1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Yunanistan’dan gelen iki öğretmen...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Yunanistan’dan gelen iki öğretmen...”

A+A-

ULUS IRKAD

Kıbrıstürkü’nün son on yılında Kutlu Adalı’nın katledilmesiyle yeniden başlayıp üstten ve derinden kurulan, kendini ulusalcı sayan ve de büyük bir olasılıkla Türkiye’deki Ergenekonla bağlantılı  bir örgüt tarafından sanatçı ve aydınların tehdit edilmeye başlanmaları aynı dönemlere rastlamaktadır. Bendeniz, Gazi ilkokulunda 2000 yılında o zamanki müdüre hanımın emekliye ayrılmasıyla vekaletname almadan sorumluluk gereği kıdemli öğretmen olduğum için müdürlüğe başlamıştım. Müdürlük de ne müdürlüktü hani… Yerime başka öğretmen gelmediği gibi ben de okulda İngilizce derslerini vermeye devam ediyordum. Hem müdürlüğü hem de öğretmenliği ifa etmeye çalışıyordum ama her şey ayaklarıma dolanıyordu ve o dönemlerde başlayacak baskı ve tehditler de cabasıydı işin… Tabii tehditlerin başlaması hem benim iki toplumlu barış aktivitelerim, hem de o dönemlerde sendikaya Yunanistan’dan gelen bir davet üzerine, 26’ya yakın çocuğun katılacağı bir Çocuk Olimpiyadına katılma kararı almamdan da kaynaklanmaktaydı. Bu Olimpiyad için hazırlıklara başlar başlamaz hem benim, hem bu işle uğraşan arkadaşların, hem de sendikanın aldığı tehditler artmaya başlamıştı. Adamlar sanki de KKTC’nin tapusu ellerinde ve insanlarının düşünce ve  dolaşım hakkı tekellerindeymiş gibi hareket etmeye başlamışlar, radyolardan ve televizyonlardan sanki de bu davetle ar, namus ve de gururları lekelenmiş gibi hareket etmeye, bildiriler çıkarmaya ve de ağızlarına ne gelirse söylemeye başlamışlardı.  Pek tabii ki Büyük Toplum liderinin (!) onlara desteği ve goflamaları da başka bir tehdit unsuru oluşturmaktaydı.

Bu arada hem üstten, hem Saray denilen yerden, hem de anavatanları dedikleri Türkiye’nin militer çevrelerinden destek alan bu güç, herkese saldırı diye kullandıkları gazetelerinden her gün aleyhimde saldırılar yapıyor ve bu saldırılar adeta bir kampanyayı andırıyordu. Vekaletini aldıramadığım müdürlüğüm sırasında sendikaya bir davetiye gelmiş ve okulumu Yunanistan’daki bir uluslararası olimpiyat yarışmasına davet etmişlerdi. Okuldan 26 aile çocuklarına bu olimpiyatlara gitmeleri için izin vermiş, bu arada Kıbrıs’ın Güney’inden ise sadece 4 aile Kıbrıslırum (O günkü durum itibariyle) çocuklarına bu olimpiyatlara Kıbrıslıtürklerle beraber katılmaları için izin vermişti. Bu olimpiyatlara katılmak için Kıbrıslırum tarafında da büyük bir isteksizlik olduğu ve katılmak istenmediği açıktı. Bakın, dört Kıbrıslırum ailesine karşılık 26 Kıbrıslıtürk aile ve 26 çocuk… Dünyaya böyle bir uluslararası yarışmada verilecek mesaj ve imaj ne olacaktı biliyor musunuz? Kıbrıslıtürklerin adada çoğunluk oldukları ve daha da fazla açık fikirli ve çok kültürlü oluşları… Kıbrıslırum ailelerin çoğunluğu Kıbrıslıtürk çocuklarıyla çocuklarının böyle bir yarışmaya katılmalarına izin vermiyorlardı. Yalnız ben burada ırkçılık ve de milliyetçilik yapmıyorum, ama kabul etmek gerekiyor ki Güney’deki yapının da bizim Kuzey’deki bu faşist ve şövenistlerden bir farkı yoktu. Ha bir farkı vardı, neydi biliyor musunuz? O da Güney’den böyle bir curcuna yükselmemişti. Ha, Kıbrıslırum toplumunda da belki kendi resmi pozisyonlarına karşı böyle kitlesel bir mukavemet olsa, aynen Kıbrıslıtürk tarafı gibi bir reaksiyon yükselir miydi? Bunun için bir şey söyleyemem. Ama bu kadar da rezilcesine olacak mıydı, yaparlar mıydı? Vallahi şövenist ve faşistlerin ne zaman, hangi yerde ve nasıl hareket edeceklerini veya nasıl yönlendirileceklerini bilemezsiniz. Bunun yanında saldırılar devam ederken kendi kendime de sormaz değildim: Yahu, barışı vurgulayan bu çocuk olimpiyadının ilke olarak 23 Nisan Çocuk Bayramı ilkelerinden ne farkı var? Yani bu adamlar eğer dedikleri gibiyseler kendilerinin her yıl dünyanın dört bir yanından çocuklar getirtip bu çocuk bayramını Türk çocuklarıyla kutlamaları gibi bir olaya niye çifte standart koyup karşı çıkmaktaydılar? Amaç bağcıyı dövmek olunca elbette karşı çıkacaklardı çünkü bu adamlar esasında o saygı gösterdikleri ilkelere de pek saygı duymuyorlardı. Her şey gösterişten başka bir şey değildi.

Her neyse, bu curcuna içerisinde çocukları, Olimpiyatlara yetiştirmek için Ercan Havaalanı’na bir otobüsle götürdüğümüz gün, Ercan’daki sivil ve güvenlik güçlerinin nasıl teyakkuz durumuna geçirildiğini, hem çocukların hem de öğretmenlerin nasıl önce Türkiye’ye sonra da Yunanistan’a gidişlerinin engellendiğini, bir bana, bir de oradakilere bir sorun. O gün değil bizim çocuklar, yaşları bizimkiler gibi küçük ve başka yerlere gidecek çocukların da sırf çocuk oldukları için uçuşları yasaklandı. Yani o gün Ercan Havaalanı’na bir tankların ve zırhlıların getirilmediği kaldı ki bu olay da Kuzey Kıbrıs tarihine utanç verici olay olarak geçecektir. Her neyse, bazı aileler bu olayı protesto etmek için o gün Lefkoşa’ya KTÖS (Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası) lokaline giderler, geriye kalanlar ise geriye döner ama bana ve barışçılara karşı düzenlenen saldırılar o günden sonra da daha fazla artar ve sürer. Örgüt ve hempaları benim öğretmenlikten atılmamı da ister. Olaydan birkaç gün veya birkaç hafta sonra olacak, Örgütün bölge Mağusa lideri bizim okulun Okul Aile Birliği’nde görevlidir. Tam bu sırada Avustralya’dan bir bayan bir de bey öğretmen okulu görmek ve ziyarette bulunmak için okula gelirler. Hafta sonu olduğu için İstiklal Marşı okunacak ve o gün okul hafta sonu tatiline girecektir. Ulusalcı lider, oğlunu okuldan almak için o gün okula gelmiş ve İstiklal Marşının bitmesini beklemektedir. Bu arada arkadaşlardan biri de yanında bulunmaktadır.Ulusalcı Bey’in gözü bu iki Avustralyalı öğretmene ilişir. O arkadaşa sorar:

-Kim bunlar dostum?

Arkadaş alem yapmak ve de söyleyeceklerinin ciddiye alınıp büyük bir olaya sebep olacağı bilinci içinde ona şunları söyler:

-        Sorma. Bu gördüklerin, geçen aylarda o Ulus Öğretmenin başına iş açan Yunanistan aleminin bir devamıdır. Bu gördüklerin de Yunanistan’dan gelen ve o işi soruşturan öğretmenlerdir.

-        Yani, şu Ulus Öğretmen hala daha o işle mi uğraşmaktadır? Bitmedi, itmedi mi o mesele?

-        Vallahi bitmedi itmedi be gardaş. Bu adam daha başına bela aramakta…

-        Anladım be ama Yunanistanlılar sarışın mı? Bu bay ve bayan sarışın da… İngilize benzerler….

-        Eee, sen Türk olarak niye sarışınsın be gardaş ? (Adam sarışın ve mavi gözlüydü).

-        Vallahi doğru söylen…

Hafta sonudur ve bu ulusalcı büyük liderin hafta sonu da durmayarak belli istihbarat merkezlerini arayıp bu olayı bildireceği ve de Pazartesi günü başka bir papara kopacağı da bellidir. Nitekim Pazartesi günü okulun telefonları susmaz. İstihbarattan ararlar. O iki Yunanistanlı öğretmenin niye okula geldiği sorulur müdüre (Bu arada ben öğretmenliğe geri döndüğümden ötürü müdürlüğe başka bir arkadaş atanmıştır). Müdür durumu anlatana kadar askerden de, polis sivil istihbarattan da okul aranır. Hatta bir aralık sivil polisler okula da gelirler. Ortalık allak bullak olmuştur. Bu arada olayı tertipleyen arkadaş kahkaha atarak şunları da söyler:

-        Yahu bu adamlar ne kadar akılsız. Yunanistanlı öğretmenlerin Kuzey Kıbrıs’a geleceklerse ülkenin resmi barikatlarıyla, Ercan Havaalanını kullanacaklarını bilmiyorlar mı? Ve de ellerinde ister istemez bu insanların kimliklerini öğrenecekleri oldukça çok olanak vardır. Bir sorsalar, Yunanistanlı olup olmadıkları hakkında bilgiye de sahip olabilirler!

Dikkatinizi çekeyim, o sıralar daha Kıbrıslırumlarla ilintili olan barikatlar açılmamıştır ve yıllardan da 2002’dir. Bu arada elde ettiğimiz bilgilere göre de ev telefonları maalesef devamlı dinlenmektedir. Halk, bu örgüt ve de rejim tarafından o kadar terörize edilmiştir ki örneğin bir milli tören sırasında o töreni izlemeyip, parkta olacaklardan habersiz oturan vatandaşlardan biri sırf İstiklal Marşını duymadığı ve o sırada konuştu diye mahkemeye verilmiştir.

İnşallah böyle kafalar bizi tekrar yönetmez diyecektim ama yapılan hataların Kuzey Kıbrıs’ta bu durumları tekrar yaratabileceği olasılığı da oldukça yüksektir.

(Not: Bu öyküyü 2002 yılında olaydan bir gün sonra kaleme almıştım...)

sayfa-13-cocuk-olimpiyatlarina-katilmasi-engellenen-kibrisliturk-cocuklarin-bir-bolumu-foto-sevgul-uludag.jpg
 Çocuk olimpiyatlarına katılması engellenen Kıbrıslıtürk çocukların bir bölümü
FOTO: SEVGÜL ULUDAĞ


Selanikli Pfizer CEO'su Bourla, ailesinin Holokost'tan nasıl kıl payı kurtulduğunu anlattı

Koronavirüs aşısı yarışındaki atılımlarıyla son dönemde sık sık gündeme gelen ilaç şirketi Pfizer’ın CEO’su Albert Bourla, ailesinin Holokost’tan nasıl kurtulduğunu anlattı.

Selanikli Bourla’nın ailesi, neredeyse tüm Selanikli Yahudiler gibi, İspanya’da Kral II. Ferdinand ve Kraliçe I. Isabel’in 1492’de çıkardığı, İspanyol Yahudilerinin ya Katolik olmasını ya da sınır dışı edilmesini şart koşan Elhamra Kararnamesi nedeniyle İspanya’dan ayrılıp Selanik’e yerleşti.

Dönemin Osmanlı İmparatorluğu tarafından kendilerine oturma izni verilen Bourla’nın akrabaları on yıllar boyunca Selanik’te yaşadı.

Ancak Nazilerin 1941’de Yunanistan’ı işgal edip ele geçirmesi Bourla ailesi için ciddi bir tehdit yarattı.

 

50 bin Yahudiden 2 bini hayatta kaldı

Nazi işgali sırasında Selanik’te yaklaşık 50 bin Yahudi yaşıyordu. İkinci Dünya Savaşı sona erdiğindeyse şehirde yalnızca 2 bin civarı Yahudi kalmıştı. Bunlar ya saklanarak ya da kaçarak kendilerini bekleyen Holokost felaketinden kurtulmayı başarmıştı.

27 Ocak’ta Sefarad Yahudileri Uluslararası Mirası’nın düzenlediği Uluslararası Holokost Anma Günü’nde konuşan Pfizer CEO’su ailesinin Nazi işgali sırasında neler yaşadığını anlattı.

Pfizer CEO’su babası Mois Bourla’nın ailesi de diğer Yahudiler gibi kendi evlerinden çıkarılarak gettolarda yaşamaya zorlandı.

 

Sahte kimlikle Atina’da yaşadı

Fakat getto Nazi askerleri tarafından 1943’te giriş ve çıkışa kapatıldığında, babası ve kardeşi şans eseri o sırada getto dışında olduğundan yakalanmadı.

Mois ve kardeşi Into Atina’ya kaçıp adlarını Hıristiyan Manolis ve Vasilis olarak değiştirip sahte kimlik edinerek savaşın sonuna kadar orada yaşadı.

Savaş bittiğinde Selanik’e geri dönen baba ve kardeş, evlerinin yağmalandığını ve tüm eşyalarının çalınıp satıldığını gördü. Sıfırdan başlamak zorunda kalan kardeşler, başarılı bir likör işine girerek emekliye ayrıldı.

Bourla, annesi Sara Bourla’nın hikayesini de paylaştı.

 

İşgalci Nazi komutanına rüşvet

Sara’nın ailesi de Mois’inki gibi gettoda yaşamaya zorlanmıştı. Nazi askerleri tarafından yakalanıp hapse atılan Sara’nın yardımına Bourla’nın Hıristiyan amcası Kostas Dimadis yetişti.

Dimadis, Nazi işgal güçlerinin başındaki Max Merten’e Bourla’nın infaz edilmemesi ya da esir kampına gönderilmemesi için rüşvet verdi. Fakat bir gün Bourla’nın halası, Sara’nın infaz edilmek üzere kamyona bindirildiğini görünce Dimadis’e haber verdi. Dimadis de Merten’i arayarak anlaşmalarını hatırlattı ve Sara’ya zarar gelmemesi gerektiğini hatırlattı.

 

İnfazdan son anda kaçtı

Sara ertesi gün Naziler tarafından infaz edilmek üzere birçok Yahudiyle birlikte bir alana toplandı. Fakat tam o sırada gelen motosikletli bir asker, infaz timinin başındaki komutana bir evrak uzattı ve Sara komutanın emriyle alandan çıkarıldı. Diğer kişilerse o kadar şanslı değildi; hepsi kurşuna dizilerek öldürüldü.

Bundan iki ila üç yıl sonra hapishaneden çıkarılan Sara, birkaç hafta sonra Nazilerin Yunanistan’dan çekilmesiyle özgürlüğüne kavuştu.

Yaşanan korkunç olaylardan 8 yıl sonraysa Sara ve Mois aileleri aracılığıyla tanıştı ve evlendi.

“Bu hikayenin hayatım üzerinde büyük etkisi oldu” diyen Bourla “Yaşananları ilk defa kamuoyuyla paylaşıyorum” ifadelerini kullandı.

(INDEPENDENT TÜRKÇE’den aktaran AVLAREMOZ – 6.2.2021)

sayfa-12-icin-resim-bourla-ailesi.jpg
Bourla ailesi...

 

DEVAM EDECEK

Bu yazı toplam 1394 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar