1. YAZARLAR

  2. Ongun Talat

  3. Pek cesur yürekler
Ongun Talat

Ongun Talat

Pek cesur yürekler

A+A-

Annan Planı referandumuna giden sürecin henüz başlarıydı. O meşhur Kopenhag Zirvesi’nde, dönemin Cumhurbaşkanı Denktaş’ın himayelerinde, Kıbrıslı Rumların tek taraflı AB üyeliğini engelleyebilme fırsatını heba etmiştik. Bu hayal kırıklığıyla birlikte toplumsal muhalefet iyice güçlenmeye başlıyor, eylemler giderek daha kitlesel hale bürünüyordu.

Coşkulu, inançlı bir kalabalık, hep bir ağızdan sloganlarla ilerliyorduk. Ledra Palas ışıkları önlerine yaklaştığımızda, polis barikatının sınır kapısına giden yolu kapattığını gördüm.

Açıkçası ben pek de üzerinde durmamıştım. Çünkü bizim güzergahımız orası değildi. Yürüyüş düz devam edecekti, Ledra Palas sınır kapısı ile bir alakamız yoktu. 

Kortejin benim bulunduğum sırası bize paralel olarak saf tutan polislerin önüne geldiğinde, birden 5-10 metre kadar ötemde o dönemin aktif gençlerinden, tanıdık bir simanın bağırmaya başladığını duydum; “Nedir be ama kapattılar bize yolu, hadeyin, sınıra gidelim, sınırı delelim!”

Bu sözleri duyan polisler, sanki bir sinyal almışlar gibi kalabalığa müdahale etmek üzere hareketlenmeye başladılar. Muazzam bir itiş kakış arasında, kimse daha ne olduğunu anlayamadan, coplar kafalara inmeye başlamıştı bile.

Bense ilk şaşkınlığımı üzerimden attıktan sonra, daha çok bir çeşit refleksin itkisiyle kargaşaya doğru gitmeye çalıştım. Sıkışan kalabalığın arasında el yordamıyla ilerlemeye çalışırken, karşımda az önceki polis saldırısını başlatan narayı atan “kahraman” belirdi. Benim gitmeye çalıştığım yönün tam tersi yöne, büyük bir maharetle kalabalığı yararak ilerliyor, ışık hızıyla olay yerinden uzaklaşıyordu. Gözlerinde gördüğüm korku ifadesini hiç unutmadım.

Bu kahraman arkadaş daha sonraki yaşamını, o eylemde yaptığı gibi sürekli cesaret üzerine naralar atmakla geçirmeye devam etti. O her cesaret çağrısı yaptığında, benim gözümün önüne coplardan kaçış sahnesi geldi.  O kendisinden başka herkesi korkaklıkla, dik durmamakla, onursuzlukla itham ettikçe, benim aklıma onun gözleri ve o gözlerdeki korkuyla karışık kaypaklığa çalan ifade geldi.

O gün o eylemde onun yerine cop yiyenlerse, kendi deyimiyle “korkaklığa” devam ettiler. Hayatlarında hangi fedakarlıkları yaptıkları, hangi sorumlulukları aldıkları, neleri kaybetme pahasına mücadele vermeye devam ettiklerinin hiç bir önemi yoktu. Yeterince cesur slogan atmıyorlardı ne de olsa. Ve onun için yegane önemli olan, mümkünse sırtına bir de Che tişörtü geçirerek atılması gereken bu sloganlardı.

Şimdi aynı meşrepten “cesur yürekler” naralar atmaya devam ediyorlar. Dik durmaktan bahsederken sırtını muhatabına dönenler, kendi kendine söylenmekten başka hiçbir şey yapmayanlar, aslında kişisel amaçlarla yaptıklarını toplumsal bir sos katarak bizlere yutturmaya çalışanlar... İş sorumluluk almaya geldiğinde ortadan ilk kaybolanlar işte bunlar.

Cesaret eyleme geçmeye dair mesele. O gün sınırı delme narası atmanın hiçbir anlamı olmadığı gibi, bugün de Sarayönü’nden bağırmak suretiyle herhangi bir başarı kazanma ihtimali yok.

Hazır bugünlerde oturduğu yerden ziyaret edilmeyi bekleyen bir “toplum lideri” varken, “biat etmiyorum, dik duruyorum” diye diye tüm ipler başka diyarlara devredilmişken, aklıma birden geliverdi işte...

Bu yazı toplam 2409 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar