Bugün 14 Eylül
Bugün benim doğum günüm.
Takvim yaprakları bir kez daha 14 Eylül’ü gösteriyor.
Bir doğum günü…
Bir yaşamın iz düşümü…
Ve yılların birikimiyle yoğrulmuş bir kalbin iç sesleri.
***
Kâğıt üzerinde bir yaş daha alıyoruz aslında, yıllar bir yaşı daha bırakıyor geride.
Nedense hüzün basar beni her doğum günümde. Kederlenirim, içlenirim, özlemlerle dolarım. Çünkü hayat dediğimiz şey, biriktirdiklerimizden çok, yitirdiklerimizin ağırlığını yüklüyor omuzlarımıza.
Sanırım kamburlaşıyorum, yükümden.
***
Kayıplar vardır, en derinimize kazınır.
Gözlerimiz onları arar durur, yokturlar. Ancak kalbimizin duvarlarında asılıdırlar hep. Bazen bir an’da belirirler, bazen bir şarkının sesinde, bazen de okuduğumuz bir kitabının satırları arasından çıkıverirler.
Dost sohbetlerinde de bizimledirler.
***
En acısı da hayattayken kaybettiklerimizdir…
Yitip giden sevdalar vardır, içimizde ince bir sızı gibi kalır, her hatırladığımızda “keşke”lerle sarılırız onlara.
Bir de gülüşler… Hayatın en kırılgan, en masum anıları…
Kaybolduğunu sandığımız anda bir şiirde, bir fotoğrafta, bir bakışta yeniden filizlenir.
Sezen’den bir şarkının sözleri dökülür dudaklarımdan:
“Pardon bakar mısınız, tanışmış mıydık?
Sevmiş miydim ben sizi hiç, sevişmiş miydik?
Pardon daha önce konuşmuş muyduk?
Yürüyüp çıkmazlarda yorulmuş muyduk?
Yüzünüz ne kadar da aşina
Avcumun içine alıp öpmüş olabilirim
Gözünüz öyle uzak bakmasa
Sizi tanıdığıma yemin ederim

Peki, bu şarkıyı hatırlar mısınız?”
***
İşte bu duygular içinde geliyor bana doğum günüm: hatırlatıyor ki yaş almak, sadece ileriye bakmak değil; geriye dönüp gülüşleri, sevdaları, kayıpları da kucaklamaktır.
***
Hayat bazen acımasızdır.
Kimi yanımızda tutamaz, kimi elimizden kayıp gider. Ama yine de doğum günleri, bize kalanların, yanımızda yürüyenlerin kıymetini hatırlatır.
Çünkü var olanlar, varlıklarıyla hayatı onarmayı bilenlerdir…
Yitip gidenleri satırların arasından yeniden çağıranlardır…
Gülüşleri unutturmayanlardır…
Çünkü insanı insan yapan tam da bunlardır.
***
Gülüşler geliyor aklıma.
O unutamadığım anlar…
Bir dostun içten kahkahası, bir çocuğun saf neşesi, içimdeki karanlığı aydınlatan o kısa ama güçlü ışıklar.
***
Kayıplar…
Bana en çok öğreten, beni en çok yoran, ama aynı zamanda beni en çok büyüten kelime bu.
Kimini toprağa bıraktım, kimini bir bakışın sessizliğinde, kimini bomboş bir evde, kimini bir parfüm kokusunda. Ama hiçbirini yolda bırakmadım.
Her kayıp, kalbime işlenmiş bir çizik gibi duruyor hâlâ.
***
Yitip giden sevdalar…
Kimi bir şiir gibi yarım kaldı, kimi bir şarkının nakaratında asılı kaldı.
Elimi uzatsam dokunacakmışım gibi hissettiğim ama bir türlü ulaşamadığım hayaller, yüzler, gözler, gülüşler…
***
Hazar’dan esen ve yüzüme, kalbime çarpan deli deli yeller… Aklımda bol ışıklı Bakü geceleri… Bol sevda, bol özlem, bol hayat…
Nâzım fısıldıyor kulağıma;
“Ufuklardan ufuklara
ordu ordu köpüklü mor dalgalar koşuyordu;
Hazer rüzgârların dilini konuşıyor balam,
konuşup coşuyordu!
Kim demiş 'çört vazmi! '
Hazer ölü bir göle benzer!
Uçsuz bucaksız başı boş tuzlu bir sudur Hazer!”
***
Bugün 14 Eylül.
Takvimde sadece bir yaprak değil; benim hikâyemin dönüm noktası, kendi sesimle ve kalbimle yüzleştiğim bir gün.
Bir yaş daha büyüdüm diyor takvim yaprakları… Oysa çok iyi biliyorum ki: aslında bir yaş daha eksildim. Çünkü hayat, biraz da geride bıraktıklarımızın, elimizden kayıp gidenlerin toplamıdır.
***
Ve şiir…
Çok sevdiğim Hocam Feriha Altıok’un kaleminden…
“Eylüller Habersiz Gelip Geçecekler”…
“az önce senden gelen
bu eylül
gelip bastı bağrıma
dokunacak ille dokunacak
saçlarıma...
kim kazar bu kuyuyu
her gece
her gece yastığımın altına
çaresiz kalkar uçurum sürerim
yaralarıma...
yorgun bir yılkıya döndümse
çoktan saldım içimdeki
çılgın tayı dağlara.
bilirim nasılsa yolun
son urubu
oturup ufka baktığım
günün gurubu...
ah eylül kaç çığlık kopar
dolu dolu gözlerinden
ak bir yağmur
ak bir yağmur ol
ak ılık ılık hüznün üstünden.
ağarır belki birkaç kelime
kayıp zamandan
ve başlar sonsuz bir nekahet
sonsuz bir nekahet
o eski hastalıktan.
ah eylül yanıma alsam
toprak yer
sende kaldı mı saklayacak bir yer
ah eylül rüzgârına savur hatıraları.
bir yumar bin sonbahar döker
ömrüm savrulup gidecek
yaprak yaprak o yasak kitap
yanıta korkulu ürkek bir soru kalacak.
bir yumar bin sonbahar döker
gözlerim savrulup gidecekler
bu son yazbozumudur artık
eylüller habersiz gelip geçecekler
eylüller habersiz gelip geçecekler.”








