Lobicilik nasıl yapılır ve nasıl yapılmaz!
Elbette haddim değil; lobiciliğin nasıl yapılacağını veya yapılmayacağını kimseye öğretecek durumum yok!
Ama bu konuda gözleme dayalı ciddi tecrübem olduğu inancındayım!
-*-*-
Birleşik Krallık’ın Türkiye Ticaret Elçisi ve Manchester Rusholme Milletvekili Afzal Khan, “yeğenimi görmeye gitmiştim; gitmişken bir de Ersin Tatar’a uğradım” dedi ve ne yazık ki İngiltere’deki Rum toplumundan gelen baskılar neticesinde, Ticaret Elçisi unvanından ayrılmak zorunda kaldı!
-*-*-
Adu bir:
“Pakistan kökenli İngiliz vekil Afzal Khan’ı KKTC’ye davet etmek; Ersin Tatar ile görüştürmek; Ercan Havaalanı’nı kullanmasını sağlamak” bir lobicilik çabasıdır…
-*-*-
Adu iki:
“Khan’ı istifaya zorlamak ise lobiciliktir!”
-*-*-
Lobicilik nasıl yapılır?
İstifa ettirerek!
-*-*-
Lobicilik nasıl yapılmaz?
Bakalım!
-*-*-
Başka İngiliz vekiller de gelmiyor mu KKTC’ye?
Tabii ki geliyorlar!
Hatta Ozanköy’de evleri olan Lord bile var!
-*-*-
Yine bazı milletvekilleri de hatta İngiliz bakanlar bile gelebilir!
Ama nasıl gelebilir?
“İzin”le!
“Presdürlere – protokollere - uluslararası ilişkilerle ilgili kurallara uyarak!”…
-*-*-
Khan, KKTC’ye neden getirildi?
“Haklı siyasetimize destek” diyeceksiniz!
Peki sonuç?
Hüsran tabi ki!
-*-*-
Neden hüsran?
-*-*-
Kıbrıslı Rumların İngiltere’deki örgütlenmeleri, 1930’ların başından itibaren hareketlenmiştir…
Oysa bizim ilk örgütlenmemiz son derece cılız bir şekilde, 1955 sonrasına rast gelir ve bizim örgütlenmemizde – tıpkı TMT’de olduğu gibi “İngiliz parmağı” çok etkilidir!
-*-*-
Yani Londra’da – ilk başlarda aslında “ulusal” veya “Türklükle alakalı” bir örgütlenmemiz yoktur!
Rumların “Elen milliyetçiliği ve Enosis çabası” karşsında, İngiliz’in kendisine destek bulmak veya yaratmak için karşısında örgütlediği “Auxillary Polis” modeli – yani “yardımcı polislik görevinde olduğu gibi” bir yapı söz konusudur.
-*-*-
Şu da çok önemlidir; 1930’larda başlayıp, hatta 1820’lerde başlayıp; geçen yıllar içerisinde Rumlar, Enosis siyasetinden federal çözüm siyasetine kadar inanılmaz bir birliktelik sergiler…
-*-*-
Londra’da hala yaşamını sürdüren bir örgüt olan Cypriot Brotherhood adlı örgütle 1930’larda başlayan ilk toplanmalar, bugün maddi açıdan çok güçlü ve kesinlikle Kıbrıs Cumhuriyeti derin devletinin her türlü desteğini arkasında bulan lobi örgütlenmesi kapsamında son derce güçlüdür…
Son örnekte gördüğümüz gibi; bu örgütlenmenin tek bir mektubu ile Khan’ın görevden gitmesi sağlanmıştır!
-*-*-
Peki, Rumlar bu kadar güçlü lobiciliği neye borçludur?
“Adamların savunduğu davanın haklılığına” diyeceğim – kızacaksınız!
Demeyeyim!
-*-*-
Peki nedir bizim başarısızlığımızın ve Rumların başarısının sebebi?
-*-*-
İnanç!
Bizde davaya inanç, tıpkı KKTC’de olduğu gibi göstermeliktir; şov maksatlıdır; yalakalıkla dop doludur!
Tüm Kıbrıslı Türkler, Kıbrıs’ta sürdürülen “Türk” siyasetlerinin, Kıbrıslı Türk toplumunun değil, Türkiye’nin çıkarına olduğundan emindir!
Bence mesela Ersin Tatar ve Ünal Üstel de bundan şüphe duymamaktadır!
Ama “koltuk” çok önemli!
-*-*-
Bir dip not ekleyeyim: Mesela Serdar Denktaş neden Türkiye tarafından harcanmıştır ve hala harcanmaktadır?
Çünkü (bence) açıkça, “önce Kıbrıs Türk toplumu, sonra Anavatan” dediği için!
-*-*-
Tatar ve Üstel neden şu andaki görevlerindedir?
“Sadece Anavatan” demekten öteye geçmedikleri için!
Bilmem anlatabildim mi?
-*-*-
Efendim ayrımız gayrımız mı var?
E vaaaaar!
Var tabii ki!
Zaten ayrımız gayrımız olmasaydı, lobiciliğimiz güçlü olurdu!
Ayrımız gayrımız çok olduğu için, kim, neyi savunacağını, neyin lobiciliğini yapacağını haliyle şaşırıyor!
-*-*-
İngiltere’de lobicilik yapabilecek bir çok değerli insanımız, örgütümüz elbette vardır ama dediğim gibi en başta “inanç” eksiktir!
-*-*-
İkincisi, “birlik olma yeteneği…”
Bu yetenek hiç gelişmemiştir!
Neden gelişmemiştir?
Çünkü “milliyetçilik” adı altında ortaya çıkan bir çok isim, ne yazık ki kişisel çalışmıştır!
Cebe işlemiştir!
Mesela 1963 Aralık’ından sonra beliren “para toplayıp Kıbrıs Türkü’ne gönderelim” çabaları; bugünkü değeriyle belki de 10 milyonlarca sterlinin, birkaç kişinin cebine akması şeklinde sonlanmıştır ki bu konuyu zamanında “Londra Türkü’nün kaybolan paraları” adı altında yazı dizisiyle, Toplum Postası’nda da Avrupa – Afrika’da da yazdım!
-*-*-
İnanç eksikliği, kişisel çıkarla birleştiği anda; “siyasi farklılıklar” da buna eklenince; halk her türlü lobicilik hareketinden soğumuştur…
-*-*-
KKTC’de de durum bundan farklı değildir ki!
İnanç eksikliği ve karmaşası had safhadadır!
Milliyetçi kanatta cebini ve koltuk sevdasını düşünenlerin sayısı toplumu düşünenlerin sayısının 5 bin katıdır!
-*-*-
İnanmayınca, kişisel çalışınca, makam şaklabanlığı yapınca, koltuk ve cep hastalıklarından da muzdaripseniz; Afzal Khan örneği nedeniyle bir daha da bu ülkeye Ercan’dan kimseyi getiremezsiniz!
-*-*-
Haaa getirmek mi istiyorsunuz?
Toplumun çıkarlarını şahsi çıkarları için Türkiye’nin çıkarlarına zavallı bir şekilde teslim edenler, lobicilik yapamaz!
Çalan, rüşvet alan, her ihalede Türkiyeli dilbandi dostları ile birlikte komisyon hesabı yapan , makam şaklabanı veya koltuk şebeği olanlar, lobicilik yapamaz!
-*-*-
Kısacası; Londra bir yana; KKTC’de bu konuda birlik olabilseydik; bu birlikteliği Londra’ya yansıtabilseydik; Afzal Khan, “Lord” unvanı alırdı; İngiltere’nin her havaalanından Ercan’a direkt seferler yapılırdı!
-*-*-
Bu arada sakalığın bir başka modeli de söz konusu…
Mesela Afzal Khan, neden KKTC’ye getirildi?
Kendisi diyor ki, “yeğenimi ziyarete geldim; gelmişken bir de Ersin Beyi göreyim dedim!”…
Hikaye!
“Parasını ben ödedim” diyor!
Daha da hikaye!
Khan, KKTC’ye, Tatar’ın seçim propagandasına katkısı olsun veya belki olur diyerek getirilmiştir!
Ve yüzümüze gözümüze bulaştırılmıştır!

Larnaka biter, Gönyeli’ye dönüş!
Enfes Larnaka dinlencesini tamamladık…
Bu arada mutlaka yazmam gereken üç şey daha var…
-*-*-
Birincisi; “şifreli tuvalet kapısı”…
-*-*-
Kalabalık inanılmaz!
Restoranlar dop dolu, trafik allak bullak; arabaya park yeri bulursunuz tabii ki ama yürümek şart!
-*-*-
Bu arada tıklım tıklım bir cafe!
İşendim!
Çatlayacağım!
Yaşlandık da!
Henüz üzerime kaçırmadım ama ihtimal yüksek!
-*-*-
Koştum, tuvaletin kapısına geldim, üç dört dilde yazılmış bir not; “… Elinizdeki kasa fişinde, kapının kilidinin şifresi var; o şifreyi girin “haş”a (#) basın falan…
Yani her sokaktan geçen bu tuvalete işeyemez abi!
Al içeceğini, öde parasını, al fişini, gir şifreyi, işe!
-*-*-
İkincisi!
Larnaka’da plajlar belediyenin…
Bedava!
Peşkirciğini kuma ser; para ödeme…
Ama iki şezlong, bir şemsiye mi istiyordun; belediyeye 7 veya 7.5 Euro ödeyeceksin!
-*-*-
Çıktın, duş mu lazım?
Otomatik!
50 Eurocent atacaksın, 30 saniye kadar duş çalışır!
Yıkan, ama çabuk!
Hem su tasarrufu hem de bedava değil yani!
-*-*-
Ve bir konu daha!
Mall…
Larnaka’daki Metropolis Mall adlı alışveriş merkezine ilk kez gittim!
Çin’in başkentindeyim sanki!
İnsan kalabalığı!
Turist de çok ama insanların yüzde 90’ı “Kıbrıslı”!
Bilmem anlatabildim mi?
-*-*-
2 günlük tatil biter; Gönyeli’ye döneriz…







