1. YAZARLAR

  2. Yücel Vural

  3. Kıbrıs sorununda kaybedenler
Yücel Vural

Yücel Vural

SALAMİS TARTIŞMALARI

Kıbrıs sorununda kaybedenler

A+A-

Uluslararasılaşmış bir konu olarak Kıbrıs sorunu 1974’ten bu yana yeni bir sıcak savaşa yol açmadan varlığını sürdürüyor. Ama tüm tarafların toptan kaybetmesine yol açabilecek sıcak bir savaşın tümüyle olasılık dışı olduğunu söylemek mümkün değildir.

Yani, bugün sıcak bir çatışmayı engelleyen bir dizi yerel ve uluslararası koşulların varlığı ne kadar gerçekse, bu koşulların değişebileceğini varsaymak da o kadar gerçekçi bir yaklaşımdır.

Ayrıca sıcak savaş ortamının bulunmaması, mevcut durumun hiç kimseye kaybettirmediği anlamına gelmiyor.

Çözümsüzlükten çok fazla kazandığı varsayılan ve hatta, buna kendisinin de çok inandığı görülen Türkiye’den başlayalım... Çözümsüzlüğün devamından ötürü Türkiye’nin kayıplarını hesaplayan var mıdır?

Bu kayıplar, operasyonel bir orduyu Kıbrıs’ta her an savaşa hazır halde tutmakla başlayıp, siyasi ve diplomatik alanlara ulaşıyor. Kimsenin buna ses çıkarmadığı/çıkaramadığı varsayılsa bile, Türkiye halkının refahından kırpılarak çözümsüzlüğe aktarılan askeri ve diğer kaynaklar kendi başına bir sorun oluşturuyor.

Halkına karşı sorumluluk duyan herhangi bir Türk hükümeti bu tabloya ne kadar seyirci kalabilir?

Batı’nın demokratik-özgürlükçü değerlerine en fazla muhalefet eden çevrelerin bile, haklı olarak bir türlü vazgeçemedikleri AB üyeliği, Kıbrıs’ta çözümsüzlük sürdükçe hiç mümkün olmayacak.

Türkiye’de bazıları Türkiye’nin AB üyeliğinden vazgeçerek Kıbrıs’taki statükoyu sürdürmeyi tercih edebilir. Ama böyle bir tercih Türkiye için bir güç gösterisi değil, bir zayıflık belirtisi olacaktır. Çünkü AB’den vazgeçen bir Türkiye’nin başka şeylerden de vazgeçme durumunda kalmayacağını kim garanti edebilir?

Mesela NATO üyeliği. Elbette Türkiye’de gerekirse ‘NATO üyeliğinden de vazgeçebiliriz’ diyenler çıkacaktır. Ama önemli olan şey, NATO üyeliği değil, tüm bunlardan vazgeçtikten sonra, Türkiye’nin Dünya siyasetinin neresinde saf tutabileceğidir.

KıbrıslıTürkler ise çözümsüzlük nedeniyle, tarihsel olarak kabullenmeye pek alışık olmadıkları bir durumla karşı kaşıyadır. Kıbrıs’ın kuzeyinde oluşturulan keyfi sistem, sadece uluslararası toplumla soyut bir çatışmaya yol açmıyor. Bunun ötesinde KıbrıslıTürkleri artık kapalı-devre bir coğrafyada küçük bir azınlığa dönüştürüyor.

Ortağı oldukları 1960 Cumhuriyet yönetiminden dışlandıktan ya da zamanla geri dönüşü toptan reddettikten sonra, hep kendi kendimizi yönetme denemesine giriştik.  Anayasal anlamda böyle bir yönetime sahip olmamıza rağmen, 1967’de Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi, bu nedenle kurulmuştu. 1974 yılında Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi’ni, 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni ve 1983’te KKTC’yi ilan ederken umulanlardan bir tanesi de, zaten anayasal olarak sahip olduğumuz, kendi kendini yönetme hakkıydı. Ancak bunca siyasal manevraya rağmen elde edilen şey, sadece ülkeyi terketmek üzere göç yollarına düşmek zorunda kalanların dağılan umutları değildir.

KıbrıslıTürkler, tüm büyük laflara rağmen, gelinen aşamada Kıbrıs’ın kuzeyinde kendi kendini yönetemiyor. KıbrıslıRumlar’ın azınlığı olmayı reddettikten sonra, Kıbrıs’ın kuzeyinde azınlığa düşmek hangi ‘milliyetçi-vatanperver’in arzusuyla çakışmaktadır?

Kıbrıs’ın kuzeyinde kendi kendini yönetemeyecek duruma düşürülen KıbrıslıTürklerin, bu gerçekliğin farkında olmaksızın tüm Kıbrısı yönetmek için KıbrıslıRumlarla nasıl bir ortaklık kuracağı, ciddi bir soru işareti oluşturuyor.

Özellikle ekonomide, eğitimde, doğal kaynakların korunmasında yaşanılan çıkmazı ve kendi kendini yönetmedeki ciddi tarihsel tökezlemeyi, sadece yönetenlerin hatalarına bağlayıp, çözümsüzlük ortamının etkisini görmezden gelemeyiz.

Çözümsüzlük durumu, KıbrıslıRumlar için de akılcı bir sonuç değildir. AB üyeliği hem ekonomik hem de siyasal anlamda gelişmeyi konsolide etmeye ciddi katkılar sağlasa da, güvenlik alanında ciddi boşluklar ve istikrarsız bir ortam kendini her fırsatta gösteriyor.

Bu nedenle Türkiye’ye karşı askeri denge sağlama arayışlarının çözümün ve barışın yerini tutamayacağını anlamak gerekiyor.

KıbrıslıRumlar askeri üstünlüğün ekomomik ve siyasi istikrar getirmediğini en azından KıbrıslıTürklerin deneyimine bakarak anlamaları gerekiyor.

KıbrıslıTürkler’in kuzeyde azınlığa düşmesi ve kendi kendini yönetememesi Kıbrıslı Rumlara hangi faydayı sağlıyor? Tam tersine ‘barışı’ konuşacak bir muhatap olarak KıbrıslıTürklerin zayıflıkları ve etkisizleştirilmesi sadece çatışma yanlılarının bir tercihi olabilir.

Kuzeyin ekonomik refah sorunları ve doğaya yapılan kontrolsüz müdahaleler sonucu ortaya çıkan çevre sorunlar bu hızla devam edecekse, güney kendini nasıl koruyacaktır?

Kıbrıs’ta kaybedenlerin artık birbirlerine, çözüm yolunda her fırsatı değerlendirerek adım atmayı hedef alan bir anlayışla yaklaşmaları gerekiyor. Bu nedenle her iki tarafın geçiş kapıları ve benzeri konulardaki talepleri BM Güvenlik Konseyi kararlarına, BM Barış Gücü misyonunun  çalışma düzenine ve yerleşmiş çözüm parametrelerine meydan okumadıkları takdirde, karşılıklı olarak tartışmasız kabul edilmelidir.

Bu yazı toplam 612 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar