1. YAZARLAR

  2. Birol Karaman

  3. Suda yeniden alarm zilleri çalarken!
Birol Karaman

Birol Karaman

Suda yeniden alarm zilleri çalarken!

A+A-

 

20 Temmuz 2010 tarihinde dönemin Başbakanı İrsen Küçük ile Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Cemil Çiçek’in imzaladığı su temin anlaşmasının üzerinden on yıl geçti. Geride kalan on yılda konuyu çok yakından takip eden biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, bu sürede ancak bir arpa boyu kadar yol alabildik!

Toplumda özelleştirme tartışmalarının yükseldiği 2015 yılının sonuyla 2016 yılının başını saymazsak, su konusu kamuoyunun gündeminde istikrarlı bir biçimde yer almadı. Konuyu gündemde tutmaya çalışanlar ise “bitmiş gitmiş bir konuyla niye uğraşıyorsunuz ki?” tepkileriyle karşılaştı.

Yelpazenin bir ucunda “Türkiye’den su geldi ve artık KKTC’nin su sorunu tarih oldu” diyenler vardı. Diğer ucundaysa “Artık su özelleşti, bizim de yapacak hiçbir şeyimiz kalmadı” diyenler... Oysa su konusu sadece ada yarımız için değil tüm dünya için sürekli olarak gündemde tutulması gereken oldukça dinamik bir konu. Nitekim şimdilerde Kıbrıs’ın kuzeyi için “tarihe gömüldü” denen su sorununda bir kez daha alarm zilleri çalıyor!

**

Projenin toplumda yoğun bir biçimde tartışıldığı dönemlerde “biz bu suyu yönetemeyiz” diyenlerin aksine, Kıbrıs Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (KTMMOB) suyu yönetmenin, öyle sanıldığı kadar karmaşık bir mesele olmadığını ortaya koymuştu. Birlik, esas meselenin siyasi irade meselesi olduğunu anlatmıştı. Nitekim KTMMOB’nin bu çıkışıyla birlikte o dönemde Başbakanlık görevini yürüten Özkan Yorgancıoğlu’nun ve Başbakan Yardımcılığı görevini yürüten Serdar Denktaş’ın hükümet ortakları olarak ortaya koyduğu siyasi iradeyle KTMMOB ile devlet arasında bir protokol imzalanmıştı. Bu protokol sayesinde Türkiye’den gelecek suyun halka ulaştırılmasında görev üstlenecek belirli sayıda teknik personel KTMMOB çatısı altında eğitime tabi tutulmuş ve yetiştirilmişti. 2016 yılında imzalanan “geçiş dönemi protokolüne” kadar Türkiye’den gelen suyun işletilmesi görevini bu protokol çerçevesinde istihdam edilen yerli teknik elemanlarımız başarıyla yürütmüştü.

Geçiş dönemi protokolünün imzalanması ve Türkiye Devlet Su İşleri’nin tesisleri devralmasıyla birlikte önce yerli mühendislerimiz ve teknik elemanlarımız devre dışı kaldı. Bir süre sonra KTMMOB de sürecin dışına çıktı. O günden bugüne, içme suyunun tarım sektörüne de aktarılabilmesi için gerçekleştirilen yerel bir yatırım haricinde, pek bir yol kat edilemedi. Ne mevzuat anlamında ne de teknik düzeyde…

**

Su projesinin avantaj ve dezavantajlarının tartışıldığı günlerde kamuoyunu en fazla meşgul eden konulardan biri “alım garantisi” konusuydu. Toplumun önemli bir bölümü bu alım garantisi konusundan rahatsızlık duymuştu. O dönemde KTMMOB yönetiminde bulunan kişiler olarak bizler ise alım garantisi karşında “verim garantisini” gündeme getirmiştik. Türkiye Cumhuriyeti ile imzalanacak hükümetler arası protokollerde “verim garantisinin” yani tedarik güvencesinin bulunması çok daha önemli bir konuydu! Buradan kast ettiğimiz şey iki temele dayanıyordu aslında.

Birincisi, suyun kaynağı olan ülke olarak Türkiye, çeşitli gerekçelerle vanayı kapatmak durumunda kalırsa ne olacaktı? Bu, illa kötü niyetli bir kapatma olmak zorunda da değildi üstelik! Türkiye’nin 2030 yılında yüz milyona ulaşması beklenen nüfusu ve gelişen ekonomisiyle “su fakiri bir ülke” konumuna geleceği öngörülüyor. İkincisiyse deniz geçişinde bir arıza gerçekleşmesi durumunda süreç nasıl işleyecekti?    

İşte bu sorgulamalar, o günün koşulları içerisinde hamasete boğuldu. Bu sorgulamaları yapanlara “yani siz anavatan suyunu istemiyor musunuz?” bağnazlığıyla yaklaşıldı. Böylelikle bir mühendislik projesinde yaşanması muhtemel aksaklıklardan birine gözler de kulaklar da kapatılmış oldu. Şimdi ise “yüzyılın projesi” olarak anılan projede en kötü senaryo gerçekleşti ve deniz geçişi koptu! Aslında gerçekleşmesi muhtemel bir aksaklık, gerçek hayatta vücut bulmuş oldu ve su akışı kesildi.

Şimdi önümüzde üç alternatif var.

Birincisi Türkiye Cumhuriyeti’nin bir an önce büyük bütçeler harcayarak bu arızayı gidermesi için dua etmek!

İkincisi halkı susuz bırakmamak adına kritik seviyelerde bulunan akiferlerimize yeniden yüklenmek ve oluşan açığı buralardan karşılamak (ki bunun yaratacağı anomaliler ayrı bir yazı konusu olur).  

Üçüncüsüyse deniz geçişinde yaşanan bu aksaklıktan ders çıkararak su yönetimi konusunu bir kez daha tüm yönleriyle ele alıp geleceği planlamak.

Dün, “gerçekleşmez” denen bir olasılığın bugün canlı bir şekilde karşımızda duruyor olması, bu arızanın gelecekte de karşımıza çıkma ihtimalini güçlendirmektedir. Bu açıdan Kıbrıslı Türklerin kendi ayakları üzerinde durup hem kaynaklarını hem de geleceğini şekillendirebileceği yegâne alternatif üçüncü alternatiftir. Yani mesele bir kez daha siyasi irade meselesidir! Ortaya koyacağımız iradenin hangi yönde şekilleneceğine biz karar vereceğiz.

Bu yazı toplam 2645 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar