1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Onlar hayatlarını, biz insanlığımızı kaybettik…”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Onlar hayatlarını, biz insanlığımızı kaybettik…”

A+A-

BİR ÖYKÜ…

“Onlar hayatlarını, biz insanlığımızı kaybettik…”

Dr. Derviş ÖZER
Savaş bitti, artık korkumuz kalmadı. Denktaş'ın dediği gibi artık Rumlar bizi kesemeyecek. Ruso gibi, Şevket gibi bizi paramparça edemeyecek. Doktorun karısı çocukları gibi öldürülüp bir banyo küvetinin içinde yatmayacağız. Biz artık kurtulduk. Biz çocuklar barış içinde ölümü düşünmeden korkmadan kan görmeden yaşayacağız. Ne mutlu bize; başkanlarımız,  büyüklerimiz yıllarca  uğraşıp bizi kandan ölümden korudular.

Biz Doktorun çocukları gibi olmadık. Bir banyonun içinde  annemiz altta biz annemizi koruyarak öldürülmedik. (Bu nerden çıktı anlamadım ama nedense çocuk aklımla kalan saçma sorular bunlar). İlkokul sınıfımın duvarına asılan banyo resimlerine bakarken. Bir anne, banyo küvetinin altında yatıyor ve üç tane çocuğu kendisine siper etmiş. Üç tane çocuk annenin üzerinde kanlar içinde banyoda yatıyor. Bunları hayal değil İlkokul 2-3 .üncü sınıfların duvarlarını süsleyen resimler.

Kendimi şanslı sayıyorum, benim köyüme Rumlar girmemiş. Benim köyümde Rumlar katliam yapmamış. Bizi koruyan ne idi ? Bizi koruyan, bu üç çocuğu niye korumamıştı. Kafamda deli sorularla dini, TMT’yi,  Başkanı ve büyükleri sorguladım. Üç tane çocuğu koruyamayan bir teşkilat, beni nasıl korumuştu. Hem de Türk Alayının doktorunun karısı ve çocuklarını koruyamayan teşkilat ve alay beni nasıl korumuştu. Beni koruyan Tanrı bu çocukları nasıl korumamıştı. Bunu öğretmenime söyledim. Hem de sınıfa bu çocukların kanlı resimlerini asan öğretmenime. Aldığım cevap yanağımda beş tane parmak izi idi…

(Çok uzun yıllar sonra, büyüyüp bir yetişkin olduktan sonra ancak ilkokulda öğretmenimizin duvarına astığı fotoğraftaki manzaranın aslını öğrenecektim: Türkiye’den gelerek Kıbrıs’ta görev yapan bir fotoğrafçı tarafından fotoğraftaki ölü çocuklar ve annenin ölü bedenlerinin yerleri değiştirilmiş, fotoğrafçı “daha etkili bir fotoğraf” çekmeye çalışmak adına böyle yapmıştı… Böylece benim çocuk aklıma soruların düşmesine ve bunları sorunca da öğretmenden bir tokat yememe yol açmıştı…)

Ben  bilmiyorum, benim yerime onlar biliyor. Benim yerime onlar karar veriyor. Tıpkı yıllarca karar veren başkanımız gibi. Yıllarca bizi Rumlar kesecek diye korkutup geceleri kabuslar gördüren başkanımız gibi. Onlar karar veriyor. Bizim kabuslar görmemize bile onlar karar veriyor. İlkokulda, sınıfımızı ölen mücahitlerin resimleri ile doldurup onların nasıl öldürüldüğünü anlatarak geceleri yataklara işememizi sağlayan öğretmenlerimiz gibi.

Savaş bitti, Rumlar  her nedense bizi kesmedi, kesemedi. Biz okulumuza devam ettik. Okul açıldı. Biraz  geç olsa da açıldı. Esir olan Rum çocukları ve Türk çocukları o sene okula gidemediler ama biz şanslıydık. Biz sene kaybetmedik. Kurşun  delikleri, bomba yıkıntıları arasında eğitime başladık. Esirler okulumuzu temizlediler. Öğretmenimiz bizi, esir kampının olduğu köye gönderip bayram için, Atatürk büstüne koymak için, çiçek toplamaya gönderdi. Rumlardan ganimetlediğimiz bisikletlere binip, esir kampının olduğu köye gittik. Bizim çaldığımız bisikletlerini gören Rum çocukları kendi bisikletlerini tanıdılar ve bisikletlerine ağladılar. Ne kadar cahildiler. Ganimetin ne olduğunu bile bilmiyorlardı. Biz kazanmıştık, her şey bizimdi. Evler, topraklar, kadınlar, kızlar, oyuncaklar, akla gelecek her şey bizimdi. Ve 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı için Rum evlerinden çiçekler topladık, getirip öğretmenimize verdik. Güzel bir çelenk yaptık ve Atatürk büstüne ganimet bisikletlerimizle götürüp koyduk.

Başkanımız, Rum esirleri gönderdi. Ganimet bisikletlerimizin arkasından ağlayacak çocuk kalmamıştı. Dersler devam etti. Bahar gelince bahar gezisine çıktık. Beş  kilometrelik yolu dinlenmeksizin yürüdük, yürütüldük. Yol kenarında yatan ölü Rumların arasından, çürümüş ölülerin arasından geçtik ve Beş kilometrenin sonunda, yine çürümüş insan cesetlerinin arasında piknik yaptık. Her gördüğümüz cesedin başında toplanıp inceleme yaptık ve üç kere tuu tuu tuuu yapıp bir başka ölüyü seyretmeye, incelemeye gittik. Evde hazırlanmış haşlanmış yumurtalarımızı çıkarıp yedik, suyumuzu içtik. İnce uzun kemikli Rum'un elini kemirdik. Sıcak, sımsıcak suyu kan gibi içtik.  Pantolonunun cebinden dökülen iki şilini almak için birbirimizle kavga ettik.

Biz şanslıydık bizi kesemediler.  Bizi öldüremediler.  Biz hayatımız kaybetmedik. Kanımız dökülmedi doktorun çocukları gibi. Bizim kanımızı dökemediler ama ruhumuzu öldürdüler. İnsanlığımızı öldürdüler. Biz şanslıydık(!), ölmemiştik…

junge-glas-scheibe-erfroren.jpg
(DR. DERVİŞ ÖZER – 1 Haziran 2019)


KAZILARDA SON DURUM… KAZILARDA SON DURUM…

Bayram nedeniyle kazılara ara veriliyor…

Kayıplar Komitesi’nin gerek 1963, gerekse 1974’te “kayıp” edilmiş olan Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın gömü yerlerinin aranmakta olduğu kazılara bayram tatili nedeniyle ara veriyor.

Bayram nedeniyle “kayıplar”la ilgili kazılar yapılmayacak…

Kazılara 7 Haziran 2019 Cuma günü kalındığı yerden devam edilecek.

engomi-tuzla-28.5.2019.jpg


Lia’nın Maraş’taki evinin anahtarları…

anahtar.jpg

Çok değerli arkadaşımız, barış için yıllardır mücadele eden Lia Musupetru, Maraş’taki evinin anahtarlarını saklıyor…

Pembe bir kurdeleyle bağlanmış üç anahtar…

1974’ten beridir Maraş’taki evine geri dönmeyi bekliyor…

Politikacıların çok umurunda değil böylesi insani duygular, travmalar, derin yaralar…

Lia, bu duruma isyan ediyor…

“Maraş’taki evimin anahtarları!” diye yazıyor… “Bir daha bu anahtarları kullanmak için umut var mıdır acaba? Bunca zaman bize yalan söyleyenler, kendilerinden utansınlar!” diyor…

 

Bu yazı toplam 2112 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar