1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. Bir ömür, bir toplum, bir düzeysizlik hali
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

Bir ömür, bir toplum, bir düzeysizlik hali

A+A-

Bizim, Rauf Raif Denktaş’la en unutulmaz anımız, “Annan Planı” dönemidir.

Sabahın köründen gecenin yarısına dek; radyo mikrofonlarında, televizyon stüdyolarında, bir sesin yankısını sürdürüyorduk Sami’yle birlikte.

En fazla eleştirdiğimiz Denktaş’tı…

Daha doğrusu, bizim programlarda “Denktaş zihniyeti” hep hedefti.

Denktaş gidecek, Kıbrıs sorunu da bitecek sanırdık.

Üstelik o dönem “Cumhurbaşkanı” olmasına rağmen müzakerecilik görevini devretmişti.

Şimdi “ilk biz” deseler de, Kıbrıs’ta “iki ayrı devlet” tezini gündeme getiren de elbette Rauf Raif Denktaş’tı.

Kıbrıs’ın “bölünmesi” üzerine siyaset yaptı Rauf Raif Denktaş, bir ömür boyu…

Buna inandı.
Bunu istedi.
Bunu savundu.
Bu yolda ne yapılsa mübah gördü…

Yine de dedim ya…

Cumhurbaşkanı olmasına rağmen “Annan Planı”nı müzakere etmesi için Mehmet Ali Talat ve Serdar Denktaş’a yetki verdi.

Şu notu da düşelim:

Rauf Denktaş, “iki ayrı devlet” siyasetini şimdiki gibi öyle “tekerleme” düzeyinde ele almadı; “konfederasyon” modeliyle, uluslararası toplumun da anlayacağı düzeyde bir çerçevede sundu.

O günlerde biz hep Denktaş’ı eleştiriyoruz ya…“Televizyon Gazetesi”ni yapıyoruz Kıbrıs Genç TV’de…

Ertan Birinci’yi aradı:
“O çocuklar gelsinler, ben de konuşacağım…”

Bir heyecanla Saray’a gittik ekiple…

O dönem henüz okulların bahçesine konteynerler kurulmamıştı ve Cumhurbaşkanlığı, herkes için gerçekten bir “Saray”dı (!)
Taş duvar değil liderin kişiliğiydi ihtişam.

Uzatmayalım…
Gittik.
Odasındayız, çekim için hazırlık yapıyoruz.
Yönetmenimiz Yavuz geldi, bize mikrofon takacak.

Denktaş Bey, “Ne yapıyorsun?” dedi.
“Mikrofonları takıyorum efendim…”
“Gerekmez” dedi gülerek.
Bugün onlar konuşmayacak zaten… Onlar dinleyecek…

Ayıptır söylemesi, o gün adeta “sabun” etti bizi…

O sürecin sonunda aday da olmadı ya da olamadı.
Sonrasında gazeteye de geldi.
YENİDÜZEN’e…
“Baba davası”yla kapatacağı yerdi gazetemiz…

Duvardaki direniş fotoğrafına bakarak, “Biz de yanlışlar yaptık” demişti.

18 yaşında gazeteciliğe başladım ve Rauf Denktaş’ı eleştirirken gözüm kara oldu genelde…

Düğünümde halı süpürme makinesi göndermişti; çok nazik bir mesajla, üstelik el yazısıyla… Şaşırmıştım.

Hâlâ kendi çektiği ve gönderdiği fotoğraflarım durur albümde; olağanüstü çalışkan, bilge, kararlıydı. İtiraf etmeliyim, bir iletişim ustasıydı; kitlelerin nabzını bilen, algıyı yöneten bir siyasal zekâydı.

Öldüğü gün “ülkemizi bölen tarihi bir kişilik olarak anımsayacağım hep” diye yazmıştım.

O akşam da Serdar Denktaş’a gitmiştim başsağlığına…
Okudum yazını” demişti, kucaklaşmıştık.

***
Şimdilerde Takis Hacıdimitriu’nun Kıbrıs Cumhuriyeti ve Derin Devlet (1959-1964) kitabını okuyorum.

Henüz “Cumhuriyet” kutlanırken, iki yanda derin yapıların nasıl silahlandığını ve parçalanmayı körüklediğini, bölünmenin nasıl kurgulandığını görüyorum, üzüntüyle…

Her dönemi kendi siyasi, sosyal, ekonomik bağlamından koparıp bir başka zamanın terazisinde tartmak kolaycılık olabilir.

Ama bugünkü halimiz, bana kalırsa, “iki ayrı derin devlet”in eseridir.

Keşke hayatta olsa da Rauf Denktaş’la bu yüzleşmeleri çok daha yüksek sesle yapabilseydik…

Tufan Hoca’nın dediği gibi, “Tarihsel bir kişiliğe saygı duymak için onunla aynı fikirde olmak gerekmez.”

Maalesef son dönemde “düzeysizlik” her yerde baskın olmaya başladı.

Kimi zaman “siyasetçi” kılığında, kimi zaman “yazar” gibi çıkıyor karşımıza…

Neyse…
Toplum veriyor zaten yanıtını…
En kıymetlisi de bu.

Bu yazı toplam 1158 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar