“Erime noktası” ve “kayıplar”… (2)
Dohni’den alınarak “kayıp” edilen dedesi Aydın Ahmet ve büyük amcası Bekir Ahmet’in öykülerinden hareketle, babası Ahmet Kayıplar’ın yaşadıklarını damıtıp olağanüstü bir sergiye dönüştürdü genç sanatçı Hasan Kayıplar… Enstalasyonlar, video art, dijital kolajlarla “kayıplar”ın geride bıraktığı sevgili nenesi Aliye Hanım, iki yaşında öksüz kalan babası Ahmet Kayıplar ve babası “kayıp” edildiğinde henüz iki aylık olan Ramadan Kayıplar’ın üzerinde çok düşünülmüş acı öyküsü bu… Hasan Kayıplar’la röportajımızın ikinci bölümü şöyle:
SORU: Çok anlamlı bir sergi bu…
HASAN KAYIPLAR: Sergiye gelen insanlar, “Tüylerimiz diken diken oldu” derlerdi bana sergi boyunca… Ve ben bile konuşurken şu an tüylerim diken diken olur…
SORU: Bu sergiyi bir mezuniyet projesi olarak hazırladın… Kimler sana destek oldu? Kimler yardımcı oldu sana?
HASAN KAYIPLAR: Okulda danışman hocam olarak Profesör Dr. Turan Aksoy… Kendisi Türkiyelidir ama bütün sergi boyunca çalışmalarımda, işlerimi üretmemde, teorik açıdan da, felsefik açıdan da sürekli bana yardımlarda bulundu… Bunun dışında dediğim gibi serginin ana karakteri babam ve en başından en sonuna kadar kurulumda yanımda bulundu… Bunun dışında farklı farklı hocalarım var yardım eden bana teorik açıdan, bakış açısı açısından… Ve tabii ailem çok fazla destek oldu…
“RAMADAN AMCAMIN BABASIYLA HİÇ FOTOĞRAFI YOK…”
SORU: Amcan Ramadan geldi mi?
HASAN KAYIPLAR: Evet geldi, sergi açılışına o da geldi… O tabii biraz daha nötürdü deyim size çünkü hiç hatırlamaz… Üç aylıktı… O da tabii her insan gibi duygusallaştı… Çünkü yani düşünün hiç tanımazsınız babanızı… En azından bir oğlunun fotoğrafı vardır, bilir, en azından görsel olarak hafızasında vardır. Ama düşünün ki diğer oğlunun hiçbir hatırası yok. Aslında bir nevi da o yüzden görenler belki “İki oğlu var ama tek oğlu üstünden fokuslandı” diyebilir…
SORU: Elindeki malzeme buydu çünkü…
HASAN KAYIPLAR: Aynen… Aynen öyle… Amcamın da olsaydı, amcamı da illa ki vurgulardım bu sergide çünkü onun ailesinden yola çıktık…
“DAHA ÖNCE HİÇ DUYMADIĞIM ŞEYLER DUYDUM…”
SORU: Senin için nasıl bir iç yolculuk oldu bu deneyim? Bunu hazırlaman, sunman, aldığın tepkiler…
HASAN KAYIPLAR: Bu proje ilk başta kendimi sorgulattırdı – acaba yapabilecek miyim, ağır bir konudur… Hatta projeye ilk başladığım zamanlarda ses kayıtları aldım iki nenemden da çünkü küçüklüğümde bana anlatırlardı sürekli ama çocuk olduğum için böyle yüzeysel anlatırlardı. Ne zaman ki Aliye neneme söyledim ki böyle bir projem var, çok heyecanlandı… Hatta sürekli arardı beni, “Geliyormun? Geldimin?” diye… “Ne saat gelecen? Bunu unutmayım, anlatayım” diye…
Verirkenden telefonu eline, aldı böyle, kucağına koydu – hatta fotoğrafım da var böyle – başladı anlatsın… Ve daha önce hiç duymadığım şeyler da duydum…
SORU: Aslında espri neydi bilirmin? Hiçbir zaman kayıp yakınlarına kendilerini ifade edecek alan yaratılmadı… O alan açıldığı anda konuşurlar ve daha önce kimseye hiç anlatmadıkları şeyleri anlatırlar… Onun için o alan açıldığında, okyanus gibi akar gider sözcükler hemen böyle… Kıbrıslırum kayıp yakınları da, Kıbrıslıtürk kayıp yakınları da öyle… Çünkü hiç o alan verilmedi kendilerine…
HASAN KAYIPLAR: Doğru…
“HAYATIMDA DUYMADIĞIM TECAVÜZ OLAYLARINI DUYDUM…”
SORU: Buna tek istisna, efendiler kullanmak istersaydı konuyu kendi istedikleri şekilde, bir kişiyi çıkarıp tek taraflı anlattırırlardı… Onun üstünden politika yapmaya çalışırlardı…
HASAN KAYIPLAR: Babam bana sürekli söyler. Ben kendim da o çıkarımı yaptım… Herşey bir ayna gibidir… Belki aynanın bir tarafı daha tozludur, bir tarafı daha temizdir ama karşımda ne görürsam odur herşey… Sürekli babam söyler, “İstediğini yap” der bana, “Ocu ol, bucu ol… Yeter ki geçmişte yaşanan şeyleri da unutmadan ilerle ve bir bakış açısına sahip ol…”
Hiçbir zaman babam beni kısıtlamadı yani “Ocu olma, bucu olma” diye.
Tepkilere geri dönersak, bayağı ağır bir projeydi. Nenelerimnan yaptığım röportajlarda o kadar bilmediğim şeyler duydum ki üç dört gün istedim kendimi toparlayım… Yani hayatımda duymadığım tecavüz olayları… Bir akrabamızın nişanlısının gözünün önünde alnından vurulması… Yıllardır dinlerdim ben bu hikayeleri ama bu kadar detaylısını o zaman öğrendim ve bayağı bir etkilendiydim. Dediğim gibi üç-dört gün istedim toparlayım…
Hazırlık süreci boyunca herkesin kafasında bir soru işareti vardı, işte nasıl bir proje olacak falan diye. Ama sergiyi açtıktan sonra ve gördüler, herkesin tepkileri bir nevi aynıydı – kimileri duygusallaştı, kimileri ağladı… Mesela iki gün önce ilkokulda bir resim öğretmenim vardı, Canan Özoğul… Ve beni bu mesleğe iten ilk insandır kendisi… Yani “Kim ne dersa desin, korkma” diyen ilk insandır… İşte bilirsiniz, sanatsal mesleklerde, “Aç kalacan” falan derler… Oydu beni ilk bu mesleğe iten ve sergimi ziyarete geldi. Ve sergiyi dolaşırken tüyleri diken diken oldu… Gözyaşları döktü… Başka bir arkadaşım geldi, bu fotoğrafları görürken ağladı, her ne kadar bir bağı olmasa da… Yani çok duygusal bir sergidir bu diyebilirim.
Genel olarak bütün kullandığım malzemeler, ailemden… Babamın, amcamın beşiği, yatacığı…
“MAVİ RENKLİ BİR YORGAN…”
SORU: Yuvacığı vermek istemezdi Aliye nenen, sonra duyunca sergiyi verdi dediydin bana az önce sergiyi gezerken…
HASAN KAYIPLAR: Evet! Düşünün babam da, ben da antika meraklısıyık, benim fotoğraf kolleksiyonum var, babamın eski paraları var… Eski malzemeler, koltuklar, çok fazla şey var ve ben yıllardır nenemden bu beşiği isterdim bana versin diye – yalvardım, “Koruyaycam” dedim… Asla vermezdi… “Ancak ölürsam alabilin” derdi!
Ve açıklayınca kendine, “Böyle böyle bir projem var, beşiği verebilirmin?” diye hiç tereddüt etmeden verdi bana direk! Biraz tuhafıma gitti çünkü “Vermem! Ben ölürsam alabilin ancak” derdi daha önce…
SORU: Sergideki diğer yatacık neredeydi?
HASAN KAYIPLAR: Bu yatak afedersiniz saksılığa döndüydü… Bahçedeydi… Babamın çocukluk yatağı… Üstünde bir sürü çiçekler, kaktüsler falan vardı… Paslandıydı, çürüdüydü artık. Babam deyinca bana “Bu yatak benimdir, zamanında ben kullanırdım”, dedim neden değerlendirmeyim, restore etmeyim kendini… Yorganı da bir arkadaşımın annesi verdi bana, sağolsun… Hatta jüri değerlendirmesinde, “En vurgulayıcı olan şey, bu yorganın mavi renkte olmasıdır” dediler… Sergiyle bir bütünlük sağladı renkler.
SORU: Umuttur genelde mavi renk…
HASAN KAYIPLAR: Evet…
SORU: Çünkü serginin geneli hep siyah-beyazdır ve sibya var…
HASAN KAYIPLAR: En çok da beşiğin altındaki yerde duran yapma bebeklerin renkli olmasını eleştirdiler. Çünkü dediğiniz gibi siyah-beyaz ilerler, tek bir tonda ilerler sergi ve burada bir renk oluşumu var…
SORU: Ama o hayatı temsil eder belki… Hayatın neşesidir o belki…
HASAN KAYIPLAR: Onu eleştirdiler. Bir tezatlık oluşturur aslında…
SORU: Eğer o bebekleri renksiz yapmış olsaydın, o zaman o da “ölüm” olacaktı…
HASAN KAYIPLAR: Evet…
“GELECEĞE BİR BAKIŞ, BİR UMUT…”
SORU: Yani onlar ve bu yorganın turkuvaz rengi bence ruhunu birazcık yukarı kaldırır ki boğulmayasın…
HASAN KAYIPLAR: Benim tek amacım oydu aslında, insanların biraz duygusallaşmalarını isterim, duygulanmalarını isterim ama aynı zamanda da geleceğe bir bakış, umut olması gerekir… Bence her iki taraf da, her ne kadar siyasetçiler çok umursamasa da, derslerini çıkardıklarını düşünürüm…
SORU: Kıbrıslırum arkadaşların da var…
HASAN KAYIPLAR: Var… O tarafta çalıştım, müzede da çalıştım, restoranda da çalıştım… Birçok küratör, birçok sanatçıyla tanıştım. Samimileştim…
“POLİTİKADIR BİZİ AYIRAN TEK ŞEY…”
SORU: Genç bir sanatçı olarak genelde Kıbrıs’ta ortamı nasıl bulun? Her iki tarafı düşündüğünde, bir bütün olarak…
HASAN KAYIPLAR: Ben hiçbir zaman yani çoğu insanda bir ağız alışkanlığıdır, “Türk tarafı, Rum tarafı” diye… “O taraf, bu taraf”… Genelde ben alışkanlık etmeye çalışırım, Kıbrıs’ın kuzeyi, Kıbrıs’ın güneyi… Daha önce da Avrupa Birliği projesi yürüttüm… Orada zaten bayağı katı kurallıdırlar bu konuda, işte “Kuzey Kıbrıs” diyemen, “Kıbrıs’ın kuzeyi” diyebilin… Bir bütündür baktığımızda, bizi tek ayıran şey bu lanet sınırlardır. Yani politikadır bizi ayıran tek şey ama yani şarkılarımız aynı, danslarımız aynı, müziklerimiz aynı… Yemeklerimiz aynı! Bizi tek ayıran şey dildir sadece… Ama dil da öğrenilen birşeydir… Ben bir bütün olarak kabul ederim Kıbrıs’ı. Ayrı olarak değil… “Kıbrıslıtürk Hasan sergi açtı” ya da “Kıbrıslırum Yorgo sergi açtı” değil. Bir Kıbrıslı olarak sergi açtım.
SORU: Çok tebrikler sana bu sergin için… Benim sormadığım, eklemek istediğin bir şey var mı?
HASAN KAYIPLAR: Çok teşekkür ederim geldiğiniz için… Zaten bilirim yaptığınız çalışmaları kayıplar üstünden… Sizi özellikle çok istediydim davet edeyim. Çünkü yaptığınız çalışmaları da bilirim. Özellikle sizi çağırmak istedim bu sergiye, açıklamak için kendimi, bir nevi anlatabilmek için… Çok teşekkür ederim geldiğiniz için…

Kayıp aile bireyleriyle kolajlar...
ArtDog İstanbul: “Anıların erime noktası ve göç…”
ArtDog İstanbul, “Anıların erime noktası ve göç” başlıklı 2 Ağustos 2025 tarihli yazısında bu anlamlı sergiyle ilgili olarak şöyle yazıyor:
“Hasan Kayıplar, bu projede, “göçün hem bireysel hem de kolektif hafıza üzerindeki etkilerini” sorguluyor.
Kayıplar şöyle anlatıyor yola çıkış noktasını: “Nasıl ki maddeler belirli bir sıcaklıkta eriyip formlarını değiştiriyorsa, göç de geçmişe dair anılarımızı zamanla eritiyor, silikleştiriyor ve dönüştürüyor. Bu fikirden yola çıkarak, kendi göç deneyimlerimi merkeze alan auto-etnografik bir yaklaşım benimsedim. Kendi hikâyemi bir araç olarak kullanarak daha büyük bir toplumsal ve politik hafıza alanını anlamaya çalıştım.”
Yerleştirme, video art, dijital kolajlar ve ailesine ait fotoğraflar ve objeler gibi farklı malzeme ve yöntemler kullandığı sergi alanının girişinde yer alan karanlık odada, üst üste dizilmiş televizyonlardan sadece ortadaki bir video gösteriyor; diğerleri ise sadece parazit yayıyor. Bu kurgu, hatırladığımız anıların ne kadar parçalı ve kesintili olabildiğini yansıtıyor. Ardından gelen hafıza koridorunda, aile üyelerine ait şeffaf fotoğraflar yer alıyor. Bu fotoğrafların geçirgenliği, anıların zamanla ne kadar silikleştiğini sembolize ediyor.
Babasının çocukluğundan kalma bir beşik ve yatakla oluşturduğu iki yerleştirme ise hem kişisel hafızayı hem de göçün kuşaktan kuşağa aktarılan etkilerini görünür kılıyor. Özellikle yatağın üzerine yerleştirdiği cam plakalar üzerindeki figürlerin yüzlerini elleriyle kapatması, babamın göç sırasında yaşadığı korkunun bir ifadesi. Tül üzerine mürekkeple çizdiği figürler oldukça silik. Tülün kendisi gibi, göç sırasında yaşanan duyguların da kırılgan ve hızla kaybolan bir yapıya sahip olduğunu vurguluyor.
Son bölümde ise, 1963-1974 yılları arasında Kıbrıs’ta yayımlanmış gazete kupürlerini sergileniyor. Sayfaların ortasında sürekli tekrarlanan bir baba-çocuk figürü var. Bu bölümde politik bir mesaj vermekten ziyade, bu tarihsel olayların ailesi üzerindeki duygusal etkilerine dikkat çekmek istemiş genç sanatçı. Kayıplar: “Projemde Maurice Halbwachs’ın kolektif hafıza kuramından, Deleuze ve Guattari’nin deterritorializasyon (yurtsuzlaşma) kavramından ve Christian Boltanski ile Joseph Beuys gibi sanatçıların hafıza ve travma temalı işlerinden ilham aldım. Sonuç olarak bu proje, sadece benim kişisel hafızamı değil, aynı zamanda göçle şekillenmiş kolektif bir hafıza alanını da görünür kılmayı amaçlıyor. İzleyiciyi, hatırladıklarımız kadar unuttuklarımız ve susturduklarımız üzerine de düşünmeye davet ediyorum” diyor.”







