1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. Bizi kendi halimize bırakmazlar ki!
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

Bizi kendi halimize bırakmazlar ki!

A+A-

“Türkiye’den daha sıcak ve daha sahi kaldınız; Anadolu insanının temiz duruşu sizde baki” diyor Selda Bağcan…

Yılların isyanını sesinde taşıyan, bir türküyle hem yarayı gösteren hem de direnci büyüten kadın…

“Gerek demokrasi kültürü olsun, gerek özgürlüklere bakış açısı, hatta kadın erkek ilişkileri olsun, sosyal hayatınızda bizden ileridesiniz. Aslında ilişki sıklığından dolayı Türkiye’nin birçok kötü huyunu kapmış olmakla birlikte yine de sizin daha sağlıklı bir toplum düzeniniz olduğuna inanıyorum.” diyor Can Dündar.

Epeyce hasret kaldığım yağmur sesi eşliğinde, minderime uzanmış, röportajlarını okuyorum Simge’nin…

Kıbrıs’a dair güzellemeleri var pek çok sanatçının, düşünürün, edebiyatçının…

Halbuki giderek kayboluyor o herkesin gıpta ettiği demokratik kültür, özgürlük ortamı, masumiyet…

Şimdi biz de çok kirliyiz, çok çirkin, çok sevimsiz” diyorum içimden…

O kötü huyları birilerinden mi kaptık yoksa savaşın ardından yaşanan zehirlenme mi bu hallere getirdi bizleri, kararsızım.

Her ikisi de muhtemelen…

Çünkü emek vermeden, alın teri dökmeden, hayalini bile kurmadan yeni bir dünyanın sahibi olursanız, giderek bir alışkanlığa dönüşür bu…

Mağduriyet gösterisi bir huy olur…
Sömürü bir kültür…
Tapınma, yaranma, biat bir alışkanlık...
Bir özellik olur kurnazlık, fırsatçılık, menfaatçilik...

***
Yürekte Kalanlar” ismiyle bir kitapta toplamış kimi sanat röportajlarını Simge Çerkezoğlu… Işık Kitabevi’nin bastığı eser tam bir seçki… Pek çok özel ismin kişisel tanıklıkları ve anlatıları - tümünün de yolu Kıbrıs’tan geçince -  çok daha fazla düşündürdü beni…

Röportaj o nedenle edebiyatın ve gazeteciliğin en özel alanlarından biri… Simge de hiç acımamış emeğine, yollara düşmüş, inat etmiş, zorlamış, iyi isimlerle buluşmuş, konuşmuş, sorgulamış.

Hemen hepsi “kurulu düzene” başkaldırmış isimler, Genco Erkal gibi, Can Dündar gibi, Niyazi Kızılyürek gibi, Zülfü Livaneli gibi…

***
Hani dedim ya, okudukça düşündürüyor beni kişisel tanıklıklar…

Yeniden Meclis’e girmektense, cezaevine girmeyi tercih ederim” diyor misal Zülfü Livaneli…

Oysa…
Meclis’e sığınıyor kimileri yurdumda…
Cezaevi’nden kurtulmak için…

Müdahale olduğu zaman işler çığırından çıkar” diyor yine usta sanatçı…
Kendimizden biliyoruz, her alanda...

Demokrasiye…
Doğaya…
İradeye…
İnsan haklarına…
Bir toplumun değerlerine müdahale…

Tümünü gördük, yaşadık…
Kimi dışarıdan geldi, kimi içeriden…

İşler çığırından çıktı sonunda...

***
Sanat röportajlarının çoğunun içeriği politik… Elbette edebiyat da var, müzik de, şiir de…
Aşk da var…

İki farklı yaklaşımın altını çizdim aşka dair…

Küçük İskender, “aşk insanoğlunun en büyük hastalıklarından biri. Aşk sevginin kendini kaybetmiş hali ve bu doğada olan bir şey değil” demiş örneğin…

Mario Levi daha başka yaklaşmış aşka…
Yazmak yetenek mi emin değilim ama âşık olmak yetenektir. Benim için aşk çok gerçek, sahici bir duygu. Bana göre aşk en anlamlı, en güzel sarhoşluk hali…”

Siz hangisine katılırsınız?
Hastalık mı, sarhoşluk mu yoksa?
Kendini kaybetmek mi yoksa sahicilik mi?

Bence insanın yaşadığını hissetmek hali…

***
İyi geliyor okumak, hele yağmur sesinde, her daim… İnsan tazeleniyor, kabuğunu kırıyor, yeniden filizleniyor.

Yeni sorular canlanıyor aklında…

Hrant Dink’in avukatı, yazar Fethiye Çetin’in şu sözleri gibi: Bizi kendi halimize bıraksalar, sınırlar olmasa, çok iyi yaşarız.

Hep düşündüm bunu, kendimi bildim bileli…
Çok daha iyi yaşar mıyız diye…

Ama biliyorum...
Bizi kendi halimize bırakmazlar ki!

img-5321.png

Bu yazı toplam 394 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar