1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Affet beni Laurie Lee…
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Affet beni Laurie Lee…

A+A-

Ulus IRKAD

Her şey onun “Kıbrıs’ta Bir Film Yaptık” (We Made A Film in Cyprus) adlı kitabını bulduğum, Mağusa’nın Kıbrıslırum Maraş Kütüphanesi’nden taşınan tarihi kitapları araştırırken başlayacaktı. Ansızın açık kahverengi renkli yaklaşık yüz sayfa kadar olan bir kitabı elime almamla başladı onunla iletişimim. Kitabın üzerinde, kitabın 1944 yılında Kıbrıs’a gelen film rejisörü Ralph Keene ve senarist Laurie Lee’nin Kibrıs’ta yaptıkları film çalışması ve filmin senaryosunun içeriği yazılıydı. Laurie Lee İkinci Dünya Savaşı muhabirlerindendi. 1944 yılına kadar savaşı izlemiş, savaşın biteceği sırada İngiliz Hükümeti onu görevli bulunduğu Fransa’dan İngiltere’ye çağırarak, Kıbrıs’a gidip orada bir propaganda filmi hazırlaması için görevlendirmişti. O yıllarda daha Kıbrıs için yapılan bir film yoktu. Kıbrıs’ın sosyal, kültürel ve ekonomik hayatını içerecek bir film olacaktı bu. Ama işin ilginç yanı savaşın bittiği resmi olarak ilan edilmemişti ve hala daha resmi olarak devam ediyordu ve Avrupa üzerindeki savaş olayları yer yer görülmekteydi. Örneğin yazarın kendisi de film için bakanlıktan emir alıp, küçük bir uçakla havalandıktan sonra  Fransa’ya uğradıklarında hala daha ülkede dumanlar yükseldiğini kitabında naklediyor.

“Kıbrıs’ta bir film yapma fikri adanın genel valisinden gelmişti ve ondan sonra bu işle Koloniler Bakanlığı ilgilenmişti. Sonuçta bize Enformasyon Bakanlığı’nın mermer hollerini bulmak kalmıştı. Tek bir kelimeydi; “Kıbrıs” herkese göre değişik anlamlar ifade ediyordu. Bazılarına göre efsanevi ve değerli bir Yunan adasıydı, bazılarına göre Soho’da bir garson; hiç kimse nerede olduğundan bile kesinlikle emin değildi. Birçoğuna göre hala daha keşfedilmeyen güneş gezegeni gibiydi ve herkes üzerinde olmak istiyordu.” (Kıbrıs’ta Bir film Yaptık, sf.25).

 

FRANSA ÜZERİNDEN KIBRIS…

“Bir İlkbahar sabahı Fransa’nın o ince yollarının nokta gibi görünen köylerinin üzerinden süzülüp geçerken, altımızdaki bu şekiller bir ipin kesilip küçük parçacıklara ayrılmış kısımlarını andırıyorlardı. Sonra bulutların üzerine doğru yükselmeye başlarken Alp Pireneleri’nin her iki tarafında doruklar üzerinde karlı tepeleri görüyorduk. Deniz görülmüş ve Marsilya’ya doğru dönmüştük, su yollarının üzerinde tahrip olmuş köprülerinden sonra İstres’in kızartılmış elma kokulu tatlılarının lezzetiyle yere indik. R.A.F.’ın (İngiliz Kraliyet Hava Gücü, U.I) istasyonu tamamıyle tahrip edilmişti, bize getirilen yemek ise tatsız bir İngiliz yemeğiydi. Hiçbir şey değişmemiş, her şey aynıydı. Daha önce burada 6 sene kalırken teneffüs ettiğim memleket havasıyla şimdiki arasında bir fark yoktu. Her şey bir okul arkadaşı kadar bana tanıdık geliyordu. Öğleden sonra bütün gün Akdeniz’i bir baştan bir başa geçip yabancı bir guguk kuşu gibi bulut kümelerinin arasında uçarken, ilerleyen saatlerde Sardunya’nın geniş, mavi kayalıkları görüldü. Ada üzerinden geçtikten sonra geceleyin Kuzey Afrika’ya varmıştık.”(sf.27).

 

VE SONRA KIBRIS…

Güvenlik nedeniyle Kuzey Afrika üzerinden Kıbrıs’a gelmek için rota değiştiren uçak daha sonra Kıbrıs’a varır ve yazarla grubu film çalışmalarına başlar. Yazar yaptığı çalışmaları topladığı kitabında Kıbrıs hakkında da bize geniş bilgiler verir. İkinci Dünya Savaşı sırasında Kıbrıs’taki sosyal yaşantıyı da çarpıcı bir şekilde anlatmaktadır. Birkaç gün gibi kısa bir zamanda Trodos Dağları üzerinde bir Kıbrısrum köyü seçilir (Lythrodonda Köyü) ve derhal köy halkıyla birlikte çalışmalara başlanarak Kıbrıs’ın ilk filmi ortaya çıkar. İşte seneler sonra benim bulduğum kitap bu çalışmaları ve senaryoyu içermektedir.. Yaklaşık 45 dakikalık bir film çekilmiştir ama bu aynı zamanda Kıbrıs’ın ilk filmidir de…

 

KİTABI BULUP BİR GAZETEDE YAYIMLADIM…

Kitabı bulup birkaç hafta içerisinde 1990’lı yılların başlarında Kıbrıs’ta yerel bir gazetede yayımladım. Resimleri de, anlatılanlar da oldukça ilginçti. Fakat yine de ben kendimi yazarla artık bir dost olarak addettim. Esasında yollarımız daha sonra kesişecekti. Çünkü Filmi yayımlayan Laurie Lee, 1945 sonrasında İngiliz Edebiyatında çok önemli bir roman yazarı olacaktı. Zaten o dönemlerde de yazılarıyla oldukça dikkat çekmekteydi ve BBC için programlar yayımlamaktaydı. Laurie Lee’nin meziyetleri sadece bunlar değildi pek tabi. Lee, 1930’lu yıllarda, daha yirmili yaşlardayken Enternasyonal Birlikler’le İspanya İç Savaşı’na katılacak, orada büyük kahramanlıklar gösterecekti. Sonraları maceralarını romanlaştırarak Ernest Hemingway gibi bir üne kavuşacaktı. Tuhafı şu ki 1991 yılında Liverpool yakınlarındaki Chester Kasabası’nda, British Coucil tarafından bana verilen bir bursla, bir öğretmen kursundayken İngiliz Gazetelerinde onun İspanyol İç Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı’nı anlatan “A Moment of War” ( Savaş’ın Anı) adlı romanı İngiltere’nin en fazla okunan kitabı durumundaydı. Onun ismini gazetelerden görünce sevinmiş ve kitabı hakkında yazılan yorumları her gün için büyük bir merakla takip etmeye başlamıştım. Onunla tanışıyormuşum gibi kitapları hakkındaki yorumları okumak bana zevk vermekteydi.

 

AYAĞIMA KADAR GELEN BÜYÜK ŞANS…

1996 yılında  Shakespeare’ın doğduğu Bristol Şehri ve doğum yeri olan Stratford Upon Avon Köyü’nde bir öğretmen kursuna daha katılıyordum. Onun oralarda bir köyde kaldığını duydum. Öğretmenlerimden biri bana bunu söylemiş hatta gitmek istersem onunla gidebileceğimi de eklemişti. Üstüne mi varmadım, yoksa ihmalime mi geldi o kadar istediğim bu buluşmayı gerçekleştiremedim ama içimde oldukça üzüntü de duymadım dersem yalan olur. Onunla buluşma içimde bir ukte olarak kaldı. İki sene sonra ise (1998) yine Plymouth Üniversitesi’nde bir başka kurstaydım. Orada bir film rejisörü bana Laurie Lee’nin çok yakın arkadaşı olduğunu ama bir sene önce (13 Mayıs 1997) öldüğünü söyledi. Ansızın buz gibi suların başımdan aşağıya döküldüğünü hissettim. Halbuki içimdeki ukte onunla bir gün görüşmekti ve ne yazık ki bu yaşayan İngiliz ulu çınarı yazarla bir türlü görüşememiştim. Üstelik ona 1996 yılında çok yakın olmam ve de görüşme fırsatım olmasına rağmen…

İnanın bir vicdan rahatsızlığı da duydum. Halbuki ben onun İngiliz edebiyatında bile bilinmeyen bir kitabını çevirmiştim ve de kendimi her bakımdan ona çok yakın bir dost sayıyordum. Herhalde bu çevirmenlerle yazarlar arasındaki bir doğal ilişkiydi. Yazımı onun çevirdiğim kitabından en son paragrafıyla bitiriyorum (Yazar İkinci Dünya Savaşı’nın bittiği ilanını Kıbrıs’ta duyduktan sonra kitabının sonunda şunları yazıyor).

“Evi terk ederek arabamıza atladık. Ahmet (Kıbrıslıtürk şöför,U.I), bir boğanın boynuzlarına tutunmuş gibi arabanın direksiyonuna sarılmıştı. Neşeli kızların şehvani anlaşılmaz sesleri duyulurken, Nikos ellerimizi sıkarak ağlamaya başladı. Şehir, kutlamalardan dolayı gürültülü ve ışıklandırılmıştı. Arabalar dolusu İngilizler sokaklarda bağırıp çağırıyor, bu arada evlerin damlarından sarkıtılmış bayraklar görülüyordu. Yatağa girdikten sonra uyuyamadım. Kıbrıs’taki son günlerim gelip çatmıştı. Sonra bu kahverengi kuzu postlu adadan ayrılıp havalanacak, sesi, kokusu bir anda bitecekti. Hemen bir anda bir ışığı söndürür gibi olacaktı bu… Ondan sonra olumlu olarak hiçbir şey hatırlanmayacak. Çarşaflarımın içinde sessizce kaldım. Çanların sesleri bütün şehri inletiyordu. Hazırladığımız filmi düşündüm. Çekilmesi için her şey hazırdı. Ama bize söylenmemiş şeylerden dolayı hiçbir zaman yapamadığımız bir filmi düşündüm. Kiliselerin çanları bütün gece çaldı, ta şafağa kadar…Yatarken hep onları dinledim. Bir cenaze merasimini andırıyorlardı.”(sf.89).

(Not: Bu yazım seneler önce Sesonline.net’te de yayımlanmıştı – U. I.)

 

1940li-yillarda-kibris,-foto-dervis-yuksel-arsivi.jpg
Kıbrıs’ta 1940’lı yıllar… Sağdan sola doğru, vergi toplayıcısı, polis, papaz, köylüler… Foto: Derviş Yüksel’in arşivinden…

 


1946 tarihli bir propaganda filmi: “Keçileri nasıl yok edebiliriz?!...”

Sevgül Uludağ

Laurie Lee’nin senaryosunu yazdığı, İngiliz sömürge yönetiminin siparişi üzerine Laurie Lee’nin senaryosunu yazdığı “Kıbrıs bir adadır” başlıklı propaganda filmi, o dönemin “ruhuna” uygun biçimde, sömürge yönetiminin Kıbrıslılar’a bakışını da yansıtıyordu… Filmin esas amacı çok ilginçti: Kıbrıs’ta keçileri nasıl yok edebiliriz?! O dönem, İngiliz sömürge yönetimi, Kıbrıs’ta keçi nüfusunu yok etmek peşindeydi.

Bunu bana bir Kıbrıslırum arkadaşım izah ettiği zaman, ne olduğunu anlayabilmiştim! Kıbrıslırum arkadaşım şöyle izah etmişti bana bu durumu:

“İngiliz sömürge yönetimi, vergi toplamak maksadıyla köy köy geziyor ve hayvan sayımı yapıyordu. Ancak keçileri saymak mümkün değildi. Kıbrıslılar keçilerini, sömürgecilerin memurlarının sayımından gizleyebiliyorlardı. Çünkü keçiler çevik ve akıllı hayvanlardır… Sabahleyin çıkıp giderler, dolanırlar, kendi yiyeceklerini bulurlar, dönüp akşam üstü ağıllarına geri gelirler… Onları saymak mümkün değildi. Oysa bu sayıma göre vergi alınacaktı.

Böylece İngiliz sömürge yönetimi çok büyük bir propaganda başlattı – her tarafta keçilerin çok zararlı oldukları, ormanları yok ettikleri söyleniyordu. Oysa keçiler binlerce yıl Kıbrıs’ta var olmuş, binlerce yıl ormanlar da var olmuştu…

Böylece bu filmi de çektirdiler. Filmde zaten keçi sahibi bir çobanla idarecilerin mücadelesi anlatılıyor…”

Filmi izlemek isteyenler için link de verelim:

https://www.facebook.com/watch/?v=780338128825956

DEVAM ÊDECEK

Bu yazı toplam 1416 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar