Standart bir MİT’çi
Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın talihsiz sözlerini okudum; tarihsel derinlikten yoksun, nefret dilini çoğaltan, hukuk ve diplomasiden uzak ifadelere üzüldüm.
Üslubu bir devlet aklını değil, etnik düşmanlaştırmayı ve yerleşik bir paranoyayı yansıtıyor.
Bir başka etnik kimliği sürekli hedef göstermek yalnızca öfkenin dili değildir; aynı zamanda bir iktidar tekniğidir. Toplumu korkutarak yönetmenin, kimliği düşmanlaştırarak kurmanın, siyaseti tehdit üzerinden anlamlandırmanın aracıdır.
Yeni Türkiye'nin aklı, fikri, kapasitesi bu olmamalı...
***
“Gerçekten standart bir Rum’un çok daha ötesinde Türk düşmanlığı yapan, Türk tarafında olan, kendine Türk diyen insanlar da var…”
Bunlar nasıl sözler!
Tam bir düşmanlaştırma dili.
Tam bir negatif kimlik kurgusu.
Güney’deki eylemde “bayrak” yakan zihniyet ile aynı kökten besleniyor bu dil.
Bu yaklaşımlar toplumları, coğrafyayı, hayatı parçalıyor...
Belki de istedikleri bu!
***
Çok merak ediyorum...
Bugüne kadar kaç Kıbrıslıyı gerçekten tanıdı Hakan Fidan?
İstihbarat eğitimlerinde yıkanan beyni, bu adanın insanlarını anlamak için ne kadar zorlandı acaba? Bir kez olsun bu adanın trajedisini, kırılgan hafızasını, ortak acılarını ve ortak umudunu dinledi mi?
“Sıradan bir MİT’çi” diyeceğim ama o zaman ben de aynı dilin tuzağına düşmüş olacağım…
***
Düşmanlık çirkindir; fakat varlığı inkâr edilemez. Bu topraklarda “Türk düşmanı Kıbrıslı” da vardır muhtemelen, "Kıbrıslı düşmanı Türk” de…
İnsanlıktan nasibini almamış kimseler onlar...
Yine de siyaset, diplomasi ve sorumlu yönetim anlayışı düşmanlığı büyütmek için değil, bunu aşmak için olmalı...
Bir suç varsa, saptarsınız, yargılarsınız.
Öyle “ortaya” konuşmak ne?
Gerçi bugünün Türkiye’sinde insanları suçlu, terörist, anarşist ilan etmenin, hatta içeri atmanın da bir sınırı kalmadı artık.
Örneğin Ahmet-Mehmet Altan… “Darbeyi yönlendirdiği iddia edilen adamları tanıdığı iddia edilen adamları tanıyor” gerekçesiyle cezaevine konmuştu!
Bu zihniyetin dünyası işte bu kadar…
***
Bu anlayış, kendi siyasi kimliğini “düşmanlaştırma” üzerinden pekiştiriyor.
Üstelik yeni değil.
Köhnemiş, küresel, tarihsel bir alışkanlık bu.
İnsanları ortak nefret üzerinden birleştirme çabası…
Çünkü ortak bir kimlik inşası için düşmana ihtiyaç duyuluyor.
Yok ki gerçek bir tehdit var!
“Düşman” olmasa bir anda çıplak kalacaklar.
Etnik düşmanlaştırma çoğu zaman bir iktidar stratejisidir.
Dış ya da iç düşman icat etmek…
Milliyetçiliği köpürtmek…
Korku yaratarak kitleleri kontrol etmek…
Sorgulayan yurttaş yerine itaat eden kalabalıklar yaratmak…
Toplumsal hafızaya düşman imgeleri mıhlamak…
İyi de sonuç ne oluyor?
Şiddet çoğalıyor.
Gericilik örgütleniyor.
Medeniyet, hukuk ve demokrasi hep geri düşüyor.
Bilgi değil korku yayılıyor.
“İnsan” değil “kimlik” önemseniyor.
Yurttaşlık değil “soydaşlık” kutsanıyor.
İnsanlık tarihi, hep bu aklın izinde kanadı.
***
Bu ada, bu halk, etnik düşmanlık, hınç, nefret dilinden çok çekti.
Hâlâ da çekiyor.
Gücünü düşmanlıktan değil insanlıktan alan bir gelecek istiyoruz.
Keşke önce “sıradan insan” olmayı başarabilseler…
Belki o zaman diyalog, diplomasi, birlikte yaşamak, eşitlik, barış, yurttaşlık hakkı, ortak gelecek gibi kavramlar yeniden anlam kazanırdı.







