1. YAZARLAR

  2. Serkan Soyalan

  3. Lezzet dolu resimler
Serkan Soyalan

Serkan Soyalan

Lezzet dolu resimler

A+A-

   İstanbul’da Türkiye İş Bankası Resim Heykel Müzesi’nde açılan damak tadımı ve ruhumu besleyen “Tat ve Sanat-Lezzetli Resimler Sergisi”ni ziyaret ettim.

   Müzenin 3’üncü katında başlayan sergide, “Cömert Doğa”da tarla, bağ ve bahçe görünümleri yer alırken, “Doğa Tadında Renklerle”de sergilenen çok sayıdaki natürmort alt başlıklara ayrılmaktadır: Meyvelere Odaklanmak’ta tek çeşit meyveli natürmortlar; Meyvelerin Saltanatı’nda türlü meyveli natürmortlar sergilenmekte, devamında Çiçekli Natürmortlar, Meyvelerin Çiçek Halleri, Sebzeli Natürmortlar ile Evaniyle Zenginleşen Natürmortlar gelmektedir.

   Serginin 2’nci katında ise  “Ürünler Sunulurken”de yaşam kaynağı su; pazar yeri; dükkân ve sokak satıcıları ile başlamaktadır ve “Denizden Çıkan Nimet”te balıklar ve balıkçılar, “Yemek İçin Emek”te yiyeceğin hazırlanması ve mutfak temalı resimler ile devam etmektedir.

   Orhan Veli’nin bir şiirinden çıkıverip serginin son bölümünü adlandıran “Cânân ki Degüstasyon’a gelmez” ise kahve ve çay ile kahvehaneler, lokantalar ve sofraları konu alan resimlere işaret etmektedir.

***

   Prof. Dr. Gül İrepoğlu, serginin tanıtım broşüründe sergi ile ilgili şöyle yazıyor:

   “Yemek kültürünün sanat yoluyla görselliğe taşınması tarih boyunca gündemde olan bir eğilimdir. Esinlerini verimli topraktan ve denizden; meyvelerden, sebzelerden, balıklardan, onlarda oluşan mahsullerden ve sofralardan alan sanatın açılımları, tat alma duyumuzu harekete geçirmekle yetinmeyip görme duyumuzu besleyen, aynı zamanda bilincimizi doyuran bir şölendir. Bu konulardaki resimler iştah açıcı görünümlerin yanı sıra kâh keyifli, kâh düşündürücü veya anıları tetikleyici çağrışımlarla öyküler anlatır. Ressamların örneğin meyvelerin dokusuna, o çok benzersiz yapıya yaklaşımı özeldir. Kimi toprağın çatlaklarını yansıtırcasına pütürlü, kimi ise durgun su misali parlak ve düzgün ama hep doğa mucizelerinin uzantısı olan meyve yüzeylerinin ele alınışındaki, taklit edilmesi güç renklerin özgün yorumlarla tuvale taşınmasındaki ustalığa, yer yer edebiyatın eşlik etmesi hayalleri zenginleştirecektir.”

***

   Serginin “Cömert Doğa: Tarla, Bağ ve Bahçe” bölümü Aşık Veysel’in ve Cahit Sıtkı Tarancı’nın dizeleriyle başlıyor…

***

   “Âdem’den bu deme neslim getirdi / Bana türlü türlü meyve bitirdi / Her gün beni tepesinde götürdü / Benim sadık yârim kara topraktır” diyen Aşık Veysel’e, “Memleket isterim / Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun; / Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.” dizeleriyle Tarancı eşlik ediyor.

***

   Toprak bin yıllardır insanı besler, doyurur, yaşatır. Gerek tarlalara özgü bin bir renk ile ekinlerin oluşturduğu eşsiz doğal düzen, gerek toprağın cömertliğine erişmek için uğraş veren insan figürü pek çok tuvale arzuyla, hevesle, içtenlikle işlenmiştir.

   Bağlarla bahçeler ise ezelden beri sofralara doğal besinler sağlayan işlevsel alanlardır. Kentlerin bahçeli yerleşimlerden oluştuğu geçmiş dönemlerde, büyük ya da küçük hemen her bahçede kümeslerle sebze fidanlarının ve özellikle de meyve ağaçlarının bulunması olağandı. İşlenen toprakla, tarlaya, bağ bahçeye içtenlikle kucaklaşan resimleri edebiyatın eşliğinde izlemek algıyı genişletecek, alınan tadı artıracaktır.

***

   Serginin “Doğa Tadında Renklerle: Natürmortlar” bölümü ise canlı renkleriyle insanın ruhuna dokunan eserleri, misafirlerine sunuyor.

   Meyve sebzelerin renkleri her zaman çiçeklerin renkleriyle rekabete girecek güçte, parlaklıkta ve çekicilikte olmuştur. Doğa harikası olarak nitelenebilecek türlü türlü biçimleri de öyle. Bu çağrışımlar yüzyıllardır tuvallere taşınarak birer sanat yapıtına; “natürmort”a dönüşmüştür.

   “Ölü doğa” ya da “hareketsiz doğa” anlamına gelen ve bir terim olarak ilk kez 17’nci yüzyılın ortalarında Hollanda kayıtlarında rastlanan natürmortlar, zaman içinde ressamların kendilerini doğanın sonsuz renkleriyle, hayranlık uyandıran ürünleriyle ifade etme yoluna dönüşmüştür.

   18’inci yüzyıldan başlayarak, 19’uncu yüzyıl boyunca Osmanlı döneminde de sarayların ve konakların duvarlarıyla tavanlarında yer alan figürsüz manzara resimleriyle bir anda görülen natürmortlar, yeni betimleme anlayışının öncüleri arasındadır.

***

   Sergide yer alan, etkinliğini 20’nci yüzyılın sonlarına kadar sürdürecek 1914 Kuşağı ressamlarının natürmortlarından ise dönemlerinin tadı; yeme içme beğenileri, koşulları, olanakları, değerlendirmeleri, kısacası yaşantı parçaları yansır.

***

   Serginin “Denizden Çıkan Nimet: Balıklar ve Balıkçılar” bölümü de görülmeye değer.

   Denizin tüm ürünleri denizin lezzetli hediyeleridir insana. Tarih boyunca balık çeşitleri açısından zenginliğini dillere destan olan İstanbul Boğazı’nın ve özellikle Haliç palamutu ile orkinosu, şehrin eski bereket simgelerindendir. Binlerce yıl sonra, günümüzde de balık dendiğinde herkesin söyleyecek bir sözü vardır ve balık keyifli sofraların simgelerinden olmayı her zaman sürdürür.

***

   Sait Faik Abasıyanık bir ada sabahında denizi betimlerken tam bir deniz hiyerarşisi koyar ortaya: “Kıraçaları istavritler, istavritleri uskumrular, uskumruları kolyozlar, kolyozları palamutlar, palamutları sinagritler, sinagritleri yunuslar, yunusları orkinoslar kovalıyor (….) Bir şıkırtı, bir oyun, bir bayram, bir savaş alanı.”

   Tüm bu balıklar ve ötesi o özgün biçimlerinin tüm kıvraklığıyla, yüzeylerinin tüm parmaklığıyla desenlere, tuvallere zarafetle kurulurken, onları tutmayı ve sunmayı bir yaşam biçimine dönüştüren balıkçılar da yaptıkları işin görkemiyle ve güçlüğüyle ressamların kompozisyonlarında canlanır.

***

   Yemek hazırlık süreci de yer bulur sergide… “Seviyorum seni/Ekmeği tuza banıp yer gibi” dizeleriyle Nâzım Usta selamlıyor bizi bu salonda.

   Ekmek suyla birlikte tarih boyunca insanın temel gıdası olmuştur. Yaşamı sürdürmenin güçlü bir simgesidir ekmek. Sanatçılar da ekmeğe toplumun duygularından da yola çıkarak her zaman saygılı bir sevgiyle yaklaşmıştır.

   Hamurun hazırlanışı, ressamların her zaman ilgisini çekmiş, özellikle emek emek hamur açmanın aşamalarını yansıtan hareketler tuvallerde canlanmıştır. Kimi resimlerinse, tam bir yemek hazırlığı sürecini yansıttığı ya da özenle yan yana getirilen sebze ve gereçlerin neredeyse bir yemek tarifi vererek, resim çerçevesinin dışına taşarak, birkaç aşama sonrasını hayal ettirerek hem gönlü hem gözü doyurduğu söylenebilir, asla bayatlamayacak yiyeceklerdir bunlar.

***

   Çoğu zaman bir şenliktir sofra. “Ağız tadıyla” deyişi yalnızca gerçekten yenilen bir şeye değil, dirlik düzene, alınan keyfe işaret eder. Yenip içilen yerlerden bazıları, sanatçıların, düşünürlerin sofra başında toplanıp tartıştığı, söyleştiği mekânlar simgeleşmiştir.

   Orhan Veli’nin “Cânân” şiirinde yer alan, Ahmet Haşim’in “Havuz” şiirinde geçen “Cânân ki gündüzleri gelmez” dizesine nazireyle yazdığı, Beyoğlu Çiçek Pasajı’nın yanındaki, 1960’lara kadar etkinliğini sürdüren Degüstasyon’da simgeleşen, sevgilinin sözü edilen yerlere gönül indirmeyip uğramayacağını ironi tadıyla bildiren “Cânân ki Degüstasyon’a gelmez/ Balıkpazarı’na hiç gelmez” dizeleri, 20’nci yüzyılın ilk yarısındaki kültür-sanat ağırlıklı Beyoğlu bohem yaşantısının bir özeti gibidir.

   16’ncı yüzyıldan bu yana yaşantımızda bulunan kahve ve yakın zamanın çay gelenekleriyle birlikte mekân içleri; lokanta, pastane, kahvehane veya aile sofraları çeşitli aşamalarıyla sanatçıların yaşam dolu esin kaynaklarındandır.

   Resimlerdeki bu sahneler dönem yaşantılarına dair en renkli ipuçlarını verir, imgelemde sayfalar açar.

sergi-005.jpgsergi-2-004.jpgsergi-3-004.jpg

Bu yazı toplam 1949 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar