Ne Değişecek?!...
Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı (CB) seçimlerinde destekleyeceği aday için karar vermiş olanlar var, kampanya süreçlerini izleyip karar verecek ve oy kullanacak olanlar var, KKTC’de her seçimi boykot eden de bir grup var ki onlarla ilgili yorumlarımı bu köşeden iki hafta önceki yazımda ( https://www.yeniduzen.com/secimde-sandiga-gitmek-veya-gitmemek-24256yy.htm ) paylaşmıştım.
Özellikle sosyal medyada paylaşım yapan bazı entellektüeller de var ki seçim sonuçları için “Ne değişecek?!” sorgusu üzerinden ve ‘Boykotçular’ grubuna dahil olmamaya özen göstererek, görünüşte karamsar, vermek istedikleri mesaj açısından da statükonun devamı sempatizanı oldukları anlaşılıyor. Bunun bir yanılgı olduğunu söyleyebilirler; yanılgı ise, yanılma kaynağı kendi paylaşımları ve söylemleridir… Onları ‘Boykotçu’ gruba dahil etmek doğru olmayacak çünkü boykotçular ütopik bir siyasi demokrat duruşa sahiptir; ”Ne değişecek” diyenler entellektüellerin böyle bir duruşu yoktur.
Bu entellektüellerin ortaklaştığı nokta, BM Ölçütlerinde federal çözümün mümkün olamayacağı, Kıbrıs Rum tarafının bunu kabul etmeyeceği, zaten onlarca yıldan beri görüşülen federal çözümde herhangi bir ilerleme olmadığıdır. Öncelikle Kıbrıs Türk tarafı onlarca yıl federal çözümü görüşmedi. Dektaş görüşür gibi yaptı; Ecevit’in önerisi olan federal çözüm BM Ölçütleri olarak kabul edilirken de, Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulurken de pek mutlu değildi… O mutluluğunu KKTC’yi ilan ederken yaşadı… O günden bugüne geçen süreçte, KKTC’de gelişen ve bugüne varan ve statüko sürdükçe de daha da kötüleşecek olan sağ siyaset marifeti yozlaşmanın ve çürümüşlüğün, Türkiye’nin kalın bağırsağı olmak gerçekliğinin kalıcılaşması ile baş başayız . O günden bugüne zaten azınlığa düşmüş olan Kıbrıslı Türklerin, genci yaşlısı, artık Kıbrıs’tan çekip gitmeyi konuşuyor…
Federal çözümü iki Kıbrıslı Türk lider görüştü, Talat ve Akıncı… Karşılarındaki Kıbrıs Rum liderler Papadopulos ve Anastasiadis de zoraki ve isteksiz olarak görüşme masasına oturmuştu… Sonunda her iki Rum lider de BM Ölçütlerinde çözümü engelleyen resmi taraf oldu. Tamam, statüko devam etti amma velakin bir şeyler de değişti… Annan Planı sonrası BM’nin arşivinde olan Annan raporunda “Referandumda büyük oranda evet diyen Kıbrıslı Türklere uygulanan izolasyonlar artık anlamını yitirmiştir, dileyen ülkeler Kıbrıs Türk tarafı ile ikili ilişkiler kurabilir” cümlesi doğrudan kazanım getirmese bile Kıbrıslı Türkler için birçok açılımlar yaratmıştır.
Örneğin Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde iki sandalyemiz var, Avrupa Yerel Yönetimler ve Belediyeler Kongresinde iki sandalyemiz var; Ertuğruloğlu da o sandalyelerden birine UBP’yi temsilen oturdu. Avrupa Parlamentosunun iki siyasi grubunda CTP ve UBP’nin aktif olabileceği temsiliyet hakları var, uluslararası hukukun Kıbrıs’taki mülkiyet sorunu konusunda yerel çare olarak kabul ettiği Taşınmaz Mal Komisyonu’muz var, Lefkoşa Türk Belediyesi’nin uluslararası kabulü var, Ticaret Odası ve sendikaların ait olabildiği uluslararası örgütlere üyeliği var… Crans-Montana Konferansı’ndan sonra da BM Genel Sekreterinin (BMGS) yeni görüşme süreci ile ilgili taraflara bildirdiği modalite belirlemesi var… Yeni süreç ‘Bir çözüm / A solution’ odaklı, zaman tahditli, tarafların federal yapıda siyasi eşit ve etkin katılımcılığının kabulü ve eski mutabakatların geçerliliği ile olacak diyor…
Dolayısıyla, yeni bir süreç başlarsa, Kıbrıs sorununu çözmek için başlayacak; ya BM Ölçütlerinde ya da BMGS’nin yazdığı gibi ‘Bir çözüm’ olacak… ‘Bir çözüm’ de BM’nin üçüncü defa aldığı inisiyatifi başarısız yapan tarafa göre şekillenecek… Kıbrıslı Türkler ise, başımıza gelecek olanlar şimdikinden daha kötü olamaz, zaten en kötüsündeyiz; Türkiye’ye karşı bazı etkin yaptırımlar denenebilir ama o da belki… Kıbrıs Rum tarafı üçüncü defa BM inisiyatifini tuş ederse, Annan Raporunda geçen Kıbrıslı Türklere izolasyonların anlamını yitirdiğine dair cümle var ya, o arşivden çıkar ve uluslararası meşruiyeti olan bir formatla Kıbrıslı Türklerin dünyaya entegre olacağı bir siyasi yapılanma BM ile Kıbrıs Türk tarafı arasındaki bir mutabakat ile şekillenir ve uygulanır.
CB seçimlerinden sonra ”Ne değişecek?” diyen entellektüeller var ya ve statükonun devamı tercihlerini gizlemek üzere böyle sorgulayıcı paylaşımlar yapıyorlar ya, sıkıntıları Erhürman seçilirse BM’nin üçüncü kez inisiyatif almasını sağlayacağıdır. Hristodulidis de Papadopulos ve Anastasiadis gibi yapmazsa süreç BM Ölçütlerinde iki bölgeli, iki halklı federal çözüm ile sonuçlanacak; onların tekrarını oynarsa da BMGS’nin “Bir çözüm” anlamına gelen “A solution” açılımı uygulamaya, sözü söyleyen BMGS tarafından konulacak. BMGS yeni süreci bu sözünün kabulü ile başlatacağını yazılı olarak taraflara söylemişti zaten; uygulamaya koymasının önü açık olacak…
Dolayısıyla “Ne değişecek?!” deyip sorgulanırsa, sorgulayanların entelektüellik düzeyine bakıldığında da çözüm süreçlerinin cahili olmadıkları görülebileceğine göre, seçimlere bu tepkiyi vermenin iki nedeni olduğunu anlamak da kolaydır: Erhürman kazanacak görünüyor; kazandığında da statükonun sonu geleceği kesin… Statükonun devamı için Erhürman’ın önünü açıktan kesmeye kalkışmak ve Tatar’a doğrudan destek vermek de geri tepecek ve müthiş tepkiye maruz kalacaklar… En iyisi kaçak güreşmek, “Ne değişecek?!” diyerek statükonun devamını sağlayacak seçim sonucuna destek vermek… Denktaş ve Eroğlu resmi görüşmeler yapmalarına rağmen BM Ölçütlerine muhalif oldukları için ilerleme olmadı, statüko sürdü. Tatar, Denktaş’tan “intihal’ 2-Devletli Tez’inin arkasına saklanarak hiçbir resmi görüşme yapmadı ve statükonun devam etmesini sağladı…
“Ne değişecek?!” sorgulamasının misyonu, bir şeyin değişmemesi ve statükonun devamı için, değiştireceği sözünü veren Erhürman’ın önü kesmek stratejisini denenmektir. Bu coğrafyanın yurtseverleri ise, stratejik birliktelikle, sürdürülebilir geleceği bu yurtta daha mutlu, daha huzurlu ve daha refah yaşamak için “Çok şey değişecek” diyerek ve değişimi başlatmak üzere Erhürman’a destek veriyor, sahip çıkıyor… Her gün her türlüsünden kokuşmuşluğun yaşandığı bu mevcut statükoyu değiştirmek, bu statükonun mimarlarının işine son vermek de onların misyonu.
Değişim isteyenler, değişime ihtiyaç duyanlar değiştirmek için misyon üstlenir, adım atar, çaba koyar; “Ne değişecek?!” diye kinayeli sormaz oturduğu yerden… Sorarsa değişim istemez, halinden memnundur, devamını ister… Değişimin de kötü bir huyu var; “Değişmeyen tek şey, değişimdir” düsturu var… Devrimlerin de kötü bir huyu var; halka rağmen olan statükoları hep yıkar…







