1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Kıbrıs’ın renkleri...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Kıbrıs’ın renkleri...”

A+A-

Alix Norman

Denizin mavisi... Güneşin altın sarısı... Yeşil ise paraya olan tutku mu belki? Ancak Kıbrıs’ın renk paleti, bu belirgin üç rengin çok daha ötesindedir. 21 Mart Salı günü Uluslararası Renk Günü’dür ve bu da adamızın renklerini incelemek için güzel bir fırsattır...

Kıbrıs’ın renk tonlarını düşündüğünüzde ilk akla gelen manzara zeytin ağaçlarının gümüşi yeşilidir, Akdeniz’in turkuvaz berraklığı geri plandadır ve dağların puslu menekşe rengi de oradadır... Mevsimler değiştikçe, renklerimiz de değişir. İlkbaharda altın renkli çiçekler ve kıpkırmızı horoz laleleri göz alabildiğince uzanan manzarayı kaplar... Yazın kızgın gökyüzü altında suya hasret bronz rengi tarlalar vardır... Sonbahar geldiğinde manzara yeşile ve ametist yani mora dönüşür, hava soğur ve bitkiler yeniden hayata döner... Ve kış aylarında ise parlak portokallar sokaklarımıza yuvarlanır, safir rengi tuz göllerimizde ateşi pembe renkli flamingolar göz kamaştırır...

Ancak ulusal renk paletimiz, yalnızca “flora ve fauna”nın ötesindedir. Örneğin bayrağı ele alalım... Güneşi ve toprağı sembolize eden sarı ve yeşil olduğu şeklinde bayrağa ilişkin yanlış şeyler yazılır çoğunlukla oysa bayrağın renkleri son derece titiz biçimde seçilmişti: zeytin dallarının yeşili barışı sembolize eder, adanın kendisi de bakır rengidir bayrakta, bu da Kıbrıs’a adını vermiş olan madenlere bir atıftır...

Kıbrıslıtürk ressam İsmet Güney tarafından dizayn edilen şimdiki bayrağımız, bir ulusal yarışmayı kazanmıştı – bu yarışmanın kuralları uyarınca bayrakta Yunanistan’ın bayrağı ile Türkiye’nin bayrağının renkleri olan mavi ya da kırmızı kullanılmayacaktı. Bayrağa ilişkin orijinal öneri, eski Britanya sömürge yönetiminin bir önerisiydi: pas kahvesi bir K harfi (“K”, “Kipros” yani “Kıbrıs”ı sembolize ediyordu ve rengi de tahminen bakırı temsil etmekteydi) ve bu, barışı sembolize eden beyaz bir zemin üzerindeydi. Ancak bu teklifi hem Cumhurbaşkanı Makarios, hem de Cumhurbaşkan Muavini Fazıl Küçük reddetmişti, her ikisi de İsmet Güney’in dizaynını tercih etmişti.,

sayfa-17-konstantinos-emmanuellein-ismet-guney-icin-hazirladigi-afis.jpg

Konstantinos Emmanuelle'in İsmet Güney için hazırladığı afiş...

İlginçtir ki ülkenin bayrağı yıllar içerisinde güncellendi... Orijinalinde, Kıbrıs yalnızca bakır rengi bir dış çizgiyle belirlenmişti ancak 16 Ağustos 1960’ta Kıbrıs’ın içi dolduruldu. Daha sonra, Nisan 2006’da ise zeytin dallarının şekli biraz değiştirildi ve Kıbrıs’ın rengi Pantone 336-C’den daha derin bir bakır rengi olan Pantone 574’e dönüştürüldü.

Annan Planı’nın önerilmiş olduğu günlerde yeni bir bayrak için bir yarışma anonsu yağılmıştı – yeni bayrak, Kıbrıs federal cumhuriyeti’ni temsil edecekti. Binden fazla başvuru oldu, bunların çoğu da mavi, yeşil ve bakır renklerini kullanmıştı. Ancak plan reddedildiği için, bu bayraklardan herhangi birisi seçilmedi.

Tıpkı Kıbrıs bayrağı gibi, Kıbrıs Turizm Örgütü’nin ve Turizm Müsteşarlığı’nın logosu da yıllar içerisinde birkaç kez değişime uğradı.

Resmi tarife göre, en son logo, “Kıbrıs’ın tüm yönlerini temsil eden bir renk paleti içeriyor. Bu da güneş (portokal rengi), kültürümüz (sarı rengi), gökyüzü ve deniz (mavi rengi) ve son olarak ormanlar, zeytin ağaçları ve zengin doğamızı temsilen (yeşil rengi)dir...”

Tüm bu renklerin tam olarak nereye dahil edildiği tam bir gizemdir: Gerçek logo, yalnızca “Love Cyprus” (“Kıbrıs’ı seviniz”) sözcüklerini, gök mavisi ve altın tonlarında yansıtır. Belki diğer yerel renk kombinasyonları daha anlamlıdır. Özellikle futbol takımlarımızın renkleri...

APOEL takımının renkleri sarı ve mavidir ve bunun iki olası gerekçesi vardır. Bu açıklamalardan birincisi mavi-beyaz renklerde olan Poel takımının, sarı ve siyah renklerde olan Apoel takımıyla 1948’de birleşmesi ve bu iki rengin yani sarı ve mavinin yeni takımı temsil etmesinin kararlaştırılmış olduğu şeklindedir. Ancak başka kaynaklar mavi rengin Yunanistan’ı, sarı rengin ise Bizans bayrağını sembolize ettiğini öne sürmektedir.

Bu arada Omonya ise yeşil ve beyaz renklerini kullanmaktadır, bu kombinasyon 1948 yılında, takım kurulduktan hemen sonra seçilmişti. Kulübün internet sitesine göre bu renkler hem kulübün ismini, hem de kültürel yapısını sembolize etmektedir. “Omonya”, Rumca’da uyum ya da birlik demektir ve yeşil-beyaz renkler ise umut ve neşeyi sembolize ediyor...

Tüm bunların ötesinde, adada adını renklerden alan pek çok yer da vardır. Örneğin “lefka” sözcüğü, antik Yunanca’da beyaz demektir ve başkent Lefkoşa’nın adı da bundan gelir – çeşitli teoriler bunun bölgesel bir kireç taşının renginden ya da yerleşimdeki orijinal beyaz evlerden kaynaklandığını ileri sürmektedir. Koççinohoria ise Mağusa civarındaki “kırmızı” köylerdir – bunlar toprağın kırmızı renginden alırlar bu ismi... Krasohoria bölgesi adını Yunanca “şarap” anlamına gelen “kraso” sözcüğünden alsa da, aslında “kraso” sözcüğünün de “kırmızı” anlamına geldiğine inanılmaktadır.

Adamızın mirasına ilişkin renklerle ilgili de büyüleyici bir tarihçe vardır. Kumaşlarımızda çoğu zaman parlak kırmızılar ve portokal renkleri vardır ki bu da tutkuyu ve enerjiyi anlatır, derin maviler ve yeşiller ise sükuneti ve doğayı yansıtır. Yaşlıların giydiği siyah rengi, açıktır ki yası temsil eder. Batıda da gelenek olduğu üzere beyaz renk ise masumiyet ve temizliği sembolize eder ve düğünler ve vaftiz törenlerinde kullanılır.

Çok ilginçtir ki adamızın bölünmüşlüğüne ilişkin kullanılan renk ise, yaygın biçimde barışla ilişkilendirilen bir renktir... Ancak hiç merak ettiniz mi, neden “Yeşil Hat” diyoruz?

30 Aralık 1963 tarihinde bir grup haritacı ve BM yetkilisi Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk toplumlarını ayıracak bir ateşkes hattı yaratmak üzere bir araya gelmişlerdi. 12 saatlik tartışmalar ardından, burada bulunan birisi yeşil bir çinimürekkep pennası alarak – orada elaltında yalnızca bu vardı o anda! – çizmeye başlamıştı. Böylece adanın bölünmesi de öyle bir renkle çizilmişti ki bu renk, bölünmüşlük hattına kendi adını verecekti!

Bu öykü tam olarak doğru mudur, çok da emin değilim...

https://cyprus-mail.com/2023/03/18/the-colours-of-cyprus/?fbclid=IwAR2xSzWkSwr-J60A4JHV05X-p6oUqEH4oOiEao1788uwI9ALWpwycWeV9PQ

(CYPRUS MAIL’de 18.3.2023’de Alix Norman imzasıyla yayımlanan yazıyı özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).


GEÇMİŞLE YÜZLEŞME İÇİN DÜNYADA NELER YAPILIYOR?

“Savaşta kaybettiği babasının izini süren Selma Katoviç, bireysel öykülerin kollektif belleğe girmesi gerektiğini savunuyor...”

sayfa-16-selma-katovic-hughes.jpeg

Balkan Araştırmacı Gazeteciler Ağı’nda (BİRN) Azem Kurtiç imzasıyla yer alan bir habere göre, savaşta kaybettiği babasının izini süren sanatçı Selma Katoviç, bireysel öykülerin kollektif belleğe girmesi gerektiğini savunuyor... Haberi okurlarımız için derledik. Azem Kurtiç, şöyle yazıyor:

***  “2002 ile 2022 arasında uydu resimleri, bölgede çok radikal değişiklikler olduğunu ve bölgeye inşaatlar yapıldığını gösteriyor – bunlar çatışma alanının tüm izlerini siliyor ve kültürel ve kollektif hatırlamaya yardımcı olacak tarihsel bakımdan önemli şeylerin korunamayışını da yansıtıyor...” diye konuşuyor Selma Katoviç Hughes, BİRN’e...

***  1992 ile 1995 yıllarında Saraybosna’nın kuşatması esnasında Katoviç Hughes genç bir çocuktu, açtığı sergi de bunun üstünden 30 sene geçtikten sonra kendi hatıralarını bulup bunları yorumlaması olarak karşımızda duruyor. Projesi kişisel olsa dahi, Katoviç Hughes, Saraybosna’nın çatışma alanı hakkında pek az şey konuşuluyor olmasından hareketle bu konuda diyalog için bir alan yaratmayı umuyor.

***  “Bunlar geçmişten seslerdir ve sembolik biçimde bizlere birbirimizi kucaklayacak bir geleceği nasıl kuracağımız konusunda bir yön vermektedir – böylece bireylerin öyküleri, kollektif hatıraların parçasına dönüşmelidir...” diyor.

***  Sergi, BİRN’in “Haber Evi”nde sergileniyor, burası bir müzeye dönüştürülecek ve eski Yugoslavya’daki savaşlara ve çatışmalarda medyanın oynadığı rollerin araştırılacağı konulara evsahipliği yapacak.

***  Katoviç Hughes’un projesi, Lahey Uluslararası Mahkemesi arşivlerinde yaptığı araştırmaya dayanıyor – Balkanlar’da Hesap Verilebilirlik ve Anılaştırma Süreçlerini Geliştirme projesinin parçası olarak bunu yapmış ve Matra Bölgesel Hukuğun Üstünlüğü Programı tarafından mali olarak desteklenmiş. Sergiyi İsveç Uluslararası Kalkınma İşbirliği Ajansı SİDA ile Bosna-Hersek Tarihsel Müzesi de destekliyor. Sergi, Saraybosna’da 17-24 Mart tarihleri arasında her gün 12 ile akşam 5 arasında BİRN’in “Reporting House” adlı merkezinde, Ferhadiya 10, Saraybosna adresinde gezilebilecek...

SELMA KATOVİÇ HUGHES’UN DÜŞÜNCELERİ...

Sergiyi hazırlayan Selma Katoviç Hughes’un düşüncelerini ve kim olduğunu öğrenebilmek için yaptığımız araştırmada ise Kuma International’ın internet sayfasında bazı bilgilere ulaştık... Bunları da okurlarımız için derledik:

***  Selma Katoviç Hughes, Saraybosna’da büyüdü. 1995 yılının yaz aylarında bir burs alarak ABD’de öğrenimini sürdürmek üzere üç yıldır devam eden savaşın parçaladığı ülkesini geride bıraktı ve ABD’ye gitti. Mimarlık ve dizayn okudu.

***  Selma, çocukluğu boyunca çevresindeki dünyayı inceliyordu... Farklı materyaller kullanarak deneysel çalışmalara girişti. ABD’de, Şili’de, Bosna-Hersek’te ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde sanat ve mimari sergilere katıldı. Selma halen Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki Şarja Amerikan Üniversitesi’nde “Dizaynın Temelleri” konusunda ders veriyor.

***  “Kent bir armatür gibidir, bir kovan gibidir, her bir kompartımanına hatırlamak istediğimiz şeyleri koyarız... Her bir düşünce ya da her bir yol kılavuzunun her bir noktası arasında benzerlikler ya da karşıtlıklar kurulabilir ve tüm bunlar da hatırlamaya yardım eder. Hatıraların imajları sözcüklere döküldüğünde silinir...”

***  “Savaşta hayatta kalmış bir kişi ve bir göçmen olarak benim öyküm o kadar da farklı değildir... 25 sene önce Bosna’dan ayrıldığımda da farklı bir öykü değildi bu – Birinci Dünya Savaşı veya İkinci Dünya Savaşı sonrasında gemiler göçmenleri “vadedilen topraklara” götürdüğünde ve bu gömenler daha iyi bir hayat arayışına girdiklerinde, bu da alışılmadık değildi – evlerindeki kaostan sırf bir gün daha hayatta kalsınlar diye kaçan korkunç sayıda Suriyeli göçmenle kıyaslandığında da farklı bir durum yoktur ortada...”

***  “Ancak her birimizin sesi kendine özgüdür ve bu korunarak duyulmalıdır. İnsanların acıları ve dayanıklılıkları, yalnızca sayılarla ölçülemez, ölenlerin ve hayatta kalanların sayısıyla ölçülemez. Her bir kişisel öykünün derinliği böylesi anlaşılmaz koşullarda kişinin gündelik yaşamına ilişkin belli yönlerin büyüklüğünü içerir. Hayatta kalmaya dair bu öyküleri dinleyenleri genellikle şaşırtan şey ise  ne kadar olağanüstü olursa olsun, gündelik rutinimizi normalleştirerek dayanmamız ve bunu yapma tempomuzdur. Sosyal koşulların mimari, sanat, kültür ve nihayetinde insanlar üzerindeki etkisi olağanüstüdür ve insan hayatını değiştiricidir... Yaralar iyileşebilir ancak yara izleri sonsuza kadar kalır... Ve bu yaraları nasıl edindiğimize ilişkin hatıralar ise sonsuza kadar kalır...”

Bu yazı toplam 1170 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar