“Pendaya Hastanesi’nde çalışan fiziksel engelli Kıbrıslırum vurulup öldürülmüştü…”
Okurlarımız bildiklerini paylaşmaya devam ediyor: Lefkeli bir okurumuz, Pendaya Hastanesi’nde çalışan fiziksel engelli bir Kıbrıslırum’un vurulup öldürüldüğünü anlatıyor… Okurumuz bize gönderdiği bilgilerde şunları kaydetti:
“Ben 67 yaşındayım… Savaştan hemen sonra babam ameliyat olmuş ve Pendaya Hastanesi’ne yatmıştı. Hastanede çalışan 35-40 yaşlarında fiziksel engelli bir Kıbrıslırum vardı. Herkesin çok sevdiği biriydi. El ayak işlerini yapardı. Evi de hastanenin yanındaydı. Ona özel kullanabileceği bir de bisiklet yapmışlar, evinden işine gidip geliyordu. Babam hastanede kalırken, çok sohbet etmiştik, çok şakacı iyi bir insandı. Babamla da ahbap olmuştu.
Babam tedavisini tamamlayıp da hastaneden çıktıktan sonra, yine gidip de bu engelli Kıbrıslırum’u görmek istemiş, kendisine yardımcı olduğu için bir hediye vermek istemişti. Ancak gittiğinde onu bulamadı. Sorduklarında, bu Kıbrıslırum’un vurularak öldürüldüğünü öğrenmiş ve çok üzülmüştü…”
Lefkeli okurumuza bizimle paylaştığı bilgiler için çok teşekkür ediyoruz. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi sahibi olan okurlarımızı isimli veya isimsiz olarak bizi 0542 853 8436 numaralı telefondan aramaya davet ediyoruz…


“Aziz Nesin'le bir Sanasaryan Misafirhanesi anısı: Yeni Harman, Filtresiz…”
Jan Devletoğlu/AGOS
12 yaşımda okumaya başlamıştım Aziz Nesin’i. Zeka fışkıran hikayeleri ve kara mizahı ile yeni oluşmaya başlayan edebiyat dünyamda, unutulmaz bir açılış uvertürüydü.
Onu, Nazım izledi. Sonra sırayla geldiler. Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Balaban ve Can Yücel girdi hayatıma. Onlar 65-68 kuşağını hazırlayan öncülerdi. Yol göstericilerimizdi. Hepsi liderdi kendi alanında. Bizim en büyük talihimiz Nazım dışında tümünü yüz yüze tanıma, onları dinleme fırsatı bulmuş olmamızdı. Nazım’la tanışmaya zaten olanak yoktu. Olsa da mutlaka hapiste olurdu. O yüce şair çoktan beynimizde ve kalbimizdeydi.
Sanasaryan Misafirhanesi
Yıl 1969, Sanasaryan Misafirhanesinin mutat davetlerinin birindeyim. Binanın yarısından fazlasını kaplayan bodrum katındaki koca alan, sanat ödüllerinin dağıtıldığı bir salon gibi. Ne yöne baksan ülkenin tanınmış sanatçıları, yazarlar, gazeteciler var. Hepsini, her zaman bir arada görmek zor. Defter kalem yasak olmasa, imza toplamanın tam sırası. Ödüller üst katlardaki özel odalarda veriliyor. Ödülendirilecek kişiler teşrifatçıların anonsu ile duyuruluyor. İsmi okunanlar, gruplar halinde ya ödül törenine gidiyor ya da bir başka misafirhaneye tayinleri çıkıyor.
Bizler genç kuşak davetlileriz. Bize de jüri özel ödülü verileceği söylendi, sıramızı bekliyoruz. Kimse konuşmuyor. Etraf köstebek dolu. Herkes birbirine kuşku ile bakıyor. Ödülü ne zaman alacağını bilmemek stres yaratıyor. Rahatlamak için orta alanda volta atmak gerekiyor.
Korkum bir anda kayboldu
Yanımdaki genç, az ilerde kuytu bir köşede yere çömelmiş duran, kısa boylu, birini işaret etti.
“Volta atmaya kalkarsa hemen kenara çekil. O tek başına yürür.”
“Kim o?”
Fısıldadı:
“Aziz Nesin.”
İnanamadım. Karanlıkta seçememiştim. Büyük bir coşku kapladı bedenimi. Okul harçlığımı kitaplarına yatırdığım, çocukluğumun büyük yazarı ile aynı havayı soluyordum! Salona girer girmez başlayan KORKU bir anda kayboldu. Aziz Nesin de burada olduktan sonra korkacak ne vardı ki?
Sonradan öğrendiğime göre, ne zaman bir darbe ya da siyasi bir toplama daveti olsa, Aziz Nesin davetli listesinin başında olurmuş. Polisin sabaha karşı evine yaptığı davetlerden çok bunalınca, ortalık azıcık karışınca en yakın karakola gidip “Ben Aziz Nesin. Siz zahmet etmeden ben geldim” demeye başlamış. Şaka mı bilmiyorum. Polisler bile o kadar alışmışlar ki, “Hoş geldiniz Aziz Bey” diye karşılamaya başlamışlar. Gelmediği zamanlar merak edip amirlerine sorarlarmış: “Hasta olmasın? Gidip baksak mı?”
Aziz Nesin’le volta atmak
Salon tıka basa dolu. İnanılmaz bir kalabalık var, herkes neredeyse kucak kucağa. Çift katlı ranzalarda üçer beşer yatılıyor. Boş duvar bulanlar sırtını dayayarak ayakta uyumaya çalışıyor. Ödüllerini almış olanların uyumaya bile gücü yok. Bir köşede inliyorlar.
Dostlardan gelen sabun, portakal, sigara elinize geçmişse ranza ayarlamak kolay. Benim henüz ranzam yok ama cebimde birkaç ranzaya bedel, dönemin en kaliteli sigarası, üç paket Filtresiz Yeni Harman var.
Bir hareket oldu. Herkes kenara çekildi. Aziz Nesin, voltaya çıkmıştı. Hani bazen bedeninizde bir coşku, kendinize hakim olamama hissedersiniz ya işte bende de öyle oldu. Davranışlarımı engelleyemedim. Uyarıları unutup fırladım volta alanına. Aziz Nesin’e karşı yönde yürümeye başladım.
Volta atma, Nişantaşı, Beyoğlu ya da Adalar’da yaylanarak yürümeye benzemez. Hızlı adım duvardan duvara yürüyüp ani bir çark yaptıktan sonra geldiğin duvara dönmen gerekir. Aynı hareketi 15-20 kez tekrarladıktan sonra sıranı başkasına devredersin.
Volta alanında bir Aziz Nesin var, bir de ben. Üstat ile aynı alanda volta atmak misafirhanelerde pek görülmüş bir şey değil. Herkes bizi izliyor. El, kol, otur işareti yapanlar var. Kuralları bilmeyip, volta atan birkaç toy genç de var aramızda. Çok heyecanlıyım. Elimi cebime attım, iki paket Yeni Harman’ı sıkı sıkıya tuttum. Tam Aziz Nesin yanımdan geçerken “Merhaba Aziz Bey” dedim, sigaraları uzattım. Bir an durdu. Şaşırmıştı. Uzattığım yassı, sarı renkli Yeni Harman paketlerine baktı, bir de yüzüme. Eminim o anda kıvılcım çakan gözleri fotoğrafımı çekti. Sigaralar ceketinin iç cebinde kayboldu.
“Teşekkür ederim.”
Voltasına devam etti. Koca salonda tık yoktu.
Yerime döndüğümde boş bir ranza beni bekliyordu.
Yıllar sonra Güneş Gazetesi’nde
Seneler geçti aradan. Güneş gazetesinin İngiltere temsilcisi olmuştum. Babıali’de Güneş unutulmayacak bir okul yaratmıştı. Tüm tanınmış yazarlar, Güneş’te yazıyordu. En önemlisi Aziz Nesin de Güneş’teydi.
İstanbul’a geldiğim günlerden birinde, odasının kapısını tıklatıp içeri girdim. Başını kaldırdı.
“Beni tanıdınız mı?”
Gözlerini ayırmadı yüzümden.
-“Sanasaryan, volta!” dedim.
Yüzünü bir gülümseme kapladı. İşaret parmağını doğrulttu.
“Yeni Harman?”
“Filtresiz!” dedim.
Yüzündeki sert ifade değişti, koca bir kahkaha koyuverdi.
O günden sonra her karşılaşmada aramızda aynı selamlaşma geçti.
“Yeni Harman.”
“Filtresiz.”
(AGOS – Jan DEVLETOĞLU – 15.8.2025)
“Ermenistan-Azerbaycan Anlaşması’nın Vaftiz Babası Trump…”
“…Anlaşma, Ermenistan’ın Türkiye ile sınırının Azerbaycan’ın ısrarıyla hâlâ kapalı olduğu gerçeğine değinmiyor ve bu “tarihi” Bildiri sonrasında, herkes de “barışın” tarafında olduğuna göre, sınırların ne zaman açılacağından –yahut açılıp açılmayacağından– bahsetmiyor. Bizler “Trump Yolu”na ilişkin daha fazla detayı merakla beklerken Bildirinin önemi, SSCB’nin çöküşü ardından ABD’nin Güney Kafkasya’ya jeopolitik açıdan üçüncü kez geri dönmesinde yatıyor. Gelecekteki gelişmelerin şifresini çözmek için Ermenistan’ın ve Azerbaycan’ın bildiriye ek olarak ABD ile ayrı ayrı imzaladığı iki ikili işbirliği belgesine bakmak faydalı olabilir…”
Viken Çeterian/AGOS
Savaşan iki taraf bir barış anlaşması imzalama muradını dile getirdiğinde bunu kutlamaktan başka ne gelir elimizden? Hele ki ABD, Ortadoğu’daki bitmek bilmeyen savaşlarında İsrail’i desteklerken, Netanyahu Gazze’de Filistinlileri imha ederken, Aliyev Dağlık Karabağ’daki etnik temizlik politikasına devam edip bölgedeki son Ermeni izlerini silmeye kararlıyken, Putin ise Ukrayna’yı yerle bir etme savaşını sürdürürken… Bu bağlamda, Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ile Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev arasında, ABD Başkanı Trump’ın lütfuyla imzalanan bu anlaşma yalnızca kutlanabilir: Çünkü bu, gelecek savaşlardan kaçınmak için atılmış bir adım olduğu kadar, iki ülkeyi barışa yaklaştıran da bir adım.
Ermenistan daha 2020’de savaşta mağlup olmuşken, Azerbaycan 2022’de Ermenistan’a saldırıp topraklarını işgal etmişken, 2023’te ise yalnızca iki hafta içinde Dağlık Karabağ’da Ermenistan’a ait kalan her bir köşeye saldırarak kusursuz bir etnik temizliği hayata geçirmişken, Ermenistan’ın Azerbaycan’la elverişli bir barış anlaşması imzalayabileceğini hangi dâhi öngörmüştü? Azerbaycan’ın saldırı savaşlarında İsrail ve Türkiye’nin askeri desteğini arkasına aldığı, ayrıca Pakistanlı ve Suriyeli paralı askerlerden yararlandığı bir ortamda, Ermenistan nasıl elverişli bir barış tesis edebilirdi?
2020, 2022 ve 2023 savaşlarında Rusya’nın Ermenistan’ı kendi kaderine terk ettiği, Trump yönetiminin 2020 savaşının patlamasına göz yumup bunu durdurmak için parmağını bile kıpırdatmadığı, Biden yönetiminin 2022’de bu tutumu sürdürerek özellikle 2023’teki etnik temizlik sırasında da aynı kayıtsızlığı gösterdiği, AB’nin ise gerek Ermenistan’da gerek Azerbaycan’da insan haklarına önem vermektense doğalgaz fiyatlarının peşine düştüğü bir ortamda, bu nasıl mümkün olabilirdi?
Ermenistan yalnızca askeri olarak mağlup değil, diplomatik olarak da tamamen yalnız bırakılmış durumda. Biz elbette barışı kutlayabiliriz fakat gerçekçi olmak gerekirse, bu Ermenistan için elverişli olmayan bir barış olacaktır.
Bildiri ne hakkında?
Washington’da imzalanan anlaşmanın tam içeriği hâlâ bilinmiyor. Kamuoyuyla paylaşılan, yedi maddeden oluşan, iki sayfalık bir Bildiri. Bildirinin ilk maddesinde tarafların, “Ermenistan ile Azerbaycan arasında Barış ve Devletlerarası İlişkiler Hakkında Anlaşma metnine mutabık kaldığı” belirtiliyor ve şunlar ifade ediliyor: Nihai bir anlaşmanın “imzalanmasını sağlamak için ilave adımlar atmaya devam etmenin gerekli olduğunun farkındayız.” Başka bir ifadeyle, müzakerelerin şu ana kadar geldiği aşamaya bakıldığında Washington’da da büyük bir ilerleme sağlanmış değil.
Ermenistan, Dağlık Karabağ savaşına müzakere yoluyla ulaşılacak bir çözüm bulmak üzere 1992 yılında görevlendirilen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Minsk Grubu’nun feshedilmesine mutabık kalarak büyük bir taviz verdi. Hayli sembolik bir taviz bu. Nitekim ABD, Fransa ve Rusya’nın eş başkanlığını yaptığı AGİT Minsk Grubu, 2020 savaşını ve Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nin yok edilmesini engelleme konusundaki yetersizliğini sergilemiş bir yapı.
Bildirideki en dikkat çeken ve hakkında en çok yorum yapılan madde de “Ermenistan Cumhuriyeti topraklarında”, Azerbaycan’ın ana toprakları ile Nahçıvan eksklavını bağlayacak “Uluslararası Barış ve Refah için Trump Yolu”nun kurulmasını düzenleyen dördüncü maddeydi. Üçüncü madde ise “iki ülke arasındaki ulaşım ve iletişim hatlarının açılmasının önemini” vurguluyor. Bu da –henüz kesinleşmese de– Ermenistan’ın ulaşım ve iletişim hatlarının Azerbaycan üzerinden açılabileceği anlamına geliyor olabilir.
Bildirinin söylemedikleri
Bildiri, Dağlık Karabağ’ın, oradaki Ermeni nüfusun ve geri dönüş haklarının akıbeti hakkında hiçbir şey söylemiyor. Ayrıca, Ermeni Apostolik Kilisesi’ne ait çok sayıda Ortaçağ manastır kompleksi dahil olmak üzere, şu anda Azerbaycan kontrolünde bulunan binlerce Ermeni kültürel varlık hakkında da herhangi bir ifade içermiyor.
Bildiri, stratejik tepeler ve nehir kaynakları da dahil olmak üzere, 2021’den bu yana Azerbaycan tarafından işgal edilen Ermenistan Cumhuriyeti topraklarının akıbeti hakkında da sessiz kalıyor.
Ayrıca Azerbaycan’ın 2020 savaşı ve 2023’teki Karabağ’daki etnik temizlik sürecinde çok sayıda Ermeni rehineyi hâlâ alıkoyduğu gerçeğinden de bahsetmiyor. Bunlar arasında eski Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nin çok sayıda siyasi ve askeri lideri ile milyarder hayırsever Ruben Vardanyan da bulunuyor.
Son olarak, anlaşma, Ermenistan’ın Türkiye ile sınırının Azerbaycan’ın ısrarıyla hâlâ kapalı olduğu gerçeğine değinmiyor ve bu “tarihi” Bildiri sonrasında, herkes de “barışın” tarafında olduğuna göre, sınırların ne zaman açılacağından –yahut açılıp açılmayacağından– bahsetmiyor.
Yeni bir jeopolitik tango
Bizler “Trump Yolu”na ilişkin daha fazla detayı merakla beklerken Bildirinin önemi, SSCB’nin çöküşü ardından ABD’nin Güney Kafkasya’ya jeopolitik açıdan üçüncü kez geri dönmesinde yatıyor: İlk geri dönüş, Bill Clinton Hazar petrol kaynaklarını güvence altına aldığında ve ana boru hattının Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye güzergahından geçirilmesine karar vererek hem Rusya’yı hem İran’ı saf dışı bıraktığında yaşanmıştı. Azerbaycan’ın ABD’nin Taliban’a karşı yürüttüğü savaşta lojistik üs görevi gördüğü ikinci dönüş George Bush döneminde gerçekleşmişti. Bugün Trump yönetimindeki ABD, Asya fabrikaları ve Avrupa piyasaları arasındaki ticaret güzergahlarını kontrol etmek için Kafkaslara geri mi dönüyor?
Amerika’nın bu “kazanımı”, “kaybedenleri” de beraberinde getirdi. Kaybedenler listesi uzun olsa da sıralayalım. İlk kaybeden kuşkusuz Rusya. Putin’in Ukrayna’daki yanlış hesaplanmış askeri macerası günlük olarak Ukraynalıların hayatını yok etmekle kalmayıp, Rus kaynaklarını da tüketmeye devam ediyor. Bu da, bir zamanlar Sovyet Cumhuriyetleri olan ya da Rusya’nın “Yakın Yurdu” olan yerlerdeki Rus etkisini zayıflatıyor. Diğer kaybeden İran. 30 yıldır Güney Kafkasya’da bağımsız bir politika yürütmemenin, kuzey sınırlarının güvenliğinin sağlanmasında Moskova’ya bel bağlamanın veya Lübnan’da, Suriye’de, Yemen’de ve Gazze’de ideolojik maceralara girişirken hassas kuzey sınırlarını görmezden gelmenin bedelini ödüyor. İran bugün “Trump Yolu"na itiraz edebilir ama pratikte yapabileceği çok şey yok. AB ise Ursula von der Leyen’in vaat ettiği “gerçek anlamda jeopolitik bir Komisyon” uğruna Güney Kafkasya’ya on yıllar boyunca yaptığı yatırımlardan sonra diğer kaybeden oldu. Son olarak, 2020’de Azerbaycan’ın askeri maceralarına yaptığı “yatırımlara” ve İlham Aliyev’e Karabağ zaferinin anahtarlarını vermesine rağmen Türkiye, “Trump Yolu”nun dışında bırakıldı. Ortadoğu’da jeopolitik değişimlerin yaşandığı bir dönemde, özellikle İsrail’in Suriye’ye yönelik askeri genişlemesinin oradaki Türk varlığını zorladığı bir ortamda, Güney Kafkasya’da oluşacak bir Amerikan varlığı Türkiye’nin güvensizlik duygusunu güçlendirecek mi? Ve İlham Aliyev’in Amerikalıları Güney Kafkasya’ya getirme tercihinin Ankara ve Bakü arasındaki güven eksikliğini derinleştirmesi mümkün mü?
Bu ülkeler Trump’ın planlarına tek tek karşı çıkamazlar, ancak birlikte hareket ettiklerinde karşı koyabilirler. Uzun vadede, Rusya’yı İran ve muhtemelen Türkiye ile bir araya getiren bir koalisyona ABD de karşı duramaz. Unutmayalım ki, sadece Kasım 2020’de imzalanan Karabağ savaşı ateşkes bildirisinin 9. maddesi, Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki ulaşım ve iletişim hatlarının açılması gerektiğini ve Güney Ermenistan güzergahlarının güvenliğinin Rus Sınır Muhafızları tarafından sağlanacağını ifade ediyordu. Azerbaycan bu ateşkes anlaşmasına riayet etmeyerek Ermenistan ve Karabağ’a saldırdı; Rusya ise Karabağlı Ermenilerin güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine getirmedi ve etnik temizliğe maruz kalmalarına göz yumdu. Peki, sadece beş yıl sonra, 2030’da bu bölgeyi ne bekliyor, kim bilebilir?
Gelecek şekillenirken
Gelecekteki gelişmelerin şifresini çözmek için Ermenistan’ın ve Azerbaycan’ın bildiriye ek olarak ABD ile ayrı ayrı imzaladığı iki ikili işbirliği belgesine bakmak faydalı olabilir. Azerbaycan devlete ait petrol tekeli SOCAR ve ABD’li ExxonMobil arasında enerji işbirliği anlaşması imzaladı. Bu anlaşma, Azerbaycan petrol üretiminin 2010’daki günlük 1 milyon varil zirvesinden 2024’te 580 bin varile hızla gerilediği ve mevcut üretimi sürdürebilmek için ciddi yatırım ihtiyacı duyduğu bir dönemde gerçekleşiyor. Ermenistan ise ABD hükümetinin yarı iletkenler ve yapay zeka merkezi için teknoloji transferlerini onayladığı bir anlaşmaya imza attı. Azerbaycan’ın ekonomik modeli geçmişte donup kalmış gibi görünürken, Ermenistan modernleşme yolunu bulup başarısızlıklarını ve çektiği acıları daha iyi bir geleceğe dönüştürebilecek mi?
(AGOS – Viken ÇETERYAN – 12.8.2025)








