1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. “Esaretin Bedeli”: Umuda Dair Bir Direniş
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

“Esaretin Bedeli”: Umuda Dair Bir Direniş

A+A-

İnsan, dış dünya ile bağları kesildiği ve tutsaklaştığı zaman ruhen bir karanlık çukura düşebilir.
Yine de umut kolay kolay terk etmez insanı…
Bilgelikle, sabırla, zekâyla, cesaretle ve inançla, en ağır koşullara bile direnebilir.

Eğer pisliğe bulaşmadan var olabiliyorsa…
Eğer hiçliğe boyun eğmeden ayakta kalabiliyorsa…
Eğer kendini biliyorsa...

O zaman insan haysiyetinin ve özgürlüğünün, fiziksel tutsaklıktan çok daha yüce olduğunu hatırlıyoruz yeniden.

***

Kıbrıs Tiyatro Festivali, Ankara Devlet Tiyatroları’nın harika bir gösterisiyle başladı: Esaretin Bedeli

“Esaretin Bedeli” Stephen King imzalı çok bildik bir senaryo olsa dahi yine hayranlıkla izledik, yine yüreğiniz kabararak… Sahneye ancak bu kadar iyi yansıtılabilirdi… 

Yalnızca bir hapishane öyküsü değil oyun; insan ruhunun direncine, bilgelikle örülmüş bir umuda, dostluğa, ihanete ve özgürlük arayışına dair etkileyici bir anlatı.

Mahpusluk duygusu, yaşadığımız coğrafya ve gerçeklikte bize hiç de yabancı değil.
“Korku sizi tutsak eder, umut ise özgür bırakır” sözünü en iyi bilenlerdeniz…

***

2 saat 40 dakikalık ve 2 perdeli bu oyuna doğrusu biraz çekinerek gitmiştim. Hiç hissetmedim zamanı, oyunun temposu hiç düşmedi… Harika bir dekor vardı; adeta gerçek bir hapishane içineydi oyuncular… İki katlı hücreler, demir parmaklılar, tecrit odası, yemekhane, kütüphane, bir sahneye sığdırıldı tümü… Işık, renk, ses, müzik en duygusal ya da en gerilimli anlarda oyunu bütünledi. Işık, renk, ses ve müzik tasarımı; duygunun en yoğun, gerilimin en yüksek anlarında oyuna soluk aldırdı.

Tam bir kolektif üretim, müthiş bir kurgu… Sahne çok kalabalıktı ama kaos yoktu… Kalabalık oyuncu kadrosu, oyunun kolektif ruhunu yansıtıyordu. Her biri, kendi küçük hikâyesiyle büyük bir bütünün taşıyıcısıydı. Andy, Brooks ve Red karakterleri bir başkaydı elbette…

Yönetmen Barış Erdenk çok başarılı bir iş ortaya koymuş. Mehmet Demiralp, Ulaş Ersoy ve özellikle Edip Tümerkan, alkışı fazlasıyla hak etti.

***
Oyundan ayrılırken şunu düşündüm...
Ada yarısına kapatıldık adeta...
Dünyayla kopartıldı bağlarımız birer birer...

Ya yeniden inşa edeceğiz geleceği, umutla...
Ya da yokluğu kabulleneceğiz, pislikle...

“Tüm dünya vazgeç dediğinde, umut fısıldar: Bir kez daha dene.”

esaretin-bedeli-1.jpg


Bu dava niçin?

bu-davalar-nicin.jpg

"Söz konusu yazıyla şöhreti zarar gördü" ne demek?

Bir gazetecinin amacı, siyasetçinin şöhretini korumak değildir.

Toplumun yararını gözetmektir gazetecinin görevi…

Duruşma vardı dün ve Ersin Tatar'ın avukatının bu yöndeki iddiası aklıma takıldı.

Tüm derdimiz Tatar'ın şöhreti mi?

Toplum yalnızlaşıyorsa, yabancılaşıyorsa, kimliğini ve kişiliğini yitiriyorsa, itibar kaydediyorsa bunu görmezden mi gelelim?

Eleştirinin içeriğine bakınız siz...

Haklı mı değil mi?
Bir hakikati mi haykırıyor yoksa yalan mı içeriyor?

Doğruysa...
Haklıysa...
Gerçekse...
Samimiyse…
Sahiciyse…

Siyasetçinin "şöhreti" de zarar görecek elbette...
Bu da kamu denetiminin doğal bir sonucudur.
O nedenle zaten toplum adına denetleyici bir güçtür basın…

Bunlar "artistik" görevler değil sonuçta...

Bir halkın temsiliyetini, geleceğini, haysiyetini üstleniyorsanız, özenli olacaksınız...

İyi yapacaksınız işinizi...

Siyasetiniz tutarlı olacak, sözünüz gerçek...
Ya başarı hikayesi yazacak, gururlanacaksınız ya da eleştiriye açık olacaksınız; düşmanlık değil, denetim göreceksiniz bunu…

Bir de şuna takıldım, fazlasıyla…
“Dava açtıktan sonra Ersin beyi eleştirmeye devam ettiniz” mealinde bir cümle kurdu avukatı…
O ne demek?
Bu davalar, gazetecileri “susturmak” yoksa “sindirmek” için mi?

Bu yazı toplam 2035 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar