1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. Evimizin içine karışma
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

Evimizin içine karışma

A+A-

Dünyanın ve Türkiye’nin gözü yeniden Kıbrıs’a çevrildi. Son kırk sekiz saattir haber kanallarında, tartışma programlarında hep Kıbrıs konuşuluyor.
Beş yıl aradan sonra!

Bu bile başlı başına anlamlı.
Yeniden gündeme geldik.
Hem de Kıbrıslı Türklerin — ya da “KKTC seçmeninin” — iradesi üzerinden… Casino şarkıcılarıyla ya da mafya hesaplaşmalarıyla değil, siyasetle!

Ama şu da var.
Kıbrıs’ı konuşan Türkiye medyasının Kıbrıs konusundaki cehaleti akıl almaz boyutlarda.

Ne tarih bilgisi var, ne hukuk kavrayışı…
Ne de adanın gerçeklerine dair en ufak bir sezgi.
Bilgi yok, bağlam yok; tarih, siyaset, değerler bütünü yok.

Ortada yalnızca sömürgeci bir üst dil, buyurgan ve tehditkar bir ton var.

Güya seçim sonucunu yorumluyorlar ama o sonucun en derin nedeni, tam da kendilerinin inşa ettiği bu zihniyet.

Bir zamanlar Kıbrıs siyasetini bilen, diplomasinin damarını hisseden, belleği güçlü gazeteciler vardı; birer birer silindiler Türkiye medyasından.

Basın özgürlüğünün eridiği, eleştirinin susturulduğu bir düzende; geriye çoğunlukla yüzeysel konuşan ekran simaları kaldı.

Elbette adayı yakından tanıyan birkaç meslektaşı ayrı tutuyorum.

***

Yine de araya kimi doğru saptamalar karışıyor.
Kıbrıslı Türklerin irade gösterisi, Türkiye’deki farklı sesleri de cesaretlendirdi.

Adaya yatırım yapılacaksa en son yapılması gereken külliyeydi” yorumunu duydum mesela, NTV’de.

Ama genel yaklaşım hâlâ “tepeden”.

Buyurgan, hamasi, had bildiren bir tonda.

Türkiye, Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin hamisidir, büyüğüdür. Onun sözünden dışarı çıkmamalıdır” diyen danışmanlar hâlâ ortada...
Sopa, sıpa mantığı yerinden oynamamış!

***
Yeni bir “korkutma ve hizaya getirme siyaseti” ise Bahçeli’nin yarattığı ilhak gündemi. Hani, "Federal çözüm için müzakere yaparsanız; sonunuz Türkiyeye ilhak olur" gibi bir ayar çekme...
Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek gibi...
Yemezler!

Şunu artık herkes anlamalı.
Kıbrıs ne yalnızca Türktür, ne yalnızca Rum.
Ortak bir yurt burası.

Coğrafya ve tarih, bu yurdun en önemli öznesi Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkleri, mutlaka birleştirecek.

Ya “iki kurucu devletin” ortaklığında bir federal çözümle… Ya da siyasi eşit iki toplumun, dünyanın tanıdığı bir devlete birlikte katılmasıyla.

Umarım bu süreç anayasal yurttaşlık temelinde gelişir.
Ama mutlaka uluslararası topluma entegre olarak.
Başka çare yok.

Kolay mı?
Elbette değil.
Ama önümüzde, Türkiye’yle saygıya dayalı ilişkileri yeniden kurmak için bir fırsat var.

Hem Türkiye’yle, hem güneyle, hem Avrupa’yla, hem de Birleşmiş Milletler’le…

Yeni dönemde umarım Kıbrıs, Türkiye’nin siyaset ve medya sahnesine daha doğru, daha derin anlatılır.

Çünkü bu cehaletle mümkün değil.

Nedir garantörlük?
Nedir Kıbrıslı Türklerin yaşadığı sıkışma?
Adanın kuzeyi nasıl oldu da bir “arka bahçe”ye dönüştü?

***

Türkiye’deki Kıbrıs yaklaşımı hâlâ “kan döktük, bizimdir” ya da “sizi biz kurtardık” ezberine saplanmış durumda.
Yorumlara, sosyal medyadaki tepkilere bakıyor, ürperiyorum.

Cüneyt Özdemir’in analizine gelen bir yorum örneği:
KKTC Türkiyeye bağlansın, sorun çözülür; zaten suyu, elektriği, bütçesini biz veriyoruz.

Ve daha da ağır olanı: “Türkiye suyu keserse, bırak içmeyi, götünü yıkayacak suyu yok onların! Orda devlet mi var sanıyorsun? Anavatan olmasa bir hiçler!”

İşte bu noktaya iradesiz, haysiyetsiz, teslimiyetçi tavırlarla gelindi.

Çok önceden yazmıştım...
Dünyanın görmediği ve dünyanın görülmediği bir yarım’ı yaşamak, yalnızca kirlenmek demektir. Yabancılaşmak, iradesizleşmek, erimek demektir. İlhak demektir, alt yönetim demektir, vesayet demektir.

Bu “yarım”ı tamamlamak vakit alacak belki.
Ama yeniden güven kazandık.
Yeniden kendi içimizde bütünleştik.
Yeniden özne olduk.
İşte bu çok kıymetli.
Ve şimdi asıl mesele bunu koruyabilmek.
Evimizin içine karışma” diyebilmek, sevgiyi ve saygıyı yitirmeden.

Bu yazı toplam 2596 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar