1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. "Yaraları kaşımaktan korkmayalım çünkü kirli kan ancak böyle atılabilecektir..."
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

"Yaraları kaşımaktan korkmayalım çünkü kirli kan ancak böyle atılabilecektir..."

A+A-

Bir okurumuzun çok değerli yardımları sonucu Girne Boğazı’nda bir gaminide dört diğer “kayıp” Kıbrıslırum’la birlikte gömülü olarak bulunmuş olan Dimitris Yeorgiu Anamisis’in kızı Andri Zaku, Kıbrıs için hakikat komisyonları kurulmasını desteklediğini belirtti...

“Yaraları kaşımaktan korkmayalım çünkü kirli kan ancak böyle atılabilecektir... Her ne pahasına olursa olsun, karanlıkta bırakılmaktan kurtulmalıyız...”

 

Bir Kıbrıslıtürk okurumuzun çok değerli yardımları sonucu Girne Boğazı’ndaki bir gaminide dört diğer “kayıp” Kıbrıslırum’la birlikte gömülü olarak bulunmuş olan Dimitris Yeorgiu Anamisis’in kızı Andri Zaku, Kıbrıs için hakikat komisyonları kurulmasını desteklediğini belirtti.

POLİTİS gazetesinden Sakis Stilyanu’yla konuşan Andri Zaku, böylesi hakikat komisyonlarının ünlü avukat Ahilleas Dimitriadis’in önerdiği gibi, Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler için ayrı ayrı kurulabileceğini ve nihayetinde bunların birleştirilerek iki toplumlu hakikat komisyonuna dönüşebileceğini kaydetti, “Yaraları kaşımaktan korkmayalım çünkü kirli kan ancak böyle atılabilecektir. Her ne pahasına olursa olsun, karanlıkta bırakılmaktan kurtulmalıyız” diye konuştu.

POLİTİS gazetesinde 19 Eylül 2021 Pazar günü çıkan bu önemli röportajı, okurlarımız için “google translate” aracılığıyla Türkçeleştirmeye çalıştık. Adri Zaku’nun bu önemli röportajı özetle şöyle:

***  Andri Zaku, 1976’dan bu yana, milli söyleme göre “geçici” olarak Ayios Atanasios göçmen bölgesinde yaşıyor. Linopetra Tıp Merkezi’nde bir sağlık profesyoneli olarak çalışıyor ve 2011 yılının Aralık ayından bu yana AKEL’den seçilmiş belediye meclis üyesidir... “Ben güzel Trikomo’dan geliyorum... Babam “kayıp”tı ve annem, dedem ve teyzem savaşın üç öksüz çocuğunu yetiştirmeye çalıştılar burada” diyor.

***  Nihayetinde 2018 yılında, babasının “kayıp” edilmesinden tam 42 sene sonra, bir toplu mezarda onun kalıntılarının bulunduğu hakkında bilgilendirilmiş Andri Zaku...

***  “Böylece babamdan geride kalanları görmek üzere enstitüye gittik... Babamın ölümüne ilişkin koşullarla ilgili kısa bir konuşmadan sonra bizleri bir odaya koydular, bize onun iskeletini gösterdiler ve bize “Bu sizin babanızdır” diyerek odada bizi yalnız bıraktılar, onun için ağlayıp yas tutmak için beş dakika süremiz vardı...” diye anlatıyor Andri Zaku.

***  Babası “kayıp” olduktan sonra aylar, yıllar geçmiş ve Andri Zaku, POLİTİS’e, Ayios Athanasios’a nasıl kök saldıklarını anlatıyor... Bu köy nihayetinde bir belediyeye dönüşmüş... “Biz de burasının köylüleriyle bir bütün olduk. Okulda, kilisede, sosyal etkinliklerde ve çoğunlukla işte hep beraberdik. Hayatta kalmak için günlük bir mücadele vermekteydik ve her zaman bu toplum bize tolerans ve merhamet gösterdi, bizi destekledi ve hep yanımızda durdu” diye anlatıyor.

***  “Ayios Athanasios’a göçmen olarak nasıl geldiniz?” sorusuna karşılık, Andri Zaku şöyle diyor: “Leymosun’a göçmen olarak geldiğimiz zaman önceleri Ayia Fila’da bir mandırada kalıyorduk... Bir gün göçmen rehabilitasyon komitesinden bir yetkili gelip bizi ziyaret etti ve bize bir anahtar verdi. Bu anahtar hayatımızı değiştirdi... Ayios Atanasios denen köyde yeni bir evin anahtarıydı bu. Bu evler, işçiler için inşa edilmiş evciklerdi ancak trajik olaylar ardından, “kayıp” aileleri bu evciklere yerleştiriliyordu...”

***  “Büyüdüğünüz mahalleden neler hatırlıyorsunuz?” sorusuna ise Andri Zaku, şöyle yanıt veriyor: “Siyahlar giyen kadınlar hatırlıyorum... Siyah giyen kadınlar evlerin avlularındaydı, evlerdeydi, sokaklardaydı... Nereye bakarsanız bakınız, siyahlar içerisinde kadınlar görüyordunuz... Yeni evlenmiş kadınlar ama eşleri yoktu artık, orta yaşlı anneler, yaşlı anneler, nineler, hepsi de sevdiklerinin dönmesini bekliyordu... Evimizin etrafında içinde zeytin ağaçları, çekirgeler ve koyunların bulunduğu tarlalar vardı ki tüm bunlar da bize birazcık Mesarya’yı çağrıştırıyordu...”

***  “İnsanlar size nasıl davranıyordu?” sorusuna karşılık Andri Zaku, şöyle diyor: “Başlangıçta köylüler meraklıydılar, bu yabancı ziyaretçileri merak etmekle birlikte, aynı zamanda çok misafirperverdiler de... Bizlere merhamet ve sevgi gösteriyorlardı... O zamanlar çiftlik bekçisi Bay Babmis ve eşi Eleni Hanım bizleri ziyaret ediyor, annemin acısına ortak oluyor, mümkün olduğunca kalpten gelen bir merhametle onu teselli etmeye çalışıyorlardı... Kimleri hatırlıyorum? Bay Agathanceols ve Bayan Marulla’yı hatırlıyorum, ne zaman kiliseye gitmek için kahvelerinin önünde geçecek olsak, bizlere birşeyler ikram etmeye çalışıyorlardı. O günlerin belediye başkanı Bay Fidias Diamandis ve Bayan Ksenu’yu hatırlıyorum, sürekli biz yetimleri gözetiyorlardı... Ve Kostas Sofianos vardı, su saatini okumaya geliyordu, büyük bir kalbi vardı, merhamet doluydu...”

***  “Okulda durum neydi?” sorusuna karşılık ise, Andri Zaku şöyle anlatıyor: “Okulda baba mesleği yerine “kayıp” yazmamız isteniyordu. Size soruyorum, hangi çocuk böyle bir şey yazabilir? “Kayıp” diye bir baba mesleği mi vardır? İlkokul, Belediye’nin şimdiki Kültür Merkezi’nin bulunduğu binadaydı. Öğretmenler, sınıf arkadaşları ve onların ana-babaları çok yardımseverdiler ve her tür yardımı ve desteği yapmakta hiç tereddüt etmiyorlardı. Ancak savaştan kaynaklanan bir damga vardı ve yaralar her zaman açıktı...”

***  “Çocukluğunuzdan neler hatırlıyorsunuz?” sorusunu ise Andri Zaku şöyle yanıtlıyor: “Okuldaki ve evdeki yemekler bağışlardan geliyordu ve öğleden sonraları bir Kızılhaç Arabası geliyordu göçmen bölgesine, merkezi bir yerde duruyordu. Giysi ve potin dağıtıyordu, aynı zamanda evler için basit mobilyalar, temel ihtiyaçları dağıtıyordu...”

***  “Babanın sağ olduğuna inanıyor muydun?” sorusuna karşılık, Andri Zaku şöyle diyor: “Doğruyu söylemek gerekirse hayır... Annemiz bizlerin kafasına şunu kazımıştı – iyi ya da kötü – babamız savaşa gitmiş olduğu için oradan canlı olarak geri dönmek zordu... Annemiz bize “Babanız gemilerde çalışır ya da başka bir ülkeye gitti ve geri dönecek” dememişti diğer annelerin çocuklarına söylediği gibi... Hatta biz, babamın kemikleri bulunmadan önce de onu anma töreni de yapmıştık. Ancak annem bekliyordu...”

s2-253.jpg

***  “Toplumsal yaşama nasıl katıldınız?” sorusuna karşılık Andri Zaku, şöyle anlatıyor: “Annem her zaman kayıpları arayan komitelerde ve göçmen komitelerinde hep ön saflardaydı... Soldaydı ve derin biçimde politize edilmişti... Gösterilerdeydik hep, bunlar gündelik hayatımızın parçasıydı... Küçük bir sandalyem olduğunu ve her zaman onun yanında oturduğumu hatırlıyorum. Dinliyordum, düşünüyordum ve toplumumuzla ilgili kendi görüşümü geliştiriyordum. Onun yanında durmanın görevim olduğunu düşünüyordum ama aynı zamanda mücadele etmem için binlerce nedenim vardı. Öncelikle ben bir göçmen idim ve ikinci olarak da babamı kaybetmiştim...”

***  “Neden yerel yönetime katıldınız?” sorusuna karşılık ise Andri Zaku, şöyle diyor: “Günleri aylar kovaladı ve hala buradaydık, buraya kök salmıştık, Ayios Athanasios’a... Köy bir belediyeye dönüştü ve bizler de bu köyün yerlileriyle bir bütün olduk. Okulda, kilisede, sosyal etkinliklerde ve çoğunlukla işte beraberdik... Hayatta kalmak için her gün mücadele ediyorduk ve bu toplum bize tolerans ve merhamet gösteriyordu, bizi destekliyordu ve yanımızda duruyordu...”

***  Avukat Ahilleas Dimitriadis’in, Katerina İliadi’nin programında ortaya koymuş olduğu “Tek toplumlu bir hakikat komitesi kurulması” önerisine katıldığını söylüyor Andri Zaku çünkü ortak yurdumuz Kıbrıs’ın yeniden birleştirilmesinin ancak gerçeğin üzerinde inşa edilebileceğine inanıyor, bu acı verse de böyle olduğuna inanıyor. “Evet, acı verecektir bu ancak o zaman kefaret ödenebilir ve vicdanımız rahatlayabilir” diyor. “Yaraları kaşımaktan” korkmamamız gerektiğini söylüyor çünkü “kirli kan” ancak bu şekilde akıp gidebilir... “Her ne pahasına olursa olsun karanlıkta kalmaktan kurtulmalıyız... 15 ve 20 Temmuz ile 14 Ağustos hakkındaki gerçeği öğrenmeyi talep ediyoruz ve bunu bekliyoruz... İki tek toplumlu hakikat komiteleri ayrı ayrı ama aynı zamanda çalışmaya başlayabilir ve nihayetinde bunlar iki toplumlu bir hakikat komitesine dönüşebilir, böylece barışçıl bir arada yaşam gerçekleştirilebilir... Bu somut bir temel üzerinde, gerçek üzerinde kurulabilir...” diyor.

 

https://politis.com.cy/politis-news/epaggelma-patros-agnooymenos-i-antri-zakoy-apo-ton-prosfygiko-synoikismo-agioy-athanasioy-sto-politis-com-cy/?fbclid=IwAR3J-H0U3K9XTuCGGw7WkiLWiSQZGNaytQuKJYjeI-upbPMyJyexAPX4qF0

s1-292.jpg

(POLİTİS gazetesinde Sakis Stilyanu’nun Andri Zaku’yla yaptığı ve 19 Eylül 2021 tarihinde yayımlanan röportajını özetle derleyip google translate aracılığıyla Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).

 


OKURLARIMIZ BİLDİKLERİNİ PAYLAŞMAYA DEVAM EDİYOR...

“Babam çok şey bilirdi... Çok şey yaşadıydı...”

Dr. Derviş Özer’in geçtiğimiz günlerde paylaştığı, rahmetlik babası Ahmet Özer’in anılarından oluşan “Teşkilattan Niye Ayrıldım” başlıklı gerçek yaşam öyküsüne ilişkin bir hatırayı da, Aycan Mavigözlü Yükseliş paylaştı. Dr. Derviş Özer’in bu önemli öyküsünü, 2016 yılında bu sayfalarda yayımlamıştık...

Aycan Mavigözlü Yükseliş, bizim sosyal medya sayfamızda paylaştığı babasına ilişkin hatırasında şöyle yazdı:

“Babamın yaşındakiler o nesil neler neler yaşadı...

Bir gün babamın da önünü kesmişler...

Onun gözlerini ellerini ayaklarını bağlayıp bir arabada yüro yüro dönmüşler... Babam onlara “Yani köşelerden dönüp durmayın, ne yapacaksanız yapın” deyince bir yere götürmüşler, onu gözleri kapalı bir sandalyeye bağlayıp dövmüşler...

Babam çok güçlü ve Rumu Türkü onun ne kadar kuvvetli olduğunu bildiği için ikide bir bağlarını kontrol ederlermiş... Sonra emir gelmiş “tamam işini bitirin” diye... Yani babamı öldürüp bir yerlere atacaklar...

Babam seslerini tanıyordu, hepsinin adlarını da bilirdi...

Hepsi onun konuştuğu ve teşkilattan adamlar...

Sonra yine sesini çok iyi tanıdığı o adam oldukları yere gelmiş ve "Karısı bugün yarın doğuracak ben yapmayın derim" demiş... (Annem beşinci kızkardeşimi bu olaydan biri iki hafta sonra doğurdu...)

Babamı bırakıp gitmişler, sonra başka bir araba gelmiş, babamı ve bisikletini bir arabaya koymuş ve onu götürüp Lefkoşa’nın dışında bir hedeğin içine atmışlar...

Belki de babam çok kuvvetli bir adam olduğu için o iplerden kurtuldu yoksa kimbilir başına neler gelirdi.

Babam çok şey bilirdi, ona hep “Anlat, yazalım” dediğimiz zaman kızardı... “Size bir şey olursa ölürüm” demişti bir gün...

Biz de Abohor’a dayıma giderdik... Bizi didik yoklarlardı... Dayım orada görevli "öğretmendi"... Gelirken elimize bir liste verirdi... Beş okka zeytin... Üç okka mercimek... İki okka pirinç... Bir de hiç kalem kalmadı gibi listeler... Onları getirip verirdik... O liste hep bir yerlere giderdi... Dayım da Abohor’dan hep gecenin bir vakti yürüyerek gelirdi... Annem dayımı görelim diye hepimizi uyandırırdı... Ama nedense evinden çıkmayanlar yorgan altına saklananlar neler neler oldu....”

 


“Nöbet beklerken, karşı tarafta çocukluk arkadaşımı gördüm...”

Geçtiğimiz günlerde bu sayfalarda Aytotorolu bir Kıbrıslırum okurumuzun sınırda 1974’te nöbet beklerken yaşadığı bir olayı paylaşmıştık. Sözkonusu Kıbrıslırum okurumuz, köylüsü bir Kıbrıslıtürk karşı mevzide Kıbrıs Rumcası ile popüler bir türkü söylemeye başlayınca, konuşa konuşa onu sesinden tanımıştı: Çocukluk arkadaşı İbrahim idi bu...

Bu yazımızı bizim sosyal medya sayfamızda okuyan yine Aytotorolu Osman Tuğçe de, kendi anısını paylaştı ve şöyle yazdı:

“Evet doğrudur Aytotorolu Rum’un yazdığı... Ben de Aytotoroluyum ve devamlı Aytotoro’ya giderim, kahvede sohbet ederken anlatılır bu yazdıklarınız...

Ben de bir anımı yazayım...

1976 yılının ilk aylarıydı, Küçük Kaymaklı’da askerdim. Bir gün sınırda nöbet beklerken baktım karşı tarafta çocukluk arkadaşım, sohbet ettik ve anlaştık başka birgün  fotoğraf makinesi getirelim da  beraber resim çekelim... Başka bir gün sınırda buluştuk, biz poz verdik, başka bir arkadaş bizi resim çekerken yakalandık, komutan beni dövdü.  “Köylün arkadaşın yok, düşmanın var” dedi...”

Osman Tuğçe’ye bu hatırasını paylaştığı için çok teşekkür ediyoruz... Konuyla ilgili olarak sınırda bu tür dostluk öyküleri yaşamış olan okurlarımızı isimli veya isimsiz olarak 0542 853 8436 numaradan beni aramaya veya sosyal medya Facebook Messenger’dan bana mesaj atmaya davet ediyorum...

 

s3-130.jpg

 

 

 

Bu yazı toplam 1447 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar