1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Babaya veda…”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Babaya veda…”

A+A-

Fehmi GÜRDALLI

(Değerli arkadaşımız Fehmi Gürdallı, geçtiğimiz günlerde kaybettiği babasını yazdı… Acısını ve bu duygu yüklü yazısını paylaşıyoruz, nur içinde yatsın Hasan Hoca… S.U.)

Bir süredir son viraja girdiğimizin, yorgun bedeninle bu virajı döndüğünde artık bizi yeni bir düzlüğün beklemediğinin farkındaydık...

Ama farkında olmak, bir babanın yokluğuna hazır olmak değil elbet...

Babayı kaybetmek, onun yokluğuna alışmaya çalışmak, yaşınız kaç olursa olsun zor... Benim gibi 50’li yaşlardaysanız, erken yaşlarda kaybedenlere kıyasla büyük bir teselliniz var, birlikte yaşadıklarınız. 

Biriktirdiğiniz anılar, anılar, anılar... Şimdi her birini dolu gözlerle hatırladığınız, artık yenilerini yaşayamayacağınız, hiçbirini unutmak istemediğiniz...

Bir kısmına tanıklık ettiğimiz, bir kısmını senden dinlediğimiz, senin kuşağındaki birçok insan gibi, zorluklarla dolu, film gibi bir hayat...

 

VADİLİ’DEN İSPİLLAT’A KÖY YOLLARINDA BİSİKLETLE…

Vadili'de okuma yazma bilmeyen ana-babanın, okuyup binlerce öğrenci yetiştiren evladı.

12-13 yaşında Gönendere'deki ortaokula gidebilmek için bisikletle her hafta başı toprak ya da taş yollardan Vadili'den Sütlüce'de (İpsillat) yanlarında kaldığın akrabalara gidiş, her cuma da aynı şekilde dönüş... Yaz-kış 15-20 kilometre yol... Nasıl bir okuma azmi?

İlkokulda çobanlık, ortaokul ve lisede yazları Lisi’deki Rum ustanın yanında elma sandığı çakma, Lefkoşa’da inşaatlarda çıraklık…

Sonra öğretmen koleji...

 

ALTI SINIFA TEK ODADA TEK ÖĞRETMEN…

Turunçlu, Mağusa, Kaleburnu, Kuruova, Lefkoşa-Kumsal, Vadili, Yeşilköy, Yenierenköy, Dikmen ve Lefkoşa'da (Şehit Yalçın, Şehit Ertuğrul, Çağlayan) ilkokullarda öğretmenlik, müdürlük. Bazı köylerde 6 sınıfa tek odada, tek öğretmen olarak verdiğin dersler...

Vadili'den, Yeşilköy'den, Yenierenköy'den Lefkoşa’daki Türk Maarif Koleji’ne gönderdiğin öğrenciler... 60’lı yılların sonunda Lefkoşa-Kumsal’da okuttuğun öğrencilerin çocuklarını, 80’li yıllarda Şehit Ertuğrul’da okutman…  Kıbrıs’ın her yerinde öğrencilerinle karşılaşmanın bize yaşattığı gurur…

Üzerinden yıllar geçse de genellikle ketum olduğun mücahitlik günleri...

 

“BİR KÜÇÜCÜK ASLANCIK VARMIŞ…”

Benim ilk hatırladığım Karpaz'daki günlerimiz. Beni kucağına alıp söylediğin, "bir küçücük aslancık varmış  babası onu çok, çok severmiş" sarkısı, yıllar sonra oğluma da söylediğin... Benim de oğluma en severek söylediğim...

Yenierenköy'de yaşarken, bugünkü kadar kalabalık olmayan denizlerine gidişimiz,  Yeşilköy'deki bacanaklarınla muhabbetin, tepedeki lojmanın verandasında orucunu açmak için beklediğimiz,  minarenin ışıkları...

 

DEDEMİN EKTİĞİ BABUTSALAR…

Ve elbette her yaz Vadili'de geçirdiğimiz, uzun sıcak zamanlar.... Neneler, dedeler, halalarla, yeğenlerle hanayda geçirilen günler, 15 kişilik sofralar. Dedemin ektiği, lenger lenger topladığımiz babutsalar. İncirli-hellimli kahvaltılar... Ana-babana, kardeşlerine, akrabalarına ve annemin akrabalarına gösterdiğin sonsuz saygı ve muhabbet...

1973 model beyaz Vauxhall Viva arabanla, ikimizin 80’li yıllarda Lefkoşa’dan Vadili’ye yaptığımız yolculuklarda bana ve otostop yaparken arabaya aldığımız insanlara anlattığın eskiye dair hikayeler…

 

SAMAN ÇIKARMALAR, KOYUN YIKAMALAR, KIRKMALAR, ZEYTİN TOPLAMALAR…

Sabahın köründe, sıcak bastırmadan başlayan köy işleri... Çoban olan babanın memleketteki tek oğlu olarak büyük bir ciddiyetle organize ettiğin işler.  Bizi de dahil ettiğin saman çıkarmalar, koyun yıkamalar, kırkmalar, zeytin toplamalar...  Bu sonuncusunu geçen seneye kadar zar-zor da olsa seninle sürdürmemiz. Torunun Aras'ı da üçüncü nesil olarak bu ritüele alıştırmamız...  Ürün iyi olduğunda yüzündeki tebessüm, kötü olduğunda "kısmet seneye" deyişin... Ama ne olursa olsun hiç kaybetmediğin iyimserliğin, toprağa, hayata bağlılığın ve azmin... Nazım Hikmet’in dediği gibi 70’inde değil, 80’inden sonra bile zeytin dikişin…

 

TORUNUNA OKUDUĞUN KİTAPLAR…

Sonra bizim üniversite günlerimiz, iş hayatımız, evliliklerimiz... Mezuniyetlerde, nişanlarda- düğünlerde İstanbul ziyaretleri... Genişleyen ailemiz... Torununun elinden tutup attığınız ilk adımlar, ona okuduğun kitaplar...

25 yıl sonra Kıbrıs'a dönüş kararı aldığımda duyduğun mutluluk...

Sen bana çok şey öğrettin baba... Hem de öyle uzun uzun nasihat ederek değil... Sadece sade, doğru dürüst bir hayat yaşayarak...  Ailene, öğrencilerine, vatanına gösterdiğin sevgiyle, elinden gelen herkese yardımcı olarak, hak yemeyerek, para-pulun kölesi olmayarak...  En fazla "iyilik yap denize at", ya da "ne iş yaparsan yap en iyisini yap" diyerek...

 

VADİLİ’DE RAHAT UYU ASLAN BABAM…

Ve beni çok mutlu ettin baba...  Koşulsuz sevgini her zaman hissettirerek, her zaman güven duyarak, her zaman yanımda olarak... Her zaman saygıyla ve iyilikle anılan bir isim bırakarak. Bir evlat daha ne ister...

Çok sevdiğin Vadili'nin çorak topraklarında rahat uyu aslan babam...  Geride bıraktığımız kalplerde  yaşamak ölmek demek değildir... 

Fotoğraf notu: Babam Hasan Gürdallı, kendini en mutlu hissettiği yerlerden birinde, zeytinlerin altında…

oncelikli-sayfa-17-sayfanin-ustune-saga-dort-sutuna-hasan-gurdalli-cok-sevdigi-bir-zeytin-agacinin-altinda.jpg

Hasan Gürdallı, çok sevdiği bir zeytin ağacının altında...


***  KÜLTÜREL SOYKIRIMA VE TOPLUMSAL HAFIZANIN SİLİNMESİNE KARŞI BİR DİRENİŞ ROMANI…

“Sesler: Susturulmuş bir halkın sözle direnişi…”

Nilgün KARATAŞ/BİANET

Ursula K. Le Guin’in Sesler (Voices) adlı romanı, yalnızca edebi bir fantastik anlatı değil, aynı zamanda kültürel soykırımın, toplumsal hafızanın silinmesinin ve barışçıl direnişin romanı. Sesler, başka bir dünyada geçse de bizim dünyamıza ait patriyarkanın, kadın oluşun, hafızanın ve yazının politik gücüne dair büyüleyici bir anlatı.

“Bir nesil, bilginin cezalandırıldığı ve cehaletin saadet olduğunu öğrenerek yetişiyor. Bir sonraki nesil cahil olduklarını bile bilmeyecek çünkü bilginin ne olduğunu bilmeyecekler.”

Sesler romanının 62’nci sayfasında Seferbeyi’nin ağzından söylenen bu sözler sadece başka bir dünyada yer alan Ansul şehrinin kaderini mi anlatıyor bize? Size de bugünlerde söylense tam da yerini bulacak gibi geliyor mu?

Uzak diyarlardan kendimize bakmak

Ursula K. Le Guin (1929–2018), elbette bilimkurgu, fantastik ve spekülatif kurgu edebiyatının zirvesindeki isimlerden biri, ancak o aynı zamanda kurgularında bile hakikati arayan bir yazar. İşte bu yüzden Le Guin’in hikâyelerini okurken, başka dünyaları hayal etsek de kendi gerçekliğimizden asla bütünüyle soyutlanamayız.

Onu okurken uzak diyarlara yolculuk ederiz ama her seferinde, kendi dünyamıza dair daha fazla şeyle döneriz.

Sesler, bizi Batı Sahili’nde yer alan Ansul şehrine götürüyor; yazar, sokaklarında rahatça gezinebilelim diye haritasını bile çizmiş okur için. Ama biz, o sokakları zihnimizin içine kazınmış kendi dünyamızda dolaşarak tanıyoruz, çünkü anlatılan her hikâyenin bir karşılığı mutlaka bizde var.

Sesler’i, Metis Yayınları’ndan Çiğdem Erkal İpek’in çevirisiyle 2008 yılında okumuşum. 2025’te bir kez daha okuduğumda fark ettiğim ise şu: Sesler’de anlatılan her şey hâlâ geçerli, hâlâ çok gerçek.

Bu nedenle hemen tavsiyemi yapayım; Sesler bir üçleme kitabı olsa da bağımsız olarak okuyabilirsiniz. ‘Genç yetişkinlere yönelik’ kabul edilse de hangi yaşta olursanız olun mutlaka okumalısınız.

Ursula K. Le Guin, feminist kimliğiyle tanınmakla birlikte, sadece bu kavramla sınırlanamayacak kadar çok yönlü ve derinlikli bir yazar. Feminist kuramın yanı sıra eserlerinde anarşizm ve ekolojik bilinç konularını cesurca ele aldı. Haliyle olaylara bakış açısı ve anlatısının sınırları oldukça geniş.

 

Yasakların gölgesinde büyümek

Sesler’in savaşla yıkılmış bir şehir olan Ansul’da geçiyor. Burası bir zamanlar felsefenin, öğrenmenin, şiirin yuvasıyken, Aldlar adlı işgalcilerin eline düşmüş. Yeni yönetim, yazılı sözü “şeytani” ilan etmiş. Kitaplar meydanlarda yakılmış, okuma yasaklanmış, kütüphaneler yıkılmış.

Başkarakterimiz ve anlatıcımız Memer, bir Ald askeri tarafından tecavüze uğrayan bir kadının kızı. Memer yasakların gölgesinde büyüyor. Ancak Seferbeyi’nin rehberliğinde şehirdeki sayılı gizli kütüphanelerden birinin içinde olması bir şans.

Ayrıca Ansul’a gelen ünlü şair Orrec Caspro ve partneri Gry Barre, Memer’in kaderini ve şehrin geleceğini değiştirecek olayların fitilini ateşliyor. Bu karakterler bir önceki kitaptan geliyorlar ama ilk kez tanışacak olanlar açısından bu bir engel oluşturmuyor.

 

Kültürel soykırım ve toplumsal hafıza

Le Guin okurları bilir ki yazar, gerçek dünyadaki güç odaklarını, kültürel çatışmaları ve politik gündemleri kendi kurgusal dünyasına taşır. Bu nedenle Sesler’deki Aldlar’ın, özellikle “kültürel soykırım”, “sözün şeytanlaştırılması”, “kadının bastırılması” gibi olgularla dogmatik iktidarların alegorisi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Kitapların yakılması, sadece bilginin yok edilmesi değil, kimliğin, kültürün, geçmişin, hatta geleceğin gaspı olarak okunmalı. Bugünün dünyasında hâlâ yazılı olan ya da olmayan yasakların hüküm sürdüğü, dillerin susturulduğu, kadınların hikâyelerinin yok sayıldığı birçok coğrafyada, Le Guin’in romanı uzak diyarlarda geçen bir hikaye gibi okunamıyor ne yazık ki.

 

Şiddet mi, barış mı? İyiliğin kırılgan dengesi

Ansul halkı içindeki ayrışma -kimilerinin direnişten yana kimilerinin de barışçıl çözümden yana olması- Le Guin’in “tek doğru”dan kaçınan ahlaki pusulasını yansıtıyor. Le Guin’in edebiyatında sıkça karşılaştığımız gibi, Seslerde de şiddetin panzehiri söz.

Ansul halkı arasında Aldlar’ı kaba kuvvetle şehirden sürmek isteyenler olsa da asıl direniş, silahla değil, sözle oluyor. Sesler, kolektif iyileşmenin merkezine sözün kendisini koyuyor.

Le Guin, burada geleneksel “kahraman kurtarıcı” anlatılarını da ters yüz ediyor. Kurtuluş, dışarıdan gelen güçlü bir adamla değil; içeride büyüyen, yavaşça güçlenen seslerle mümkün oluyor.

Ve elbette Le Guin’in alametifarikası; büyü gücüne sahip ya da efsanevi olaylar yaşayan karakterlerinin son derece insani olması.

 

Aldlar gerçek dünyanın ideolojik güçleri

Bu arada Ansul şehrini işgal eden Aldlar’ı dogmaya dayalı iktidarların, kültürel soykırım yöntemlerinin ve kadın düşmanı sistemlerin simgesel temsilcisi olarak görebiliriz. Kitapları şeytan işi saymaları, kadınları ikincil konumda görmeleri, batıl inançları yasa gibi uygulamaları, cehaleti organize eden bir sistem kurmaları oldukça tanıdık meseleler.

Bu bağlamda Sesler yalnızca bir işgal hikâyesi değil, aynı zamanda ideolojik tahakkümün edebi bir teşhiri. Aldlar, okurun zihninde Naziler’den Taliban’a, kadınların susturulduğu dinî sistemlerden farklı olanı şeytanlaştıran kültürel normlara kadar farklı çağrışımlar yapabilir. Kadını susturanlar, farklı olanı “düzeltmeye” çalışanlar da bugünün Aldlar’ı değil mi?

Zaten okudukça anlıyoruz ki Le Guin’in Ansul şehri, yalnızca kurgusal bir işgal alanı değil; bugünün dünyasında bilgiye, hafızaya ve kadınlara yönelik sistematik saldırıların yapıldığı her yer olabilir.

 

‘Bilgi’ iktidardan bağımsız düşünülebilir mi?

Ansul’da bilgi yalnızca yasaklanmıyor; yerini inanç, dogma ve korku alsın isteniyor. 20. yüzyılın en etkili düşünürlerinden biri olan Michel Foucault’ya göre bilgi, hiçbir zaman iktidardan bağımsız değil, bilgi iktidarın bir aracı. Hangi bilgilerin “meşru” olduğu, iktidar yapıları tarafından belirleniyor.

Sesler bu iktidar-bilgi ilişkisini çok iyi anlatmakla kalmıyor, günümüze ışık tutuyor. Günümüzün Aldlar’ı da müfredatları, medyayı, algoritmaları kontrol altında tutup, hangi sözün duyulabilir olduğunu belirlemiyor mu?

Bilgi Çağı’nı aşıp Dijital Çağ’a ulaştığımız söylenirken, veriye boğulmuş ama hakikatten uzak; bağlantılı ama kopuk, görünür ama bilinçsiz toplumlar tam da Aldlar’ın istediği gibi değil mi?

Bu arada Le Guin’in anlatılarındaki feminist vurguları da geçiştirmek istemem. Roman, yalnızca bilginin değil kadınların susturulduğu, kadın bedeni ve kadın sesinin sistematik biçimde bastırıldığı bir toplumda geçen güçlü bir feminist anlatı.

Memer’in hikâyesi, aynı zamanda ataerkil bir dünyada kadın olmanın ne kadar zor ama değerli olduğunu anlatıyor. Sesler de işgalci otoritenin koyduğu kurallar nedeniyle kadınların okuma hakkı olmadığı gibi kamusal alanda varlık göstermeleri tehlikeli bulunuyor; sözleri, görünürlükleri ve hatta bedenleri erkek denetimi altında.

Başkarakter Memer’in sokakta özgürce dolaşabilmek için erkek kıyafeti giymek zorunda kalması, kadının kamusal alandan dışlanmasının çarpıcı ve sembolik bir örneği.

Özetle Sesler, Memer’in zihinsel uyanışı ve kişisel direnişi kadar, bir toplumun kolektif hafızasının ve özgürlük arayışının da öyküsü.

Bu nedenle Sesler, yalnızca Le Guin’in fantastik dünyalarından biri değil; çağımıza yazılmış alegorik bir uyarı. Dilin yasaklandığı, kitapların yakıldığı, hafızaların unutturulduğu her çağda, bu roman yeniden okunmalı. Hala güncel, hala evrensel ve sadece Memer’in değil susturulmuş tüm kadınların, bastırılmış tüm toplumların sesi.

Hadi bu yazıyı da Sesler’den bir cümle ile bitirelim:

“Kırılanı, kırılmış onarır.”

(BİANET.ORG – Nilgün KARATAŞ – 23.8.2025)

Bu yazı toplam 821 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar