Serkan Soyalan

Serkan Soyalan

Sagalassos

A+A-

   Burdur’un Ağlasun ilçesinin hemen yukarısında, denizden yaklaşık 1500–1700 metre yükseklikte kurulu olan Sagalassos antik şehri, Pisidya’nın kalbi, Roma’nın ise gözde kentlerinden biri olmuştur.   

   Sagalassos, Anadolu’nun belki de en görkemli ama en az bilinen şehirlerinden biridir.

   Toroslar’ın güney eteklerinde, bulutlara komşu bir yükseklikte, insanı hem hayrete düşüren hem de derin bir sessizliğe çağıran bir geçmiş durur karşınızda.

***

   Sagalassos’a çıkan virajlı dağ yolları, yalnızca fiziki bir yolculuk değil, aynı zamanda zihinsel bir geçiştir. Yemyeşil ağaçlar ve doğa harikası bir manzara karşısında insan sessizliğe bürünürken, kendi iç dünyasında bir yolculuğa da çıkıyor. Çünkü bu kente vardığınızda, “Neden burada?” sorusu kendiliğinden cevap buluyor. Üç yanı dağlarla çevrili, ovaya hâkim, savunması güçlü; üstelik yer altı sularının yamaçlardan pınar pınar aktığı bir coğrafya…

   Şöyle de diyebiliriz; Sagalassoslular için bu sert doğa, bir engel değil, aksine bir avantaj olmuştur.    

   Sagalassos, doğaya meydan okuyan değil; onunla uyum içinde yükselen bir kenttir.

***

   Kent, özellikle Roma İmparatorluk Dönemi’nde görkemli bir kimliğe bürünür. Bugün Sagalassos denildiğinde ilk akla gelen yapılardan biri kuşkusuz Antoninler Çeşmesi’dir.

   İmparator Antoninus Pius döneminde inşa edilen bu anıtsal nymphaeum, yalnızca mimarisiyle değil, hâlâ akan suyuyla da insanı şaşkına çevirir.

   Mermer heykellerle süslü bu çeşme, Roma’nın su kültürünü ve estetik anlayışını dağ başında bile nasıl yaşattığının en çarpıcı kanıtıdır.

***

   Kent yaşamının kalbi olan Yukarı ve Aşağı Agora, Sagalassos’un sosyal ve politik düzenini anlamamızı sağlar.

   Onursal sütunlar, anıtsal kemerler ve yazıtlar; kentin seçkinlerinin, imparatorlara ve tanrılara olan bağlılıklarını nasıl kamusal alana taşıdığını gösterir.

   MÖ 100’lü yıllara tarihlenen Kent Meclisi binası, Sagalassos’un bir polis (şehir) olarak ne kadar erken örgütlendiğinin somut bir göstergesidir.

***

   Neon Kütüphanesi, Efes’teki Celsus Kütüphanesi’ni andıran mimarisiyle, bilginin ve kültürün bu kentteki yerini simgeler.

   Bir oğulun babası adına yaptırdığı bu yapı, yalnızca kitapların değil, aynı zamanda kent kimliğinin de muhafaza edildiği bir mekândır.

   Zeminindeki Truva Savaşı sahneli mozaik ise Sagalassos halkının mitolojiyle kurduğu güçlü bağı yansıtır.

***

   Kentteki devasa Roma hamamı, Sagalassos’un refah düzeyini gözler önüne serer. Sıcaklık, ılıklık ve soğukluk bölümleriyle, yalnızca temizlik değil; sosyalleşme, siyaset ve gündelik yaşamın merkezi olan bu yapı, Roma kent yaşamının dağlık Anadolu’daki bir yansımasıdır.

***

   Çeşmelerinin görkemiyle anılan Sagalassos, dünyanın en yüksek rakımlı, 9.000 kişilik tiyatrosu ve kendine has kaya mezarlarıyla bilinir. Sagalassos'ta bulunan ve Traian dönemine tarihlenen Ares, Herkül, Hermes, Zeus, Athena ve Poseidon büstleri Antik Dönem heykeltıraşlığının önemli örneklerinden sayılıyor.  Antik tiyatro ise, yalnızca oyunların değil, manzaranın da başrolde olduğu eşsiz bir sahnedir.

   Orada oturduğunuzda, Toroslar ve Ağlasun Ovası ayaklarınızın altına serilir.

***

   Sagalassos’un Roma ile ilişkisi, imparatorlar üzerinden de okunabilir.

   Hadrian ve Antoninus Pius kentin altın çağının simgeleri olsa da, İmparator Caligula dönemi de Sagalassos tarihinde dikkat çekici bir yere sahiptir.

   Kısa ama çalkantılı saltanatıyla bilinen Caligula döneminde, imparator kültü Anadolu’da daha görünür hâle gelir.

   Sagalassos’ta bulunan yazıtlar ve onursal düzenlemeler, kentin Roma’ya olan sadakatini bu dönemde de sürdürdüğünü gösterir.

   Caligula’nın ilahi bir figür olarak yüceltilmesi, imparator kültünün kentteki siyasi ve dini yaşamla ne denli iç içe geçtiğini ortaya koyar. Bu durum, Sagalassos’un yalnızca yerel bir merkez değil, imparatorluk ideolojisinin de güçlü bir taşıyıcısı olduğunu kanıtlar.

   Ancak hiçbir ihtişam sonsuz değildir. 6’ncı ve 7’nci yüzyıllarda yaşanan büyük depremler, veba salgını ve siyasi karmaşa, Sagalassos’un kaderini değiştirir. Kent yavaş yavaş küçülür, kırsal bir yerleşime dönüşür ve sonunda terk edilir. Buna rağmen tamamen yok olmaz; çünkü doğa, onu koruma altına almıştır.

   Yüzyıllar boyunca toprağın altında saklanan kent, modern arkeoloji sayesinde yeniden nefes alır.

***

    İlk olarak, 1706'da Fransız bir tüccar, gezgin ve araştırmacı-yazar olan Dr. Paul Lucas tarafından keşfedilen Sagalassos'ta arkeolojik kazılar 1990'da başlatılmıştır.  Bilimsel kazılar, Sagalassos’u yalnızca bir “antik kent” olmaktan çıkarıp, yaşayan bir araştırma alanına dönüştürmüştür.

   Belçika Leuven Üniversitesi öncülüğünde yürütülen disiplinler arası çalışmalar; arkeolojiden jeolojiye, biyolojiden DNA analizlerine kadar uzanan geniş bir yelpazede, bu kentin geçmişini yeniden inşa etmiştir. Bulunan iskeletler, Anadolu’da yaşayan halkların binlerce yıl boyunca nasıl iç içe geçtiğini, kültürlerin nasıl kaynaştığını gözler önüne sermiştir.

   Jeomorfologlar ve sismologlar, MÖ 13000 civarında yakınlarda bulunan Gölcük Yanardağlarının patlaması, MS 500 civarındaki ve MS 7’nci yüzyıl ortası arasındaki depremler, bunlara bağlı sismik fay hatları, alanın yerleşim amaçlı kullanılmasından önce, bu dönemde ve daha sonrasında meydana gelen toprak kaymaları gibi arazinin oluşumunda rol oynayan birden fazla felaketi belirlemiştir,

Palinologlar Holosen dönemin başlangıcından itibaren bitki örtüsünün geçmişini ortaya çıkarmıştır ve jeologlar kentin zanaat ve inşa endüstrileri tarafından kullanılan hammaddelerin kökenlerinin yerlerini belirlemiştir.

   Arkeozoologlar alandan gelen hayvan kalıntılarını sistematik olarak incelemiş ve örneğin, ithal edilmiş tatlı su ile Akdeniz balıklarının kaynaklarını saptamıştır.

   Lambaların, pişirme kaplarının ve depolama kaplarının kalıntı analizi ile flotasyon'a dayalı makrobotanik araştırma yaşam düzeni ile palinolojiye dayalı çevrenin ekolojik durumu hakkında bilgi dağarcığına katkıda bulunmuştur.

   Keramolojik araştırmalar, arkeometri yöntemlerin yardımı ile Sagalassos'un İmparatorluk döneminde önemli bir çömlek üretim merkezi olduğunu belirlemiştir ve cam üretimi ile metajurjiye kadar uzanan yerel zanaat üretimini ayrıntılı olarak kavramamızı sağlamıştır.

   Egzotik mimari malzemelerin ve sikkelerin incelenmesi ile birlikte bütün bu kanıtlar şehrin bölgesel ve uluslararası ticaret ilişkilerinin resminin geliştirilmesini sağlamıştır. Son olarak epigrafik çalışmalar, özellikle İmparatorluk döneminin ilk iki yüzyılı boyunca, şehrin alt yapısında ve süslenmesinde üst tabakanın rolü ile yerel tarih hakkında bilgi vermektedir.

***

   UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alan bu eşsiz kent, geçmişin görkemiyle bugünün sessiz derinliğini bizlere aynı anda sunuyor.

Bu yazı toplam 520 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar