1. YAZARLAR

  2. Neşe Yaşın

  3. DÜNYA KEDERİ
Neşe Yaşın

Neşe Yaşın

DÜNYA KEDERİ

A+A-

Yalnızlıktan kaçarken ondan kurtulmuyor insan. Dikkatini başka yöne vermiş oluyor yalnızca. Ağzına bir şeker atarak onun kekremsi tadını bastırmış oluyor. Yalnızlık hep orada. Onu sevmekten, onunla bağ kurmaktan başka çare yok. Başkalarıyla kuracağımız bağların sağlamlığı biraz da kendi yalnızlığımızla kurduğumuz bağla ilgili. Kendimizi ne kadar içerden tanırsak başkalarını da daha iyi kavrıyoruz.

Yazdıklarımın hüzünlü olduğunu söyleyenler daha da hüzünlendiriyor beni. Başkalarının hayatı çok mu dalgasız, çok mu mutlu, yoksa dünyanın en tuhaf, en kederli hayatı benimki mi diye bir vehme kapılıyorum. Başkaları hayatın sırrını çözmüş, muradına ermiş, saadet içinde mi? Öyle olmadığını biliyorum elbet. Taşıdığım ağırlıktan yorgun düşünce moralim bozuluyor yalnızca.  Kalbim hafiflemiyor bir türlü.

Belleksiz ve vicdansız olanlar daha uzak durabiliyor hüzünden. Bense baştan ayağa bellek, baştan ayağa vicdan olarak inşa etmişim sanki kendimi. Hayatta kalmak için kayıtsızlığa doğru savrulduğum da oluyor elbet. Duymamak, görmemek, konuşmamak… Bu üç maymun vicdanın karşıtı bir yerin temsili sanki. Kayıtsızlığın ise benim içimdeki tercümesi suçluluk yalnızca.

Başkaları ne kadar gerçek ne kadar benim kafamdaki gibi; onu sorguluyorum bazen. Başkalarına dair yanılgılar kurmuş olabilir mi hayat hikayelerimizi?  Sevgiyle dolan kalp kırılınca yerlere saçılıyor o sevgi, tortusu kalıyor ama bir yerlerde. Canının acısından düzgün düşünemez oluyorsun. Bu darbe neden geldi, kendi sorumluluğun ne bunu düşünemiyorsun. Suçu hayata atmak en iyisi. Hayat epey suçlu elbette. Bin bir türlü afet var dışarıda. İnsanlık serüveninin trajedisi var. Özelle kamusalın çekişmesi var.

Kötülükle başa çıkma yöntemlerini geliştiriyor elbet insan. Çocuklukta donup kalırdım kötülük karşısında. Kurban rolünün güvenli ve haklı alanına sığınırdım. Göklerden gelecek adaleti bekler dururdum. Masumiyetimi korumak için kabuğuma çekilir, gözyaşlarımla arıtırdım kendimi.

Sonra içimde haksızlık karşısında dirilen bir dişi kaplan olduğunu fark ettim. Kırılganlığımın ardındaki gücü gördüm. Bastırılmış öfkem fena halde ürküttü beni. Öfke adaletin hassas terazisini bozan bir şey çünkü.

İnsanın sahicilikten daha güçlü bir dayanağı yok. Kırılganlığın başkalarının seni ezip geçme isteğini kamçılıyor. Mütevazilik de öyle. Güçlü edası en çok satan. Sahicilik ise bu kadar yalanın, bu kadar sahtenin ortasında başkalarını irkilten bir tavra dönüşebilir belki.

Bugünün en temel sorusu sana yönelen şiddet, öldürücü, yok edici şiddet karşısında ne yapabileceğin. Ukrayna savaşı ve ardından gelen şok edici hamleler düşündürüyor bana bunu. Barış için savaş paradigması yeniden, hatta daha güçlü bir biçimde hortluyor. En beklenmedik ülkeler güvenlikçi politikalarını, militarist yatırımlarını artırıyor. Oysa şiddetin şiddetten başka devamcısı yok. Fizikseli bitince psikolojik olanı başlıyor. Dünyada silahlanma için yapılan harcamalar açlık, sağlık, barış çalışmaları gibi en acil meselelere yönlendirilse başka bir dünya olabilirdi yaşadığımız. Bunları söylemenin naiflik ve hayalcilik sayıldığı bir dünyada yaşıyoruz ne yazık ki.

Mesele belki de göz göre göre gelen şiddet patlamadan önce ne yapıldığı. Bunca silahlanmanın önünün neden alınmadığı. Çatışma doğuran sistemlerin varlığına neden izin verildiği. Bu noktada şiddeti karşı şiddetle durdurmaktan söz edilebilir ama hikâye bugün başlamadı ki.

Hiçbir hikâye bugün başlamadı. Bireysel hikayelerimiz de. Her birimiz bizden önce yaşananların kurbanlarıyız ve bizden sonrakilerin mağduriyeti için zemin hazırlamakla meşgulüz.

Şairler derin yalnızlıklardan, kalp kırıklıklarının sürüklediği yıkımdan söz ederken kimileri bir takım tuhaf yaratıklar gibi bakıyor onlara. Oysa şiir henüz sorulmamış soruların cevabını verendir. Bu yaralı dünyanın, bu çılgın gidişin sanattan başka tesellisi ve kurtarıcısı yok.

Bu yazı toplam 1658 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar