1. YAZARLAR

  2. Aysu Basri Akter

  3. Yarından Daha İyi Olmak Zorunda Değiliz!
Aysu Basri Akter

Aysu Basri Akter

Yarından Daha İyi Olmak Zorunda Değiliz!

A+A-

Kısa süre sonra, 2030 yılına kadar görev yapacak olan Cumhurbaşkanı için seçim yapılacak, ülkede.

Ekim ayında sandıklar yeni Cumhurbaşkanı’nı belirlemek için kurulacak.

Yani yaklaşık 4 ay sonra…

Bu süre içinde önce Kıbrıs Cumhuriyeti ikinci kez AB Dönem Başkanlığı’nı devralacak, uluslararası güç odakları politikalarını şekillendirecek, Kıbrıs Schengen bölgesi olacak, mülkiyet sorunu muhtemelen devam edecek…

Ancak ne var ki, toplum içinde büyük bir dönüşüm arzusu olmasına rağmen, sokakta bir değiştirme coşkusu yok.

Siyasi partiler rutin seçim gündemlerine odaklı çalışmaya devam ediyor ancak sokağı coşturacak bir enstrümana sahip görünmüyorlar.

Şüphesiz bunun en önemli sebeplerinden biri, artık kurulacak olan sandıklar üzerinde söz söyleme yetisini kaybetmiş bir ruh haline bürünmemiz.

Sandıkla, seçimle demokrasinin gelmeyeceği, değişen demografik yapı ve giderek edilginleşen siyaset karşısında bir soğuma hali var hepimizde…

Temelin değişmeyeceğini, Türkiye’de Erdoğan yönetiminin dediğinin aksine bir sonucun çıkmayacağını, demokrasinin, hak, hukuk ve adaletin yerini bulmayacağını düşünüyoruz.

Son derece tehlikeli bir ruh hali…

Haksız ya da temelsiz olduğunu iddia edemem.

Sandığın ya da tek başına seçimin, demokrasi getirdiğini hiç söyleyemem ancak bugün Kıbrıs Türk toplumu hala aydınıyla, tartışma ve kalkışma kültürüyle canlı, kanlı, yaşamaya devam ediyor.

Dünden daha kötü olabilir ancak yarından daha iyi olmak zorunda değil!

Birkaç hafta önce de yazmıştım;

Bazı tartışmaları yapmak için oldukça geç kaldık ve bu tartışmaların çerçevesi anlamını hızla yitiriyor. Buna dair en önemli örnek ise külliye projesi. Tamamlanmış, hizmete açılmış bir yapının şekilsel sorunları üzerinden siyaset oluşturmaya çalışmak gündemi kaçırmak anlamına geliyor.

Tabii ki bu büyük bir sorun.

Ancak en başından bu yapının yükselmesini sivil toplumuyla, siyasi iradesiyle engelleyemeyen bir yapının sorumluluğunu tek bir tarafa ya da tek bir partiye yükleme gayretini çok anlamlı bulmuyorum.

Keşke proje ilk dile getirildiği anda bunu engelleyebilecek bir iradeyi topyekün gösterebilseydik.

Bu noktaya kadar geldikten ve demokrasinin 3 ana kuvvetini cami şemsiyesi altına yerleştirip aslında simgesel olarak yeni bir dönem ve siyasetin temelini sağlamlaştırdıktan sonra bunun değişmeyeceğinden ciddi endişelerim var.

Ama bunun işleyişte değişmesinin hayati olduğunu hepimiz biliyoruz. Adalet mekanizmasının doğru çalışması, kuvvetler ayrılığının işlemesi gerektiğine hepimiz inanıyoruz.

Şu saatten sonra yapılması gereken bunu sağlayabilmek için güç yaratmak! Aksi… Aksini düşünmek dahi istemiyorum…

Ancak aynen “Esaretin Bedeli” oyununun bir kez daha hatırlattığı gibi, bizi özgür bırakan şey umutsa, özgürlüğümüzü sonuna kadar kullanıp son can damlasına kadar inanmak ve mücadele etmek dışında teslimiyet seçeneği daha ahlaksız geliyor.

En azından şimdilik.

Erdem, iyiler içinde iyi kalabilmek değil, kötü ile mücadele ederek, iyiliğini koruyarak bu mücadeleden çıkmaktır.

Eğer kitabını okumamış ya da filmini izlememişseniz, mutlaka okuyup izlemenizi ya da son oyununa gitmenizi öneririm, Esaretin Bedeli’nin.

Andy Dufresne, sevdiği karısı tarafından aldatılmış ve işlemediği bir cinayetten müebbet cezası almış bir mahkum. Bir insanın kişisel hayatında bunun ötesi bir bitiş noktası daha var mıdır?

Kıbrıslı Türkler de en güvendikleri tarafından aldatılmış, tanınma için mücadele, tanınmanın gerekleri için çabalar başta olmak üzere çözüm ve daha adil bir gelecek için destek sözleri yerine getirilmediğini her gün tonlarca örnekle yeniden yaşamıyor mu?

Var mı bu kuşatılmışlık halinin ötesi?

Hapishane koşulları olabildiğine kötü… Hele beyaz yakalı Andy için.

Tıpkı dünya gerçeklerinden, dünyadan uzak, naif yaşamlarında hayallerinden ibaret Kıbrıslı Türkler gibi.

Ama Andy, umuduyla özgürleşiyor... Kendisiyle birlikte diğerlerinin de hayatına dokunarak Onları da özgürleştiriyor.

Yaşadığı bütün zorluklara rağmen pes etmiyor.

Ve sabırla, inançla ama daha da önemlisi umutla özgürlüğü için küçük bir keski bıçağıyla kazdığı tünel, O’nu en yakın arkadaşıyla birlikte yeniden hakettiği özgürlüğe kavuşturuyor.

İnsanoğlu’nun hayatı bir hapishane. Camdan duvarlarımızı çok kolay kabullenip normalleştiriyoruz. O kadar ki, bir gün özgür kalsak bile o özgürlük ölümümüz olabiliyor.

O yüzden bu adalı naifliğinde yaşadığımız ve gün geçtikçe zincirleri kalınlaşan kuşatılmışlığımızdan sadece kurtulmak değil, özgürlükte ölmemek için de umuda ve mücadeleye ihtiyacımız var.

Bunun için de yapmamız gereken en önemli şey eğitime yatırım yapmak!

Biz sağlıklı sürdürülebilir bir eğitim politikası yaratamadık. Dün kötü olan eğitim sistemi, bugün çok daha kötü. Dahası, uzun süre çok daha fazla kötü olma potansiyeli taşıyor. Çünkü bugünün verileri, dün yaptığımız, yapmadığımız bütün hataların sonuçları.

Yani bugün herşey düzelse, sistemin düzelmesi için bir kuşağın gelişmesini izlememiz gerekiyor.

Oysa bir ülkenin en önemli sermayesi beşeri sermayesidir.

Ülkeler, savaşlar, afetler, ekonomik çöküşler yaşayabilir. Bütün bunların toparlanması ancak beşeri sermayesinin gücüne bağlıdır.

Biz hemen yanı başımızda yaşananlar üzerinden buna tanıklık ettik.

Güney Kıbrıs ve Yunanistan yaşadıkları ağır ekonomik çöküşün ardından toparlanma süreçlerini tamamladılar. Bunda şüphesiz birçok farklı etkenin, uluslararası tanınırlığın, AB üyesi olmanın etkisi vardır.

Ancak eğitim sistemlerindeki kalitenin ve beşeri sermayenin gücünü de göz önünde bulundurmamız lazım.

Örneğin çeşitli istatistik verilerine göre Yunanistan hala beyin göçünü özellikle genç nüfus üzerinde engellemeyi başaramamış. Türkiye aynı sorunları yaşıyor. Ancak toplam rakamlarda iki ülkenin beyin göçü oranları yakın olarak değerlendirilse de süreç Türkiye açısından vahim bir noktaya ilerliyor.

Türkiye’nin en büyük farklı göçün, önde gelen eğitim kurumları mezunlarında %90’ları zorlaması.

Örneğin Türk İstatistik Kurumu verilerine göre, İstanbul Erkek Lisesi öğrencileri 2020 yılında %36,36 oranında yurt dışına gidiyorken, 2024’de bu oran %89,74’e yükselmiş ve en fazla da Almanya tercih edilmiş.

Robert Koleji, Galatasaray Lisesi gibi başarılı ve prestijli okul mezunları arasında da bu göç oranları oldukça yüksek.

Şüphesiz yüksek öğretim için yurt dışı imkanlarından faydalanmak olumlu. Ancak uzmanlar bunun geri döndürülmesi gereken bir göç olduğu konusunda uyarıyor.

Bu oranlar prestijli liseler arasında da prestijli üniversiteler arasında da istikrarlı bir artış gösteriyor.

Veriler, özellikle teknik ve bilimsel alanlarda eğitim alan gençler arasında göçün ciddi yükseliş gösterdiğini ortaya koyuyor.

Bunu öngören Kıbrıs Cumhuriyeti yönetimi, kendi önlemlerini alıyor ve tersine göç için vergi muafiyetlerinden, istihdam koşullarına kadar yeni kararlar üretiyor.

Sıradan bir insan da hayatı boyunca çeşitli yıkımlar, özellikle ekonomik buhranlar yaşayabilir.

Para geldiği gibi bir gün aniden gidebilir, bitebilir. Ayakta kalma ve yeniden başlama potansiyeli tamamen insanın kendi kapasitesine ve kendi öz varlığına yaptığı yatırımla ilgilidir.

Hiçbir donanımınız yoksa toparlanmanız da çok zor olur ya da hiç toparlanamazsınız.

Peki bizim toplumsal ölçekte beşeri sermayemiz ne kadar gelişmiştir?

Bu alana ne kadar yatırım yapıyoruz? Emek verdiğimiz kuşaklarımızın değerinden ne kadar faydalanabiliyoruz?

Farkında mısınız, eğitimin kendi içeriği ile ilgili hiçbir gündemimiz yok. En fazla kolej sistemi üzerinden şuralar yapıyor, alınan kararları uygulamıyor ya da hemen değiştiriyoruz.

Son dönemde eğitim başlığı altında tartıştığımız konteyner sınıflar, sığ başörtüsü provokasyonları ve bir öğrenci taşımacılığını dahi becerememenin sonuçları.

Bu başlıklar gelişmekte olan bir ülke için bile yeterince gerileyici başlıklar.

Kıbrıs Türk toplumu ise geçtiğimiz gün bir dost sohbetinde sözü edildiği gibi, bir yanıyla çağdaş yaşam standartlarına sahip yapısıyla, doğal ve tarihi zenginliği ile çok büyük bir şansa sahipken, dünya standartlarıyla yarışabilecek kulvardan çok uzak bir lanetlenmişlik içinde…

İşte kırmamız gereken lanet sanırım bu. Ve bunu ancak eğitimle, bilim ve sanatla yapabiliriz.

Aydın çekilmesi yaşayan sanatçılar, aydınların daha fazla konuşması, tartışması ve tartıştırmasına ihtiyacımız var.

Bilim insanlarının daha fazla veri için çalışmasına.

Eğitim için temelden başlayarak, örnek gösterilen İskandinav ülkeleri ya da Doğu Asya ülkelerini ayıran en önemli özelliklerden biri olan öğretmen eğitimlerine odaklanarak eğitimin içeriğini konuşmaya ihtiyacımız var.

Bugün kesinlikle dünden daha kötü bir noktadayız. Ancak yarının bugünden çok daha iyi olması hepimizin elinde.

Bu yazı toplam 523 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar