18 Ocak İnterneti Karartma Eyleminin Düşündürdükleri
Mertkan HAMİT: Bu yazıda mülkiyet ve güç arasındaki ilişkilere eleştirel bir açıdan yaklaşılırken, 18 Ocak tarihinde gerçekleştirilen “interneti karartma eylemi” ve buradaki mülkiyet ilişkisini bir sorunsal hâline getirerek tartışmak amaçlanm
Mertkan HAMİT
[email protected]
Giriş
Mülkiyet konusu ile ilgili meseleler, özellikle Kıbrıs'ta yaşayan çoğu insan için, akla konut konusundaki hukuksal sorunları getirmektedir. Oysa ki mülk edinmek, yani bir malın tamamı ile sahibi olmak, onu kullanabilmek, onun üzerinde hak ya da iktidar oluşturabilmek konut ile ilgili meselelerin yanında çok daha karmaşık ilişkileri de temsil etmektedir.
Fitzpatrick, mülkiyet ilişkilerinin aslında kişilerin kimlikleriyle de birebir ilişkili olduğunu öne sürmektedir. Nitekim Kıbrıs'ta mülksüzleştirmenin ulusal kimliğe olan yansımaları iki toplumda da görülmektedir.
Bunun yanında, mülk edinme bir tahakküm alanını da temsil eder. Marx, mülkiyeti, kapitalizmin en önemli araçlarından biri olarak görmüştür. Bu noktadan hareketle, özellikle Soğuk Savaş döneminde çeşitli mülkiyet algılarını pratik olarak da deneyimlemek mümkünken, bugün mülkiyet ilişkileri tektipleşmiş, kapitalizmin bizlere sunduğu özel mülkiyet rejimi ile sınırlanmıştır. Bu yazıda mülkiyet ve güç arasındaki ilişkilere eleştirel bir açıdan yaklaşılırken, 18 Ocak tarihinde gerçekleştirilen “interneti karartma eylemi” ve buradaki mülkiyet ilişkisini bir sorunsal hâline getirerek tartışmak amaçlanmaktadır.
Mülkiyet İlişkilerinin Tektipleşmesi
Bugün mülk dediğimizde yalnızca özel mülkiyet aklımıza geliyor olsa da, aslında mülkiyetin farklı biçimleri vardır. Özel mülkiyet dışındaki mülkiyet biçimlerini Marx “ortak mülkiyet” başlığı altında ele alırken, eski sosyalist rejimler, mülkiyet biçimleri açısından, çeşitli güç dengelerinden dolayı, farklı deneyimler yaşadılar. Sovyetler Birliği, devletleştirmenin ardından yeniden dağıtımı öngörürken, Yugoslavya’da anarko-sendikalizmin ve revizyonizmin etkileri belirleyici oldu. Yugoslav modelinde, mülkiyetin sınırları çizilirken, üretim araçlarının mülkiyetinin o araçları kullanan işçilere ait olması gerektiği de vurgulandı.
Mülk edinme hakkının “kutsal” sayıldığı günümüzde, mülkiyetin kutsallığının doğru ve tek gerçek olduğu noktası kimi zaman bir uydurmaca olarak, kimi zaman da dinsel boyutlarda karşımıza çıkmaktadır. Buna ek olarak, mülk edinme hakkı, insan haklarıyla ilgili uluslararası belgelerde temel bir insan hakkı olarak belirlenmiştir.
27 Aralık 2011 tarihli Anadolu Ajansı haberine göre, tarihin en eski satış senedi Mardin’de bulunmuştur. Milattan önce 7-8. yüzyıllara ait bir tabletin üzerindeki anlaşmaya bakılırsa, yaklaşık üç bin yıl önce, şahitlerin varlığı da ortaya konularak yapılan meyve bahçesi değişimi aslında tarihteki ilk satış sözleşmesi olarak kabul edilebilir. Burada önemli olan nokta, sadece böyle bir tabletin bulunması değildir. Bunun ötesinde haberin veriliş biçimi üzerinde de biraz kafa yormak son derece gereklidir. Haber, mülkiyet kavramını tarihselliğinden arındırarak, tarih dışı ve evrensel bir kavram hâline getirmektedir. Başka bir şekilde ifade edecek olursam, bu haber aslında özel mülkiyetin üç bin yıldır süregelen bir ilişki olduğu algısı ile hazırlanmıştır. Dahası, bu anlatıya göre, özel mülkiyet o zamandan bugüne insanların “doğal” tercihidir. Özel mülkiyet dışındaki mülk edinme biçimleri ise yok sayılmıştır. Ayrıca mülkiyetin doğrudan veya dolaylı olarak düzenlenmesine yönelik herhangi bir bilgiye de yer verilmemiştir. Bu bakış, aslında, Soğuk Savaş sonrası oluşturulan ve “tarihin sonu” tezi ile meşrulaştırılmaya çalışılan koşulların bir sonucudur.
Bugün Laissez Faire kapitalizminin en acımasız olduğu günleri yaşıyoruz. Önce serbest piyasanın mezalimine alternatif yaratmayı amaçlayan çoğulcu mülkiyet modellerine doğrudan saldırıldı. Ardından da alternatif modellerin bu tahakküme direnemeyip birer birer yıkılmasından kaynaklanan fırsat ile, reel sosyalizm deneyimini yaşayan ülkelerdeki kurumların/malların teker teker özel mülkiyete geçmesi sağlandı. Son aşama ise, bu piyasa disiplinine uymayanları, “doğru” ve “akılcı” hareket etmemekle suçlayarak çeşitli yaptırımlara tabi tutmaktı. Bu yaptırımlar kimi zaman kredi derecelendirme kuruluşlarının not kırması, kimi zaman ise spekülatif saldırı şeklinde gerçekleşti. Tüm bu baskılar mülkiyetin tek biçiminin özel mülkiyet olarak algılanmasına sebep oldu. Bir taraftan özel mülkiyet sadece gücü temsil ederken, diğer taraftan özel mülkiyetin kutsallığı aslında kârın sınırsızlığı ile eş anlamlı hâle geldi.
Mülkiyetin tektipleştirilmesi aslında piyasa ekonomisinin otoriter yüzüdür. Mülkiyet ile sadece özel mülkiyetin anlaşılır olması, geleneksel meta anlamında somut bir adaletsizlik yaratırken, günümüzde “internet” somut adaletsizliğe karşı öngörülemeyen bir özgürlük ortamı oluşturdu. Bu özgürlük ortamı geleneksel mülkiyet ilişkilerinden daha karmaşık ve alternatif bir düzenin de habercisi oldu.
Fikri mülkiyet hakları, internet ve adalet
Günlük hayatımızda oldukça önemli bir yeri olan internet, bugün kime ait olduğunu belirleyemeyeceğimiz, kimsenin tam olarak denetimini sağlayamayacağı bir alan olarak ortaya çıkıyor. Bu alan son yıllarda küresel kapitalizmin finansal entegrasyonunu kolaylaştırırken, diğer taraftan sıradan insanların da birbiri ile iletişimini kolaylaştıran bir araç olarak kullanılıyor. Özellikle son bir yıl içinde yaşanan Kuzey Afrika’daki ayaklanmalardan, Londra’daki isyana kadar bir çok olayda internetin aktif rolü azımsanmamalıdır. Çoğuna göre paralel bir dünyada paralel hayatlar ve var olandan çok daha büyük özgürlükler sunan bu yapı, Amerika Birleşik Devletleri’nin gündemindeki interneti sınırlandırmaya yönelik tasarı ile yeni bir tartışma başlattı.
Bu yazı yazıldıktan sonra, 24 Ocak tarihinde görüşülecek olan bu düzenleme, Wikipedia’nın İngilizce bölümlerinde ve binlerce başka web sitesinde 18 Ocak tarihinde 24 saatlik ekran karartma eylemi yapılmasıyla gündem hâline geldi. Dünyanın en büyük bedava ansiklopedisi olan wikipedia.com’un önemle vurgulamak istediği nokta ise tartışılan SOPA (Stop Online Piracy Act) ve PIPA (Protect Intellectual Property Act) yasalarının ABD’de internet üzerinde -belki de insanların boş zaman aktiviteleri üzerinde- belli grupların tam bir tahakküm oluşturabileceklerinin altını çizmekti. Başka bir deyişle, yapılan eylemlerle, ABD’de devletin belirleyeceği sözde şüpheli olan sayfaların erişiminin engellenebileceği ve çeşitli müzik ve video gibi eğlence araçlarına erişen bir çok kişinin telif hakları ile ilgili problemlerle karşılaşarak yasal işleme tabi tutulabileceği anlatılmaya çalışılıyordu. Üstelik Youtube, Facebook, Twitter gibi dünyanın çeşitli yerlerinden insanların ortak olarak kullandığı sayfalarda yapılan paylaşımlardan dolayı da hükümetin “sinik” algılayışı nedeniyle cezai işlemler yapmak mümkün olabilecektir. Yapılan yorumların veya bir sayfanın ABD’ye göre “şüpheli” olması durumunda, bu harekette bulunanlar yargılanacaklardır.
Bir başka deyişle, mülkiyetin sınırları internet üzerinden flulaştırılırken, fikri mülkiyet hakları kapsamında artık bu sınırlar farklı bir biçimde yeniden yaratılmaktadır. Oluşturulacak olan yeni mülkiyet anlayışı, bir taraftan ücretsiz erişilen birçok internet sayfasının yayın hayatına devam edebilmesi için ücret talep etmesine sebep olurken, diğer taraftan sınıfsal olarak altta olanı bilgiye erişmekten görece mahrum bırakacaktır. Erişime konulan yasağın çeşitli şekillerde kırılabilecek olması, bu insanların bilgiye erişebilmek için suça yönelmelerine sebep olacaktır. Başka bir şekilde söyleyecek olursak, internetin kontrolünün, dolaylı biçimde de olsa devletin elinde bulunması, bilgiye erişim özgürlüğünü kısıtlarken, diğer bir taraftan patent yasaları, patent sahiplerinin toplumun genelinden daha güçlü bir noktaya gelmelerine sebep olacaktır.
Patent konusu ile ilgili olarak hâlihazırda Dünya Ticaret Örgütü’nün gerçek yüzü ortadadır. Fikri mülkiyet hakları konusundaki kararların (TRIMS & TRIPS) yüksek teknoloji ürünlerinde, genetiği ile oynanmış tarımsal ürünlerde, ilaç ve sağlıkla ilgili olan ürünlerde ciddi problemler yaşayan Afrika halkları veya ezilen sınıflar yerine, dudak uçuklatan bütçelere sahip devasa anonim şirketler lehine olması adaletsizliğin daniskasıdır. Bunların yanında internet üzerinden yapılan paylaşım ve yayıncılıkta da artık kurumsal şirketlerin baronlarının menfaatlerinin ön plana alınması, bizi, postmodern dünyada yeniden köleleşmeye sürüklemektedir. Bu noktadan baktığımızda, sıradan insanlara karşı yapılan düzenlemelerin küresel adaletin sınırlarını yeniden çizdiği ortadadır.
Sonuç
Konu ile ilgili tüm detaylara değinilmemiş olsa da, bu yazıda, mülkiyet ilişkilerinin ve mülkiyet tanımının küresel anlamda adalet açısından ne derece önemli olduğu ortaya konmaya çalışılmıştır. Dişlerini her gün biraz daha fazla gösteren bir canavara benzetebileceğimiz neo-liberalizmin “dışsallıkları” artık sadece özelleştirilen iş yerinde, işsizlerin vakit öldürdüğü kahvehanelerde değil, önümüzde, arkamızda, sağımızda, solumuzda, her yanımızdadır. 24 Ocak’ta ABD Senatosu, insanların dinlenme ve bilgilenme hakkını piyasada satmak için bir adım atıyor. Fikri mülkiyet hakları kapsamında bugün ortaya çıkan bu hareket, kimi zaman emeğe duyulan saygının bir tezahürü gibi algılanıyor olsa da, günün sonunda bilgi üzerinden güç ve ekonomik refahı kazanan, bilgiyi oluşturan emekçiler değil, tam tersine bir bilim adamını işçi gibi laboratuvarda, bilgisayar önünde veya kütüphanede çalıştıran, ekonomik olarak “üst tabaka”ya mensup insanlardır. Fikri mülkiyet hakları bugün kapitalizmin dayatmalarından dolayı özel mülkiyet hakkından öteye geçememektedir. Buna rağmen sol, hâlâ kendine özgü duruşlar geliştirebilecek alana sahiptir. Çoğulcu mülkiyet anlayışını sadece taşınmaz ve taşınır mülkiyet alanında değil, fikri mülkiyet açısından da uygulamak mümkündür. Bu noktadan hareketle, bana göre, fikri mülkiyetin özel mülkiyet olarak görülmesine karşı oluşturulan açık kaynak kodlu bilimsel çalışmalar daha adaletli bir biçimde çoğulcu fikri mülkiyetin temelini oluşturabilme potansiyeline sahiptir.