1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Leymosun’da esirlere verilen yiyecek ve su kısıtlıydı… Haftada iki sefer esirlere yemek göndermeye başladık…”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Leymosun’da esirlere verilen yiyecek ve su kısıtlıydı… Haftada iki sefer esirlere yemek göndermeye başladık…”

A+A-

Zalihe Yababa

(Zalihe Yababa, Leymosun’dan acı hatıralarını kaleme aldı: “Leymosun’da esirlere verilen yiyecek ve su kısıtlıydı… Haftada iki sefer esirlere yemek göndermeye başladık…” Bize gönderdiği yazıyı teşekkürlerimizle paylaşıyoruz. S.U.)

21 Temmuz 1974, günlerden Pazar: Harbın ikinci günü Türk nüfusunu Rumlar yoğun biçimde mahallelerden topladılar. Aldıkları adamları dikenli tellerle çevrili bir yerde tuttular. Esirlere verilen su ve yiyecek kısıtlıydı.Esirlerin ağaç dallarına benzeyen damarları ortaya çıkmıştı.

Bizler de haftada iki sefer KızılHaç aracığıyla esirlere yemek göndermeye başladık. 94 gün esir kampında tutuldular. Daha sonra Türk ve Rum arasında yapılan anlaşma ile esirler mübadele edildi ve Kuzey Kıbrıs'a geçtiler.Türkler artık güvende değillerdi. Harbın verdiği korkudan dolayı gizli yollardan İngiliz Üsleri’ne veya Kuzey Kıbrıs'a geçtiler.

İngiliz Üsleri’nde uzun süre sığınmacı olarak kaldılar. Şehrin büyük bir bölümü harabeye döndü. Evlerin yerinde moloz yığınları vardı. Yollarda yanmış arabalar, barikatlardan arta kalan taşlar doluydu. Bizler de kaçmayı düşündük ama nereye kaçabilirdik? Limasol’a giriş ve çıkışlar kapatılmıştı.

Ailelerimizi bulmanın hiçbir yolu yoktu. Hepimiz nasıl olsa öldürüleceğimizi düşünüyorduk…

Gece karanlık çöktüğünde taş duvarlarla çevrili bir eve toplanırdık. Bir arada olmanın desteği ile kendimizi daha güvende hissederdik. Günlük hayatımız artık sıradan bir hayat değildi. Paramız olsa bile ortalıkta satın alacak birşey yoktu. Daha sonra bize yardım vermeye başladılar. Çektiğimiz kıtlık günleri artık geride kaldı. Limasol giderek boşalmaya başladı. Çok zor ve acılarla dolu bir yıl oldu. En çokta acıyı çeken kadınlar ve çocuklar oldu. Uzun bir zamandan sonra eşimi,annemi,babamı kardeşlerimi ve akrabalarımı sağ selim bulabilmiş olmam bir mucizeydi…

Leymosun'da 1974'te Kıbrıslıtürk savaş esirleri...

sayfa-17-leymosunda-1974te-kibrisliturk-savas-esirleri.jpg

Leymosun'da 1974'te esir alınan Kıbrıslıtürkler...

sayfa-17-leymosunda-1974te-esir-alinan-kibrisliturkler.jpg

Leymosun'da 1974'te Kıbrıslıtürk savaş esirleri...

sayfa-17-leymosunda-kibrisliturk-savas-esirleri.jpg


“Feyruz: Bir sesin vicdana dönüşen hikâyesi…”

Mahmud Ertürk/SERBESTİYET

Bazı sesler vardır; bir halkın yitirdiklerinden çok, hâlâ direnebildiği şeylere işaret eder. Feyruz’un sesi de işte o seslerdendir. Ne bir marşın gürültüsüyle duyuruldu ne de bir bildirinin keskin diliyle konuştu; ama her şarkısıyla Filistin’in işgaline, Lübnan’ın bölünmesine ve Arap halklarının onurunu zedeleyen zillete sessizce karşı koydu. Sessiz bir ağıt, duru bir dirençti onunki.

Şarkı söyleyen bir kadın nasıl bu kadar güçlü olabilir? Belki de cevabı burada gizliydi: O bir “Devlet” kurmadı ama halkların birbirine sarılabildiği yegâne temsildi. Bağırmadı ama herkes onu duydu. Çünkü sesinden önce, duruşu vardı. Bazen yalnızca susarak, bazen hiçbir tarafa angaje olmadan bütün taraflara ayna tutarak… Feyruz, sadece bir sanatçı değil; kolektif bir vicdanın, bir halk onurunun ve Arap entelijansiyasının en kırılgan ama en sarsılmaz direniş biçimiydi.

Bir Avluya Sığan Dünya: Erken Yaşamı ve Ailesi

1935 yılında Lübnan’ın Cebel-i Lübnan bölgesinde, Fransız Mandası altındaki Beyrut’un Zuqaq al-Blat mahallesinde, yoksul ama onurlu bir evde dünyaya geldi. Doğduğunda adı Nouhad Haddad’dı. Babası Mardin kökenli bir Süryani Katolik olan Vadi Haddad, annesi ise Lübnanlı bir Maruni Hristiyan olan Liza Albustani’ydi. Aile, avlulu bir evin tek odasında yaşıyordu.

Dünya ise o yıl bambaşka bir karmaşanın içindeydi: Avrupa’da faşizm yükseliyor, Mussolini Habeşistan’ı işgal ediyor, Hitler Almanya’sı silahlanıyor; Arap coğrafyası ise çöken Osmanlı’nın ardından Batılı mandaların çizdiği yapay sınırlarla bölünüyor, din ve mezhepler üzerinden parçalanıyordu.

Lübnan, tarihten çok konvansiyonel pazarlıklarla şekillenen bir mozaikti. Kimlikler bir inançtan ziyade siyasal pozisyonlara indirgenmişti. Maruniler, Dürzîler, Sünnîler, Şîîler, Ortodokslar… Her biri kendi alanına çekilmiş, ortak bir gelecek tasavvuru yerini parçalı varoluşlara bırakmıştı. Feyruz’un çocukluğu, bu bölünmüşlüğün mikrokozmosu sayılabilecek bir mahallede geçti.

Çocukken içine kapanıktı, sessizdi. Ancak yaz tatillerinde gittiği dağ köyünde büyükannesine yardım ederken, su taşırken mırıldandığı şarkılar onun içindeki sesi dışarıya taşırdı. Henüz okul çağındayken söylediği bir ilahiyle dikkat çekti. Bu sadece sesin güzelliğiyle açıklanamazdı; onda aidiyetin ötesine geçen, sınırlara sığmayan bir tını vardı. Onu ilk keşfeden müzik öğretmeni Muhammed Flayfel, bu genç kıza sesi kadar sessizliğinin de güçlü olduğunu fark etti ve onu konservatuvara yönlendirdi. Sesini koruması, taşıması ve büyütmesi için ona özel tavsiyelerde bulundu.

Kısa sürede Beyrut Radyosu’nun efsanevi müzik direktörü Halim El-Rumi’nin dikkatini çekti. El-Rumi, onu radyo korosuna aldı ve ona sahne adı olarak “Feyruz” (Turkuaz) ismini verdi. Bu isim, onun sesinin berraklığına ve ruhundaki sakin ihtişama işaret ediyordu.

Genç yaşta Beyrut Radyosu’nda solistlik yapmaya başladı ve burada Rahbani kardeşlerle tanıştı. Bu yalnızca bir müzikal birliktelik değil, aynı zamanda entelektüel ve ideolojik bir ortaklıktı. Rahbaniler Batı taklitçisi bir çizgide değil, Doğu’nun kendi sesini, kendi dilini yeniden kurma çabasında olan Arap aydınlarının safındaydılar. Feyruz, bu sesin sadece yorumcusu değil, taşıyıcısı ve dönüştürücüsü olacaktı.

Arap Dünyasının Radyosunda Doğan Devrim

Feyruz’un sesi ilk kez duyulduğunda, Arap coğrafyası çoktan parçalanmıştı. 1948’de İsrail’in kurulmasıyla Filistinliler topraklarından sürülmüş, 1950’lerde Cemal Abdunnasır’ın öncülüğünde Pan-Arap idealler yükselmiş, ancak 1967’deki Altı Gün Savaşı bu ideallere büyük darbe vurmuştu. Lübnan ise Doğu ile Batı arasında sıkışmış, mezhebi ayrışmalarla bölünmüş bir minyatür devlete dönüşmüş; görünürde sakin ama içten içe bir patlamaya yaklaşan bir toplumdu. Ancak bu ses kısa sürede Lübnan’ın mezhep duvarlarını, sınırlarını, hatta kıtalarını aştı. Çünkü Feyruz’un sesi, herhangi bir dini, mezhebi, ideolojiyi yücelten değil; tüm bunların ötesinde bir yerden, insanın derinliklerinden konuşan bir sesti. Tam da bu yüzden, kimse onu tam olarak sahiplenemedi ama herkes onda kendinden bir şey buldu.

Feyruz, 1950’lerin başından itibaren Lübnan Radyosu’nda koristlik yaparak müzik kariyerine adım attı. Kısa süre içinde radyoda tanıştığı besteci Assi Rahbani ve kardeşi Mansour Rahbani ile yaratıcı bir iş birliği başladı. Rahbani kardeşlerin Feyruz için bestelediği üçüncü şarkı “Itab”, 1952’de yayımlanır yayımlanmaz büyük sükse yaptı ve Feyruz’u tüm Arap dünyasında tanınan bir yıldız haline getirdi. 1955’te Feyruz ve Assi Rahbani evlendi; Feyruz bu evlilikle eşinin inancını benimseyerek Rum Ortodoks mezhebine geçti. Çiftin ilerleyen yıllarda dört çocuğu oldu: Müzisyen Ziyad (1956-2025), kızı Layal (1960-1988), oğlu Hali (1958, çocukken menenjit geçirdiği için engelli kaldı) ve kızı Rima (1965).

1957’de Lübnan Cumhurbaşkanı Camille Chamoun himayesinde düzenlenen Baalbek Uluslararası Festivali’nde Feyruz ilk büyük konserini verdi. Sahnede sergilediği bu performansın ardından “Cavalier” Sanat Ödülü’ne layık görüldü ve artık ülkenin kültürel vitrininde parlayan bir yıldızdı.

1960’larda Rahbani kardeşlerle birlikte sayısız operet, müzikal ve film projesine imza atan Feyruz, Lübnan müziğine yenilikçi bir soluk getirdi. O dönemde Arap dünyasında hâkim olan uzun soluklu Mısır tarzı şarkılara karşılık, Feyruz ve Rahbani’ler Lübnan lehçesinde, folklorik ögeler ile batı melodilerini harmanlayan daha kısa ve modern parçalar ürettiler. Bu yaklaşım, modern Lübnan kimliğinin müzik yoluyla inşasında önemli bir rol oynadı ve Feyruz’u “Lübnan şarkıcılığının First Lady’si” konumuna yükseltti.

Feyruz’un sesi yalnızca aşk ve doğa temalarını değil, aynı zamanda toplumsal ve vatansever duyguları da dile getirdi. Kariyeri boyunca ergenlik sevdasından ülke sevgisine, hatta Noel ilahilerine kadar geniş yelpazede konuları müziğine taşıdı… Feyruz’un müziği böylece sadece romantik bir nostalji değil, aynı zamanda barış ve dayanışma mesajlarının da taşıyıcısı oldu. 1960’lardan itibaren Feyruz’un ünü Lübnan sınırlarını aştı; sesi önce Arap coğrafyasına, oradan da dünya sahnesine yayıldı. 1971’de çıktığı büyük Kuzey Amerika turnesi, Arap diasporasını ve Batılı dinleyicileri bir araya getirerek büyük başarı kazandı. Feyruz bu tarihe kadar komşu ülkelerden Avrupa ve Amerika’ya dek birçok ülkede konserler verdi…

Savaşı Susturan Ses: İç Savaşta Direniş

1975’te Lübnan’da patlak veren iç savaş, ülkeyi 15 yıl boyunca parçalara bölerken Feyruz ulusal birleştirici rolünü pekiştirdi. Pek çok sanatçı ve vatandaş can güvenliği için ülkeyi terk ederken Feyruz, gelen ısrarlı davetlere rağmen Lübnan’ı terk etmeyi reddetti ve savaş süresince ülkesinde kaldı. Bu dönemde hiçbir milis grubun veya siyasi fraksiyonun etkinliğinde sahne almadı; hatta 1975’ten 1990’da iç savaş sona erene dek Lübnan’da halka açık konser vermeme kararı alarak tarafsızlığını korudu.

Feyruz’un bu “Aktif tarafsızlık” tutumu, şarkılarının tüm cephelerde yankılanmasını sağladı. Gerçekten de iç savaş sırasında cephe hattının her iki tarafında da onun ezgileri radyolardan yükseliyordu; düşman milisler bile ateşkes anlarında Feyruz dinlemekte ortaklaşıyordu. Bu benzersiz durum, onun sesini adeta savaşın durduğu, ortak bir dua anına dönüştürdü. Bir yorumcunun ifadeleriyle, savaş yıllarında “Ancak Feyruz’un büyülü sesi radyodan yükseldiğinde çatışmalara kısa bir ara verilirdi”.

1980’lerde İsrail’in Lübnan’ı işgal etmesi Feyruz’u derinden sarstı; bu dönemde vatan sevgisiyle dolu eserler besteleyerek işgale karşı halkının sesini dünyaya duyurmaya çalıştı. 1984’te oğlu Ziyad Rahbani’nin düzenlemesiyle seslendirdiği “Li Beirut” (Beyrut İçin), harap olmuş başkente adanmış unutulmaz bir ağıt oldu. Bu şarkıyla Feyruz, Beyrut’un acısını kendi sesiyle sembolleştirdi ve o dönemde Lübnanlılar için bir umut ve direnç simgesine dönüştü…

Yaralı Bir Ülkeye Yeniden Nefes: İç Savaş Sonrası

İç savaş 1990’da sona erdiğinde, Feyruz uzun bir aradan sonra Lübnan’da ilk konserini 1994’te Beyrut’un kalbindeki Şehitler Meydanı’nda vererek ülkesine adeta yeniden can verdi. Sonraki yıllarda da Feyruz, politik kamplaşmaların arttığı dönemlerde bile tüm gruplarca saygı gören bir figür olmayı sürdürdü.

Feyruz 2011 yılında aktif sahne kariyerini noktalama kararı aldı; bu tarihten sonra neredeyse hiç canlı konser vermedi.

Feyruz, hayatında evlat acısıyla da sınandı: Kızı Layal 1988’de genç yaşta beyin kanaması nedeniyle hayatını kaybetti. Yıllar sonra ise geçtiğimiz ay (Temmuz 2025) oğlu Ziyad’ı 69 yaşında kaybeden Feyruz, Lübnan halkının geniş katılımıyla yapılan cenaze töreninde yine birleştirici bir figür olarak anıldı.

Hayatının ilerleyen döneminde dahi toplumsal meselelere duyarlı kalmayı sürdüren sanatçı, son olarak 2023’te Suudi Arabistan’da verilecek yüksek meblağlı bir kültür ödülünü ve konser davetini prensipleri gereği geri çevirdi. Basında yer alan haberlere göre Feyruz, Suudi Arabistan Veliaht Prensi’nin takdim edeceği ödülü almayı reddederek insan hakları sicili tartışmalı bu ülkenin kültürel yüzü olmayı istemedi.

Bugün 89 yaşında olan Feyruz, inzivada bir hayat sürse de halen Lübnan’ın ve Ortadoğu’nun vicdanı olarak görülmektedir. Milyonlarca insan için o sadece bir şarkıcı değil, aynı zamanda savaşın harap ettiği bir ülkenin ortak hafızası, umut sembolü ve ahlaki pusulasıdır. Lübnanlılar ona sıklıkla “El-Arūsah” (gelin) veya “Lübnan’ın Annesi” gibi sevgi dolu lakaplar takarak sesini ülkelerinin ruhu ile özdeşleştirir.

Sonuç olarak Feyruz’un yaşam öyküsü, sanat ile vicdanın nasıl bütünleşebileceğinin adeta ders niteliğinde bir örneğidir. Kökleri bir imparatorluğun küllerinden doğan genç Lübnan devletine uzanan bu kadın, mütevazı bir ailenin utangaç kızı iken sesinin gücüyle dünyayı kendine hayran bıraktı. Sesi bombaların bile susturamadığı bir umut türküsü oldu; duruşu, güç odaklarına boyun eğmeyen onurlu bir sanatçı profili çizdi. Hem sanatıyla hem de insani tavrıyla Feyruz, örnek, ibret ve ilham alınacak bir yaşam sürdü. Onun hikâyesi, Ortadoğu’nun çalkantılı tarihinde insanlığın ortak değerlerine sığınabileceğinin bir kanıtı olarak sonsuza dek hatırlanacaktır.

Yazının tümü için:

https://serbestiyet.com/yazarlar/feyruz-bir-sesin-vicdana-donusen-hikayesi-214860/

(SERBESTİYET – Mahmut ERTÜRK – 3.8.2025)

sayfa-16-feyruz.jpeg

Bu yazı toplam 859 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar