Utanmazsak, utandırmazsak…
Dua etmemiş diye fırlatmış kızı yere.
Yirmi bir yaşında bir genç kadın…
Ayak bileği kırılmış.
Kırılan yalnızca kemiği değil; kırılan akıl, kırılan vicdan, kırılan bu ülkenin geleceği…
Artık sormuyoruz bile:
“Nasıl bir kafa bu?”
Çünkü cevabı çoktan öğrendik.
Bu bir öfke patlaması değil.
Bu, cinnet değil…
Bu, bir zihniyetin sureti.
Dayatılan bir aklın, korunan bir anlayışın yansıması.
Seçimle değil, talimatla geldi bu yönetim aklı... Sırtı sıvazlandı, göz yumuldu ve her gün biraz daha meşrulaştırıldı.
Şimdi yalnızca sandıkta hesap sormak yetmiyor, bu düzene toptan itiraz etmek gerekiyor.
Kimliğimize, kişiliğimize, yaşam değerlerimize, vicdanımıza, aklımıza ve irademize yapılan bu saldırıya karşı her yerde, her anda, her zeminde hesap sormak gerekiyor.
Çünkü eğer biz utandırmazsak, onlar zaten utanmıyor.
Çoktan yitirdiler o duyguyu.
***
“Çalışanların tuvaleti bile yok” diyor sendika başkanı, “söylemeye utanıyorum artık” diye de ekliyor…
Utanılacak olan söylemek değil….
O hali yaşamak, maruz kalmak.
Utanması gerekenlerin umrunda bile değil…
Maaş ödemek için borcu borçla çeviriyorlar.
Altyapı yok ama istihdam çok…
Kiminin yeğeni, kiminin kardeşi…
Partiden…
Sevdiceğin kontenjanından…
Eş dost torpilinden…
Hepsine bir maaş, bir makam, bir mevki uyduruluyor.
Ama çalışan yok, üreten yok.
Mesai bile yapmıyorlar.
Sadece tüketen, semiren, büyüyen gövdeler var.
Gövdeler büyüdükçe yüzler kalınlaşıyor.
Böylesi bir kepazelik içinde yüzü kızarmadan yoluna devam ediyor tümü.
Yaşam kalitemiz azalıyor…
Gelecek endişemiz büyüyor…
***
Dua etmemiş diye fırlatmış kızı yere.
Ayak bileği kırılmış.
Bazen bir ülke, tek bir kırık kemikte çatırdamaya başlar.
Eğer bu çürümeye karşı isyan etmezsek, yarın çocuklarımıza anlatacak bir yurdumuz kalmayacak.
O yüzden diyeceğim şu:
İçindeki utancı susturma artık.
Çünkü biz utanmazsak ve utandırmazsak, geriye ne bir değer kalır, ne bir vicdan, ne bir yurt…