1. YAZARLAR

  2. Serhat İncirli

  3. Türkiye’nin kalın bağırsağı ve 14 Mayıs akşamı!
Serhat İncirli

Serhat İncirli

Türkiye’nin kalın bağırsağı ve 14 Mayıs akşamı!

A+A-

Kolon nedir?

Veya İngilizcesiyle “colon”!

Anatomi bilmiyorum ama bilen bir sözlüğe bakarak yazabilirim...

Kolon; rektum dışındaki diğer kalın bağırsak bölümüdür. İnce bağırsaktan büyük ölçüde sindirilmiş halde gelen besinler, kolon bölgesinde tekrar ayrıştırılmakta, su ve mineraller alındıktan sonra geriye kalan kısmı, anüs yoluyla atılması için rektumda depolanmaktadır...

-*-*-

Yani çok kısa ve anladığım kadarıyla yazacak olursam, “colon”, çok çok affedersiniz ama “dışkının hazırlandığı yerdir”...

-*-*-

Koloni kelimesi bundan mı üretilmiştir?

Koloni, “sömürge” demektir!

Mesela, İngiliz döneminde tüm Kıbrıs!

Şimdiki dönemde tüm KKTC!

Koloni!

-*-*-

İngiltere’nin kolonisi Kıbrıs!

Türkiye’nin kolonisi KKTC!

Doğru mu?

E doğrudur!

Tartışmaya gerek yok!

-*-*-

Sömürge ya da koloni, “... yabancı bir ülkenin kuralları ile yönetilen başka bir ülke” demektir...

Türkiye yabancı bir ülke mi?

Yani “anavatan” diyorlar ama bunu diyenler, KKTC için “egemen ve eşit bağımsız bir devlet” de diyorlar!

-*-*-

KKTC Türkiye’nin kolonisidir!

Yani, “kolon”dan yola çıkarsak, benzetme yaparsak; Türkiye’nin “bir çeşit dışkı üretim yeri” de diyebiliriz!

-*-*-

Hani Türkiye’de ne varsa KKTC’de de olacak ya!

Aslında öyle bile değil!

Türkiye’nin anüsten çıkaracaklarının en son üretim ya da depolanma noktasıdır KKTC!

-*-*-

Sadece rüşvet desem?

Veya hep yalana dayalı bir saçma siyaset desem?

Doğrudan akaryakıt alımı desem?

Ercan desem?

Çok mu edepsizim?

Hainim değil mi?

Peki siz; hırsız ve rüşvetçiler...

-*-*-

Rahmetlik Feriha Coşkun lisedeki edebiyat hocalarımdan biriydi...

Allah rahmet eylesin...

Bu yazdığımı okusa çok kızardı eminim...

Ve arardı; “terbiyesizce yazmışsın evladım ama üzgünüm, yazdıkların doğru” derdi...

Ve belki sorardı; “Tüm bu yazdıklarını bir cümleyle nasıl özetlersin?”

-*-*-

Yanıtım şöyle olurdu:

“... Hocam ellerinizden öperim; yazdıklarımın terbiyesizlik olduğundan eminim... Ancak yaşadıklarımız, bize yaşatılanlar, yapılanlar terbiyesizlik ötesi değil mi?”

Hocam araya girer, “yine haklı çıktın” derdi...

Ve ben, “... bu yazdıklarımı tek cümleyle şöyle açıklayabilirim” der, şu cümleyle bitirirdim:

“Getirdiğin su, sıçtığın boku temizleyemiyor!”

-*-*-

Haaa yaşadıklarımız, bize yaşatılanlar, kokuşmuş, rüşvetçi, hırsızlık düzeni biter mi?

14 Mayıs akşamı inşallah!

Beklentimiz bu!

Bir de slogancık atayım: “Bye bye Erdoğan... Ersin ve Ünal’ı al da git!”


Polis!

KKTC Polisi’ne büyük görev düşüyor...

Ya toplumu koruyacak ya da 14 Mayıs akşamı yaşanabilecek çok ciddi gelişmelere seyirci kalacak!

-*-*-

Ne alakası var?

KKTC’de hiç bir şey olmaz!

Demeyin sakın!

Hem de sakın!

-*-*-

14 Mayıs akşamını 15 Mayıs’a bağlayan gece, Türkiye’de de, KKTC’de de çok ciddi kötülükler olabilir...

-*-*-

Erzurum’da Ekrem İmamoğlu’nun taşlanması ciddi bir işarettir...

KKTC’de Avrupa gazetesinin uğradığı daha büyük ve benzer saldırı ise ispattır...

-*-*-

Mevcut iktidar, içinde olduğu şatafatı, saltanatı asla kaybetmeye tahammül etmeyecektir...

Umarım yüzde yüz yanılırım!

Umarım, o akşam Erdoğan ünlü balkon konuşmasını yaparken, “kaybettik, Bay Kemal’e ve ülkemize hayırlı olsun, kutluyorum” der ve emekli olur...

Değilse...

Cümleyi bitiremem!


Şeytanla görüşme

Ersin Tatar’ı sıkar, 15 Mayıs günü hazır Tayyip bey de seçimi kaybetti, kimseden korkmaya gerek kalmadı der ve Güney Lefkoşa’ya geçip, Hristodulidis ile görüşmeye gider...

Görüşme sırasında Hristodulidis, masasındaki kırmızı telefonla şeytanı arar ve 10 dakika konuşur...

Yardımcısı "Bu konuşma bin 500 Euro tuttu" der.

Tatar, KKTC’ye döner...

Sekreterine, “Bana şeytanı ara, Rumlar konuşabiliyorsa, ben de konuşurum, der. Şeytanla 10 dakika konuşup kapattıktan sonra yardımcısına sorar: “Bu konuşma ne kadara patladı bize?”

Sekreter cevap verir: “10 TL efendim!”

Tatar şaşırır: “Niye bizimki o kadar ucuz?”

Sekreteri yanıtlar: “Çünkü Rum tarafındaki uluslararası tarife, bizimki lokal tarife...”

(Fıkralar, uyarlamadır... Uydurma değildir)


 

Gülmek da lazım: İhbar etmek

Türkiye’de MİT’e bir ihbar gelir:

- Komşum Ahmet teröristtir, FETÖ’cüdür, haindir. Devletten gizlediği bilgileri odunluktaki odunların içlerine gizledi.

MİT anında baskın düzenliyor, bütün odunları kırıyor ama ihbar yanlış, bir tek bilgi ya da belge bulamıyorlar.

Ahmet’i biraz tartaklayıp, yanlış ihbarı yapanı aramaya gidiyorlar… 

Gece geç vakit, Ahmet’in telefonu çalıyor:

- Ahmet! Ben Mehmet. MİT baskın yaptı mı?

- Evet.

- Kışlık odunlarını kırdı mı?

- Evet.

- Tamam. O zaman ihbar sırası sen de. Ön bahçenin çapalanması gerekiyor...


abdul.jpg

Bir örnek: Cehalet ve yalanın iktidarı

Sultan Abdülhamit, Türkiye’deki mevcut iktidarın çok değer verdiği, hatta en büyük değeri sunduğu bir Osmanlı Padişahı’dır...

İktidarın propagandacıları, Sultan Abülhamit döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nun tek karış toprak kaybetmediğini öne sürer... Ve bununla övünmeye çalışır...

-*-*-

Oysa tarihçiler bunu çok iyi bilir ve yazar...

Konuyu çok iyi bilenlere göre, “Abdülhamit tek karış toprak vermemiştir diyen yalancıdır”...

Sultan Abdülhamit zamanında Osmanlı İmparatorluğu bir milyon 592 bin 896 kilometrekare (1,592,896 km2) – yani iki adet Türkiye Cumhuriyeti büyüklüğünde toprak kaybetmiştir...

-*-*-

Kıbrıs Adası da, aynı padişah tarafından, tam 48 saat içerisinde İngilizlere kiralanmıştır ve daha sonra da hepten kaybedilmiştir...

Şimdi Kıbrıs ile ilgili olarak Abdülhamitçi yalancıların anlattığı hikayeler de yüzde 100 yalandır...

“Maraş’ın KKTC toprağı olduğu yalanı” da en başta gelmektedir!

Bu yazı toplam 2306 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar