Dünyanın değil, yağmanın yurttaşlığı
“KKTC yurttaşlığı”nın ne özelliği var bu dünyada? Ne hükmü var?
Barikattan öteye geçtiniz mi ya da adanın sınırlarını aştınız mı, ne işe yarıyor?
Kim bakıyor yüzüne?
Hiç!
Koskoca bir hiç!
Tam bir yalan!
Ama ada yarısında…
Yani bu talan düzeninde işe yarıyor.
“Ben de seçmenim” diyorsunuz.
“Benim de bir oyum var.”
İşte o zaman paylaşıma ortak oluyorsunuz…
İstihdama…
Arsaya…
Krediye…
Taksi iznine, noterlik iznine, benzin istasyonu iznine, noterlik iznine…
Tabancaya hatta…
“KKTC düzeni”ne dair ne kadar yağma varsa; sırasız, kritersiz, tanımsız, “sana da verelim” denen ne varsa, ortaklık ediyorsunuz dünyanın yüzüne bakmadığı bu yurttaşlık sayesinde…
Tümüyle liyakattan, standarttan, ilimden, alın terinden, adaletten, vicdandan uzak ne varsa, o kalabalığın içine giriyorsunuz.
“Ben de isterim” deme hakkınız doğuyor böylece…
Sırada yer tutuyorsunuz.
Bu düzen böyle korunuyor.
İnsanların bir başkasını ezerek, sömürerek, umursamayarak, gözetmeyerek ayakta kaldığı bu vahşiliğin içinde kalıyorsunuz yurttaşlıkla…
Gün geliyor, bir başkası da sizin sırtınıza basıyor sonra… Sizin hakkınızı elinizden alıyor bir başkası… Yine de “sıra bana gelecek” dürtüsüyle, birbirini dişleyenler içine karışmaktan vazgeçmiyor ahali…
***
Yurttaşlığı bu kadar ayağa düşürmek, buna gerçekten hakkıyla sahip olanları yıpratıyor en fazla… Onların düşlerini parçalıyor.
Çünkü asıl umut, gün gele bu kimlikle Avrupa Birliği yurttaşlığına köprü kurabilmek… O zaman bu “rezilce” yurttaşlık verilenleri aradan ayıklamak gerekiyor.
Yoksa…
Yaş da yanıyor kurunun yanında…
***
Şimdi yine bir seçim var ve her zamanki gibi “bu seçim yaşamsaldır” sözü yineleniyor.
“Bu düzeni onaylamak ya da reddetmek” gibi mi bu seçim?
Tam da öyle değil…
Çünkü bu düzeni besleyen çok ciddi bir kalabalık olduğu kesin…
Üretici bir toplum olabilme fikri yerleşmiyor nedense buralara… Dünyaya benzemek çok da istenmiyor…
Yine de bu vahşiliğin içinde biraz daha adap, biraz daha hakkaniyet arama çabası, belki…
“Bu ülkede kendi sözümüz var” diyebilmek, herkese…
“Kendi kararlarımız var…”
“Kendi seçimlerimizi yapma hakkımız var” en azından…
“Statüko çoğunluğa geçici konforlar yaratsa da, gelecek öngörmüyor” sesini yükseltebilmek…
Çünkü…
Kıbrıs’ı yitiriyoruz tümüyle…
Kendimizi kaybediyoruz…
Belki buna “dur” deriz bir nebze…
***
Ahmet Altan’ın Geceyarısı Şarkıları adlı kitabından not etmiştim:
“Hayat seçimlerle dolu ve Pascal’ın dediği gibi her seçim bir kaybediştir; bir şeyi seçer, bir başka şeyi kaybedersiniz. Ya da hiçbir şeyi seçmez ve her şeyi kaybedersiniz. Bu da bir seçim…
Bir şeyi seçip bir başka şeyi kaybetmek mi, hiçbir şeyi seçmeyip her şeyi kaybetmek mi?
Zırhlarımız, korkularımız, savunmalarımız, hesaplarımız bizi hep bir şeyi seçmemeye götürüyor, aklımız öbürünü kaybetmemeliyiz diyor…
Ve en akıllı, en güçlü, en zırhlı, en hesaplı olduğumuz zamanda, her şeyi kaybediyoruz; en çok istediğimiz bizden en uzağa düşüyor.”
***
En çok istediğimizin bizden en uzağa düşmemesi için bu seçim…
Bir kaybediş değil umut olabilmesi için…
Yeniden kazanmaya dair…







