya devam edegelen (eleştirel) katkılar, bunun açık kanıtlarıdır.

Daha somutlaştırmak adına ismini koyacak olursak Marksizm, ‘ekonomi-tarih-felsefe’ temelli çözümlemeleri ve yorumlarıyla bu yoğun kapsamın büyük başlığıdır ve 19.yüzyıl ortalarından bugüne, eleştirel değerlendirmelere ve katkılara da tabi tutularak kuşkusuz, hem entelektüel düzlemde (anlama/anlamlandırma/yorumlama) hem de siyasal düzlemde (değiştirme/dönüştürme) bir referans kaynağı olagelmiştir. Altını çizmek gerekir, bu yoğun külliyatın kuramsal olmak yanında bir eylem kılavuzu olması, Sol adına belirleyici bir karakteristiktir. “Kuram-praksis” (teori-pratik) birlikteliği olarak özetlenen ve de dünyaya, olay ve olgulara (gerçekliğe) yönelik bakışta bu düzlemde işlevsellik arz eden bu karakteristik, Solun tarihsel serüveni boyunca kendi içindeki dinamik tartışmaların -ciddi hesaplaşmalar ve ayrışmalarla seyreden, kimileyin maliyeti çok ağır tartışmaların- nedenini ortaya koymak kadar (öyle ya, bir yerde fikir/düşüncenin varlığı kaçınılmaz olarak o yerde farklı bakışların ve buradan kaynaklanacak olan tartışmaların yaşanması demektir); dünya ölçeğinde yeni bir yapı olarak giderek genişleyen ‘sosyalist sistem’ biçiminde somut karşılık bulması,“(sol) fikrin dünyasallaşması”nı (dünyada varlık kazanmasını) ifade ediyor olmak bakımından da ayrıca önem kazanmaktadır. Buradan bakınca, özellikle 19.yüzyılın ikinci yarısı ve 20.yüzyılın tamamında, toplumsal/siyasal yaşamın fikirsel/düşünsel ölçekte bir ağırlığı olduğunu -ideolojilerin kendi içlerine kapanmaları ve mutlaklık iddiaları taşımaları arttıkça bu yoğunluk sekteye uğrayacak olsa da- söylemek mümkündür.

20.yüzyıl sonu itibarıyla sosyalist sistem yıkılıp da Sol tarih sahnesinden çekilirken, deyim yerindeyse fikir/düşünceyi de büyük oranda beraberinde götürmüştür. İddia şudur: İdeolojilerin ve tarihin sonuna gelinmiştir, şimdiden sonra baki kalan, mümkün ve geçerli tek sistem olarak (neo)liberalizmdir. Ne yapılacaksa, bu sistem içinde ve onun sunduğu imkânlar oranında yapılacaktır. Bu bağlamda fikre/düşünceye de pek gerek yoktur. Hem zaten çok geçmeyecek ‘hakikat’, ‘hakikat arayışı’, gereksiz ve itibarsız kılınarak, gerçekliğin sorgulanması adeta boş çaba olarak kabul edilecek, insanlık tarihinde yalanın gerçeği ikame edeceği, ‘hakikat-sonrası” (post-truth) döneme girilecektir.  İlginçtir, Fransız Marksist filozof Alain Badiou bu yeni dönemin hâkim ideolojisini ve onun buyruğunu özetlemek adına o çok çarpıcı “Fikirsiz Yaşa” ifadesini kullanırken; yine Sloven Marksist Zizek dönemin karakteristiğini ortaya koymak bakımından ‘gerçeklik’le olan sorunsuz/sıradan ilişkinin ne’liğini tarif edebilmek adına “kafeinsiz gerçeklik” tanımlamasını dile getirecektir. (Bu konuda ilginç çözümlemeler ve yorumlamalar için dikkate değer bir kaynak: “İsyan, Devrim, Eleştiri - Bülent Diken. Metis Yayınları)

Yaşamın (dünyanın) ‘fikirsiz’; gerçekliğin kılçıklarından ve sorunlarından arındırılarak ‘kafeinsiz’ kılındığı bu yeni dönemin, beklenildiği gibi insanlığın ‘son’ ve ‘huzurlu’ durağı olmak bir yana, dünya ölçeğinde daha çok sorun üreten, daha adaletsiz, alttakiler kategorisini, yukarı katmanlara doğru yayılıp genişleterek niceliksel olarak daha da artırmak suretiyle ezen (prekarya), çatışmalarla beslenen ve de ekolojik felaketi kaçınılmaz kılacak biçimde seyreden bir mahiyet arz etmesi, buradan çıkmak ve esenliğe ulaşabilmek anlamında yeni arayışları da zorunlu kılmıştır.  Bu noktada Solun da yeniden gündeme gelmesi işte bu yüzdendir. Ancak şu da var ki, mevcut ‘fiili’ ve içkin ‘potansiyel’ gücünün olması, ona bu yolda etkin aktör olarak öne çıkma şansı veriyorsa da, bu şansın onu yerleşik sistemin -üstelik dünün son kertede başarısız olmuş mağlubu olarak- alternatifi kılacak biçimde tecelli etmesinin göz ardı edilmeyecek koşulları olacağı/olması gerekeceği de aşikârdır. Buradan bakınca Solun, geçmiş deneyimleri de gözeterek yeni başlangıçlar yapması/yapabilmesi kaçınılmaz gibi görünmektedir. İyi de nasıl?

Bu noktada bir ‘bilgi teorisi’ne sahip Solun, yeni koşullarda, sil baştan olmasa da, kendini yenileyecek/revize edecek bir ‘bilgi teorisi’ (yeni kuram) inşa etmesi zorunlu gibi görünmektedir. Şundan ki böylesi bir gelişme Sola, tarihsel süreklilik içinde eskiyen, anakronik mahiyet kazanan unsurlarının giderilmesini sağlayabileceği gibi, şimdiye etkin güç olarak müdahil olabilmek bakımından yeni ufuklar açacak ‘fikri/düşünsel’ dönüşümler yaşamasını ve de ideolojik kurgusunu bu fikri/düşünsel yoğunlukla esneterek (içe kapanmayı değil dışa açılmayı gözeten)  yeni imkânları kullanma/yeni açılımlar/yeni pratikler sergilemesine yönelik doğurgan bir zemin de teşkil edecektir. Bu şekilde bugünün “fikirsiz yaşa” buyruğu geçersiz kılınırken, fikre/düşünceye yeniden geri dönülmüş olunacak, haliyle gerçeklikle kurulacak ilişkiler de çok boyutlu bir mahiyet kazanacaktır. Fikrin/düşüncenin genişliği, gerçekliğin çok boyutluluğunun gözetilmesi, aynı zamanda öznelliğin kabulü (yani siyah-beyaz kolaycılığının ve kabalığının reddi) de demek olacağından, farklılıkların -üstelik o farklılıkları koruyarak ve hatta illa ki uzlaşmak zorunda kalmadan koruyarak- bir arada yaşayabilmelerine, ortak davranabilmelerine, ortak akıl sergilemelerine ve de ortak doğrular üretebilmelerine de zemin hazırlayacaktır. Bütün bunlar ise son kertede hayatın her alanında, kamusal alanda çoklu ilişkilerin, bir aradalıkların gerçekleşmesini mümkün kılabilecek, siyaseten çeşitli alternatifler oluşturulabilmesine/üretilebilmesine de ciddi katkılar sağlayacaktır. Ancak bu şekilde, 20.yüzyıl sonu itibarıyla sosyalist sistemin yıkılmasıyla nesnesini yitiren Sol, aynı yüksek değerleriyle (en başta eşitlik, adalet, özgürlük ve vb.) ama aynı biçimde değil, yeniden, bugünün koşulları ve talepleriyle örtüşecek değişim/dönüşümleri gerçekleştirmek suretiyle özgün nesnesini inşa edebilecektir. Böyle olabileceği içindir ki şimdilerde evrensel ölçekte Sol tam da bu sınavı vermekte, bir yanda dünyasını yitiren (reel sosyalist sistem) fikirsel/düşünsel (ve de ideolojik) müktesebat olarak nesnesini yeniden üretmek -yeniden ‘dünyalı fikre’ dönüşmek- bakımından kendini revize etme/yenileme çabaları sürdürülürken, diğer yanda farklı ülkelerde kendi öznellikleri içinde politik mücadele biçimleri sergileme -ve kazanımlar elde etme- yönünde adımlar atılmaktadır. (Ör. Şili’de yakın geçmişte Sol, ortak bir zeminde ve hedefte buluşma, ortak akıl/doğru inşa ve sergileme becerisi göstererek iktidar olmayı başarırken; Fransa Solu ise -bir zamanların Batı Avrupa’daki ihtişamlı Solu-, Başkanlık seçimlerine çok az bir zaman kala, an itibarıyla bölük pörçük halini korumakta ısrar ederek, neredeyse baraj altında kalma tehlikesi ile yüz yüze bulunmaktadır.)

Yarın ülkemizde seçim var. Sır değil, siyasete pek ilgi ve dahası güven olmadığı hanidir konuşuluyor, yazılıyor. Hâlâ atlatılamayan pandemi koşullarının bunda etkisi olsa da, oldukça sakin geçen bir propaganda dönemi yaşanmış olması da bu ilgisizliğin/güvensizliğin açık göstergesi. Belki tek heyecan verici unsur, özellikle sol/muhalif kesimlerin ‘seçime katılım/boykot’ ikilemi üzerinden sürdürdükleri tartışmalar ve de karşılıklı suçlamalar. Burada öncelikle, tek başlarına her iki yaklaşımın da politik tavır oldukları kabul edilmelidir. Ancak öyle olsa da, kanımca asıl mesele ortak bir zeminde buluşulamaması, ortak tavrın/ortak aklın/ortak doğrunun inşa edilip geçerli kılınamaması ve de bir güç zafiyetinin daha baştan öne çıkması olsa gerektir. Yaygara beyhudedir, bu konuda kimse pirüpak değildir. Kaldı ki, ister seçime katılımı önerenler, isterse boykot çağrısı yapanlar, arzu ettikleri sonuçları elde etseler de bir mucize yaşanmayacağı çok açıktır.

Aslolan şudur: Bu küçük ve sorunlu ülkede, barış, huzur, demokrasi, özgürlük, bir arada haysiyetli yaşamı gerçekleştirmek adına gidilecek daha çok yol vardır ve bu yolda heba edilmemesi gereken, illa ki özdeşleşerek değil farklılıklar koruyarak da, özellikle kritik dönemeçlerde, ortak akıl/tavır/doğrunun inşa edilme çabası ve bunun geçerli kılınmasıdır. Eğer Sol, fikir/düşünce/ideoloji ve siyaset olarak var ve seçenek olacaksa herhalde buradan olacaktır. Aksi takdirde ona ihtiyaç da yoktur, talep de olmayacaktır.   

Bu yazı toplam 1280 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar