1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Tübingen Üniversitesi master öğrencilerine, Kıbrıs’ta “kayıplar”la ilgili çalışmalarımızı aktardık…
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Tübingen Üniversitesi master öğrencilerine, Kıbrıs’ta “kayıplar”la ilgili çalışmalarımızı aktardık…

A+A-

 

ulu.jpg

Almanya’dan Tübingen Üniversitesi’nin master öğrencilerine dün Lefkoşa’da ara bölgede Dayanışma Evi’nde Kıbrıs’ta “kayıplar”la ilgili çalışmalarımızı aktardık. Profesörleri Thomas Diez’in kendilerine Kıbrıs’la ilgili bir master dersi verdiği öğrenciler, “çatışmaların çözümü” konusunda uluslararası ilişkiler masteri yapıyorlar ve 17-21 Şubat 2020 tarihlerinde Kıbrıs’ın her iki tarafında da çeşitli temaslarda bulunuyorlar, Kıbrıs’la ilgili daha derin bilgilere ulaşmaya çalışıyorlar.

ulu2.jpg

OKURLARIMIZIN OLAĞANÜSTÜ KATKISI…

Saat 11.00 ile 13.00 arasında gerçekleşen sunuşumuzda, YENİDÜZEN ve POLİTİS’ten okurlarımızın ve “kayıp” yakınlarının yardımlarıyla elde ettiğimiz bilgilerden hareketle, “kayıplar”la ilgili Kayıplar Komitesi yetkililerini gömü yerleri ve “kayıplar”a ilişkin diğer ayrıntılar konusunda gönüllü ve insani bir görev olarak nasıl aydınlattığımızı aktardık, okurlarımızın katkılarıyla gömü yerleri bulunan ve öykülerini öğrendiğimiz Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum “kayıplar”la ilgili ayrıntılı bilgiler verdik, gömü yerlerinden ve cenaze törenlerinden fotoğraflar paylaştık.

“Kayıplar” konusunda yaklaşık son 20 yıllık çalışmalarımızı, bu alanda hem Kıbrıslıtürk, hem de Kıbrıslırum toplumundaki “tabular”ı nasıl yıkmak zorunda kaldığımızı, aldığımız tehditleri, okurlarımızın olağanüstü desteğini aktardığımız sunuşumuzda, “kayıp” yakınlarının yaşadığı travmaları da aktardık…

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’İN İKİYÜZLÜLÜĞÜ…

Birleşmiş Milletler’in, Kayıplar Komitesi’nde ta başından yani 1981’den bu yana “Üçüncü Üye” adı altında temsilcisi bulunduğu halde, BM Barış Gücü tarafından “kayıplar”la ilgili yıllar içerisinde yürüttüğü araştırmalar ve tuttuğu raporları Kayıplar Komitesi’yle paylaşmayarak bunları kilit altında tuttuğunu aktardığımız sunuşumuzda, nihayetinde birkaç yıl önce Kayıplar Komitesi üyelerinin New York’ta dönemin BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’a başvurarak bu bilgileri ve dosyaları talep ettiklerini ve Ban Ki Moon’un da buna “okeyini” verdiğini kaydettik. Ancak buna karşın, dosyaların ve bilgilerin kopyalanmasının hala yasak olduğunu aktardığımız sunuşumuzda, araştırma görevlilerinin dosyaları okuyarak not almakla yetinmek durumunda bırakıldıklarına dikkati çektik ve Birleşmiş Milletler’in ne yazık ki geçmişte Kıbrıs’ta “kayıplar” konusunda “skandal” denilebilecek nitelikte ikiyüzlü bir politika izlemiş olduğuna işaret ettik.

ÇİFTE STANDARTLAR…

Bir soru üzerine eski Yugoslavya’da henüz savaş bitmeden “kayıplar”ın aranmasına başlandığını, savaşa rağmen, savaşan tarafların barışseverlerden oluşan sivil toplum örgütlerinin işbirliği içerisinde derhal “kayıplar” için çalışmalar yapıldığını hatırlattık ve “Savaş biter bitmez de uydu fotoğrafları aracılığıyla, eski Yugoslavya’da toprakta farklı renklerin bulunduğu noktalarda toplu mezar arayışlarına gidilmişti” diye anlattık.

Eski Yugoslavya’da toplu mezarlar kazılırken kanıtların da toplandığını, bunu eski Yugoslavya’da işlenen savaş suçlarını cezalandırmak üzere oluşturulan mahkeme sürecinde kullanılmak üzere yaptıklarını aktardık ve Kıbrıs’ta iki toplumun temsilcileri ve BM’nin temsilcisinin de uzlaşı ve onayıyla, yıllarca “kayıp” yakınlarına Kayıplar Komitesi tarafından “ölüm nedeni” verilmediğine, toplu mezarlardan ve gömü yerlerinden herhangi bir kanıt toplanmadığına, bulunan kanıtların da bazı “kayıp” yakınlarının talebine karşın kendilerine verilmemiş olduğuna dikkati çektik. İnsanlığa karşı işlenen savaş suçlarında zaman aşımı olmadığına dikkati çektiğimiz sunuşumuzda, eski Yugoslavya’da savaş suçlularının cezalandırılması için mahkemeler kurulurken, Kıbrıs’ta iki tarafın da kendi savaş suçlularını koruduğunu ve böyle bir mahkemenin gündeme bile gelmediğini belirttik, tüm bunların da Avrupa içerisinde savaş suçları konusunda “çifte standart” olduğuna dikkati çektik.

MÜZAKERELERDE İNSANİ BİR İÇERİK YOK… HERHANGİ BİR UZLAŞI KOMİTESİ DE YOK…

Kıbrıs’ta yürütülen müzakerelerde hiçbir zaman “insani bir içerik” oluşmasına, gerek “kayıp” yakınlarının yaşadığı travmalar, gerek savaş suçları, gerekse “Hakikat ve Uzlaşma Komisyonları” benzeri komisyonların Kıbrıs’ta kurularak geçmişle yüzleşme konusunun hiçbir zaman iki toplumlu müzakerelerin gündemine girmediğini hatırlattığımız master öğrencilerine, tartışılan tek şeyin toprak paylaşımı, kaç asker kalıp kaç asker gideceği, kaç milletvekili olacağı gibi konular olduğunu belirttik… İki toplumlu olarak oluşturulan teknik komiteler arasında herhangi bir uzlaşma komitesi, geçmişle yüzleşme komitesi bulunmadığına da dikkati çektik…

ALMANLAR HER ZAMAN DESTEK OLDULAR…

Almanya’dan sivil toplum örgütlerinin, Kıbrıs’taki barış çabalarına her zaman destek olduklarına dikkat çektiğimiz sunuşumuzda, diğer yabancı ülkelerden bazı sivil toplum örgütlerinin tersine, Alman sivil toplum örgütlerinin söz verdikleri şeyleri yaptıklarını, dayanışma gösterdiklerini, geçmiş yıllarda kritik anlarda Avrupa’dan uluslararası sivil toplum örgütlerini harekete geçirdiklerini aktardık. İngiltere ve ABD’den bazı sivil toplum örgütlerinin “ancak fon varsa Kıbrıs’taki barış çalışmalarına ilgi duyduklarını, fon yoksa ortadan kaybolduklarını, halbuki Almanya’dan sivil toplum örgütlerinin gayet prensipli biçimde barış hareketine destek verdiğini, bunun fonla ilgili olmadığını” belirttiğimiz sunuşumuzda, bu konuda çeşitli örnekler de verdik.


 

BİR KİTAP…

“Unutulan savaş…”

kk-102.jpg

 Ragıp ZARAKOLU

 

Erdem Kaşıkçıoğlu’nun “ÜÇ ALTIN GÜN- Her Yerde Ölüm Vardı” (*) adlı romanı, Türk edebiyatında Nâzım Hikmet’in birkaç şiiri yanında ele alınmamış bir konu olan Kore Savaşı’nı değerlendiriyor. Özellikle Orta Doğu savaşlarına balıklama dalındığı şu günlerde okunması gereken başarılı, harika bir roman örneği sergiliyor Kaşıkçıoğlu.

Nedim, 1950 yılı sonbaharında İskenderun Limanında, bir tugay askerin içinde 23 yaşında yedek subay bir doktor olarak kendini bulur. Bir Amerikan askerî gemisinde, dört hafta kadar sürecek yolculuğunun son durağı Kore’dir. Bu yolculukla, aynı beden içinde iki yaşam sürüklenir: Canlı bir şekilde hatırlayacağı artık geride kalmış olan çocukluk ve ergenlik dönemine ait hatıralar ve belirsizlikle dolu geleceğinin yarattığı kaygı.

İkinci Dünya Savaşı’nın en karanlık sayfalarından biri açılmak üzeredir. Türkiye, Kore’ye asker göndermeye karar vermiştir. Ekmek karneye bağlanmış, siyasi baskı hat safhaya çıkmıştır. Nedim, İstanbul’un Balat semtinde yaşamakta, tüm olumsuzluklara rağmen kendi dar dünyası içinde mutlu olmaya çalışmaktadır. Balat’taki çok kültürlü yoksul hayat Nedim’de derin izler bırakmıştır.

Kore topraklarındaki bilinmez yolculuğunda beraberinde taşıdığı en çaresiz ve masum duygularını ise Yahudi güzeli Raşel’e karşı beslediği ve yitip gitmeyen aşkıdır. Nedim, hislerini cesaretle dile getiremeden, Raşel, Nedimin en yakın arkadaşı olan Yasef’le birlikte 1947’de Filistin’e göç eder. Raşel’in bu yolculuğu, Nedim için savaş gibi bir yıkım olacaktır. Nedim, ailesinin son ferdi olan annesini de kaybetmesiyle tam bir yıkıma sürüklenirken tutunabildiği en önemli destek noktası olan Zehra’ya duyduğu karmaşık duygularını da tam olarak adlandıramadan Kore Savaşı’nın içinde bulur kendini.

Başlangıçta bir gezi gibi başlayan sürecin sonunda, varlığının farkına vardığından beri en çok duyduğu oyunun içindedir artık: Savaş. Bu oyunda, en kahredici manzaralara tanıklık eder. Kürtçe dışında başkaca bir dil bilmediği için emirleri anlamayan askerlerin o savaşta yaralanıp öldüklerine şahitlik edecektir. Yaralanan ve hayatta kalma mücadelesini gözlemlediği askerlerden birisidir Er Rıza. Rıza, en yakın arkadaşına acılarını ve duygularını dile getirirken insanlığın ortak dilindeki isyan haykırışını hissettirerek onbaşı rütbesinde ölür. Anadolu’nun farklı noktalarından gelmiş askerleri inceleyen

Nedim hepsinde ortak olan bazı noktaları tespit etmiştir: Yoksulluk, eğitimsizlik, temel askerî becerilerden bile uzak olma ve neden Kore’de oldukları konusundaki şaşkınlık.

Kore’de geçirdiği birkaç aydan sonra uyanamadığı bir kabusunun içinde kıvranır durur. Doktor Nedim, en yakın arkadaşı olan Teğmen Hikmet’le Anadolu’daki yaşamları ile kendilerine ait olmayan topraklardaki ölümcül kaygıları arasındaki çelişkiyi çözmeye çalışır. Artık her birisi kendi ölümleri üstüne kurulu bir oyunun içinde sıkışıp kaldıklarını hissedecektir. Savaşın seyrettiği çoğu anlarında mesleğiyle çelişkiye düşen ve hiçbir anlam yükleyemediği ölümlere sadece şahitlik ettiğini düşünen bir doktordur. Ya da bir hasta? Sağlıklı düşünme yeteneğini giderek kaybeden birisidir artık.

İçine düştüğü durumdan kurtulmak için kendi içinde bir arayışa girer. Doktor Nedim’in İstanbul’dan geriye kalan tek canlı anısıyla konuşmaya başlar ve ona yazar. Kore topraklarında, Zehra’nın neden bu savaşa gidiyorsun sorusu Nedim’in kulaklarında yanıtsız bir şekilde çınlayıp durur. Savaş yıkımları, kısa sürede Doktor Nedim’de ağır ruhi buhran ve açmazlara yol açar. Hayatını kurtarmakla yükümlü olduğu askeri öldürerek kahraman olabileceği hissiyatına kapılır. Zehra’nın hayalidir artık onu giderek kötüleşen durumdan kurtarabilecek. Duyduğu sevginin derinliğini ve gücünü o anda daha berrak ve yalın bir şekilde anlar. Kurtulması gerektiğini düşünür, o kabuslar içinde dönüp duran o oyundan. Ne yazık ki kurtulamaz ve intihara sürüklenir. Unutulmuş bir savaşın unutulmuş bir kahramanıdır artık.

(*) Erdem Kaşıkçıoğlu, Üç Altın Gün- Her Yerde Ölüm Vardı, Belge Yayınları 2015.

(EVRENSEL – Ragıp ZARAKOLU – 4.2.2020)

Bu yazı toplam 1670 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar