1. YAZARLAR

  2. Salih Sarpten

  3. Akademik Dünya - Eğitim Yönetimi – Hayatın Gerçekleri
Salih Sarpten

Salih Sarpten

Akademik Dünya - Eğitim Yönetimi – Hayatın Gerçekleri

A+A-

Geçtiğimiz hafta bu sayfada, yapmamız gereken önemli şeylerden birisinin de başarı tanımızı gözden geçirmek olduğunu yazmıştım. Görüşlerine çok değer verdiğim akademisyen arkadaşımdan anlamlı bir yorum geldi: “İş bulmak değil, iş yaratmak gerekiyor artık. Ve bu da öğretilebilir. Mezun olabilmek için ‘yaratıcılık’ dersi versek mesela tüm öğrencilerimize ve başarı hikayelerine bir baksak o derslerde... Yoktan ne var edilmiş, hangi olmaz oldurulmuş... Belki o zaman gerçekten başarının ne olduğu an azından sorgulanır.”

Çok doğru, mesele tam da bu… Artık eski yaptıklarımızın aynısı yapmanın bir işe yaramadığını, hatta eski yaptıklarımızın aynılarının daha iyisini yapsak bile bir işe yaramayacağını fark etmeliyiz. Çünkü yeni bir yüzyıldayız, yeni problemlerle karşı karşıyayız ve artık yeni becerilere ihtiyacımız var. Bu becerileri ortaya çıkaracak unsur da yaratıcılıkta saklıdır.

Yaratıcılık, sorunların çözümü için fikir geliştirebilme, akıl yürütme ile hayal gücünüzün ürününü ortaya çıkarabilmedir. Başka bir deyişle yaratıcılık herkesin gördüğü şeyi aynı görüp onunla ilgili farklı şeyler düşünebilmektir.

Peki, bu durum öğretilebilir mi? Elbette öğretilebilir.

O halde neden sistemlerimize bunu dahil etmiyoruz? Nedir bunun nedeni? Birçok nedeni var. Ancak önemli nedenlerinden birisi bilimsel veriye dayalı eğitim politikalarımız olmamasıdır. Yani akademik dünya - eğitim yönetimi – hayatın gerçeklerini ilişkilendirmede oldukça başarısız olmamızdır.

İşte tam bu nokta, yaratıcılığın tanımında da olduğu gibi herkesin baktığı bir yere bakalım ve farklı şeyler görmeye çalışalım…

tablo1-006.jpg

tablo2-003.jpg

Tablolardan da göreceğiniz üzere, Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı 2019-2020 İstatistik Yıllığı verilerine göre ülkemizdeki üniversitelerde ön lisans ve lisans programlarına 89.002 , lisans üstü programlarına ise 15.656 kayıtlı öğrenci var. Burada dikkat etmeninizi isteğim şey şu. Ön lisans ve lisans programlarında kayıtlı öğrencilerin KKTC uyrukluların oranı %11 iken, lisans üstü programlarda bu oran %17’ye çıkıyor. Yani bu durum KKTC’li bireylerin meslek edinme programlarının yanında bilimsel çalışmalarla da oldukça fazla ilgilendiği şeklinde yorumlanabilir.

Bu rakamlar bize şunu da söylemektedir aslında. 15.656 öğrencinin arasında bulunan 2.693 KKTC uyruklu öğrencinin tamamı değilse bile büyük bir kısmı ülkemiz odağında araştırmalar yapıyor, akademik dünyada değer bulan tezler ortaya koyuyor. Başka bir ifadeyle her yıl yüzlerce belki de binlerce bilimsel araştırma ve tez arşiv dolaplarının tozlu raflarında birikiyor. Bu çalışmalara güvenmiyor muyuz? Yoksa bilimsel veriye inanmıyor muyuz?

Politika yapıcılar bunlardan haberdar mı? Pek sanmıyorum...

Bu durumun birçok nedeni var aslında. Ancak, bir yandan politika yapıcıların bilimsel veri yerine siyasi kaygıları önemsemesi, diğer yandan da ülkemiz üniversitelerinin çok büyük bir kısmının ticari kaygılarla hareket ederek toplumsal yaşamdan kopuk olması esas nedenlerini oluşturmaktadır diye düşünüyorum.

Elbette ki tam bu noktada söylenmesi gereken önemli bir şey daha var. Ülkemizdeki her üniversiteyi, her programı birbirine benzeştirdik. Dünya sıralamasında ilk 1000’e, genç üniversiteler arasında ilk 200’e giren DAÜ ve ciddi akreditasyonlar almış köklü üniversiteler ile apartman üniversitelerini, ABED akreditasyonu olan mühendislik programları, sıralamalarda zirveye oynayan Turizm Fakültesi ile alanında öğretim elemanı bulunmayan programları aynı kefeye koyduk. Bu da ülkemizdeki gerçekten iyi ve nitelikli çalışmalar yapan üniversiteleri bile toplumdan uzaklaştırdı.

Düşünebiliyor musunuz? Bu kadar çok üniversitesi olan bir ülkede, bu kadar çok bilimsel çalıma, araştırma, tez hazırlanan bir ülkede hâlâ çevre sorunu, trafik sorunu, sağlık sorunu, eğitim sorunu gibi en temel sorunlarımıza bilimsel çözüm önerisi getirememek son derece hastalıklı bir durum değil mi?

Peki, Ne Yapmalıyız?

Aslında yapılması gereken tartışmaya gerek bırakmayacak biçimde ortada. Bilimsel veriye dayalı eğitim politikaları oluşturmak ve bu politikaların hayata geçmesi için mekanizmalar kurmak. Bu anlamda eğitim alanında yapılabileceklere şöyle bir bakalım:

  • Üniversitelerimizin eğitim fakülteleri ile Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı arasında nitelikli bir bağ kurabiliriz. Eğitim bilimleri adına akademik dünyada yapılan çalışmaların bulgularını, eğitim bakanlığı bürokratlarına ulaştırabilecek, onları yönlendirebilecek sürekli ve dinamik işleyen bir yapı kurabiliriz.
  • Eğitimde yaşanan tüm sorunların, ihtiyaç duyulan tüm dönüşümün nasıl ve ne şekilde giderebileceğine dair bilimsel çözüm önerileri için akademik dünyayı işe koşacak bir anlamda üniversitelere bilimsel araştırma siparişleri verebiliriz.
  • Eğitim Bakanlığı bünyesinde, eğitim fakülteleri ve araştırma enstitüler ile tam bir işbirliği içinde çalışacak eğitimsel veri bankası ve AR-GE birimlerini ivedilikle kurabilmeyi başarmalıyız. 

Sözün özü, artık yeni şeylerin yapmanın kaçınılmaz olduğu günlerdeyiz. Bugün eğitime yön verenlerin bu sorumluluğu fark etmeleri ve bir an önce reform nitelikli eğitim dönüşümleri için adım atmaları son derece önemlidir. Çünkü geçmişte yaptıklarımızın aynılarının daha iyisini yapmanın bile bir işe yaramadığı bir yüzyıldayız. Ya gerçek hayatta hangi yüzyılda yaşadığımızı fark edeceğiz ya da çağ dışı kalmaya bir adım daha yaklaşacağız. Zamanımız daralıyor…

Bu yazı toplam 2336 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar