1. YAZARLAR

  2. Tayfun Çağra

  3. Dün ne oldu? Bugün ne oluyor?
Tayfun Çağra

Tayfun Çağra

Dün ne oldu? Bugün ne oluyor?

A+A-

 

Bugün, daha doğrusu dün akşam bizimle direkt olarak ilgisi olmasa da indirekt olarak önemli bir gün… Türkiye’deki referandum sonucunun net olarak ortaya çıktığı gün. ‘Evet’ veya ‘hayır’. İki kelimeden biri galip çıkacak.

‘Evet’in çıkması halinde şu an Türkiye’de olan fiili durumun daha da güçlü bir şekilde resmileşmiş hale gelmesi durumu gerçekleşecek. Yani daha çok baskı, daha çok korku, daha çok tek tiplik, daha çok beyin göçü, daha çok kayırmacılık dönemi… Her şeyden daha çok ama özgürlüklerin daha az kaldığı bir dönem…

‘Hayır’ çıkmışsa bir şey değişmeyecek, Cumhurbaşkanı yine Cumhurbaşkanı, Başbakan yine Başbakan, AKP hükümeti yine AKP hükümeti, muhalefet yine aynı pasif muhalefet kalacak ama en azından Erdoğan ve AKP’ye “durun bakalım, biz de varız, bizim de sözümüz var” diyebilen Türkiye halklarının kendine olan güvenlerinin artacağı bir dönem başlayacaktır.

Elbette ki bu satırlar okunurken Türkiye’de verilen kararın yankıları ve tartışmaları yoğun bir şekilde sürüyordur. Referandum sürecinde eşit olmayan bir şekilde süren kampanyaların ne sonuç ortaya çıkardığı görülecektir. Devlet ve hükümet olanaklarının çok yoğun bir şekilde, demokratik ülkelerde olamayacak bir şekilde kullanıldığı bu süreçte, ‘hayır’ propagandası yapmak elbette ki kolay olmazdı, olmadı da zaten… Her zaman söylendiği gibi pasif veya pasifleştirilmiş bir muhalefet gücüyle veya korkutulmuş, mahkûm edilmiş muhalif güçlerle karşı kampanya yürütmenin zorluğunu herkes bilir ve bu durumdaki hareketler hakkında hariçten gazel okumak da çok da doğru olmayabilir.

Görünen fiili duruma karşın umarım bugün, (dün akşam) Türkiye’nin önünde yeni umutların açıldığı bir gün olur… Gerilim biter, korku azalır, mutlu insanlar çoğalır…

Şu anki rejimin çıkacak sonuçla güçlenmesi durumunda şimdilerde bizde de poliste başlayan FETÖ soruşturmalarının başka mecralara da kayması ve burada da henüz çok hissetmediğimiz korku imparatorluğunun artması beklenebilir. Bir kez daha (şu an sonuç belli olsa da) umutla gidişatın önüne set çekecek bir sonucun çıkmış olmasını dilemekten başka bir şey gelmiyor elimizden… Umarım öyle olmuştur, olmasa da artık hakkımıza hayır!..

***

Olmasa ne olacak? Tabii ki müzakerelere yoğunlaşacağız… Olsa da olmasa da elbette… Her ne kadar “anlaşma olmasa da ekonomide, sosyal yaşamda, çalışma yaşamında yapabileceğimiz şeyler var” dense de Türkiye’nin ağırlığında bu yerlerdeki düzenlemeler de bizim olmayacak, bize yaramayacaktır diye düşünüyorum… Çareyi kesin bulduracak, tedaviyi pansuman tedbirlerle geçiştirmeyecek sonuca gitmekte yarar var.

Not: 16 Nisan saat 16.30 itibarıyla ‘evet’ler %55 gibiydi. Bu sonucun belki bir-iki puan daha düşmesi bekleniyordu… Yani Türkiye ‘evet’ dedi. Hade bir kez daha hayırlısı!..

 


 

Öykülerde gazeteci

oyku.jpg

Öykü yarışmamıza gönderilen öyküleri okuyorum. Yarışma jürisinin bir üyesi olarak baktığım öykülerde her yıl olduğu gibi çocukların, gençlerin ilginç bakış açılarını görüyorum. 12,13,14 yaş grubu için verdiğimiz konulardan birinde “gazeteci iseniz ve herkesin ilgisini çekecek bir haber yakaladığınızı düşünersek bunu öyküleştirin” demiştik. Gelen öykülerde çocuklar haber üretemeyen gazetecinin çaresizliğini, bundan dolayı geleceğinin gazete patronun iki dudağı arasında olmasını anlattılar. Öykücüler, bu gazetecinin iş kaygısını, korkusunu ilginç öykülerle anlattılar. Neredeyse bu konudaki öykülerde bütün gazeteciler işini kaybedecek korkusuyla ilginç haber peşinde koştular, evli ve çocuklularsa çocuklarının geleceğini, bekârlarsa yaşamın idamesi korkusuyla yaşadıkları perişanlıkları anlattılar. Çünkü tiraj artıran haber yazamazlarsa işlerine son verilecektir. Bu öyküleri yazdıran, biz gazetecilerin içinde bundukları durumu aktarma biçimleri mi, çocukların dizilerde, sinemalarda gördükleri kurgular mı, etraflarında gözlemledikleri mi, yoksa sadece hayal güçleri mi bilemiyorum ama bu öyküleri okurken gazeteciler adına bir kez daha kahroldum.


Benden de ‘of’

Sevgili Sami, birkaç gün önce kızı Selin’in 18 yaşında olmasını anlattı ve “of Selin” dedi. Ben ne diyeyim Sami! Benim de bir kızım 2 ay önce 18 yaşını doldurdu Selin gibi, ehliyetini de aldı Selin gibi, kendi kararlarını da çoktan almaya başladı yine sevgili Selin gibi ve 3-5 ay sonra da artık yurt dışında olacak… Yetmedi, diğer kızım 21 yaşında… O da üç sene önce 18 yaşını doldurdu, o da ehliyetini aldı, o da çoktaaan kendi kararlarını alıyor… ‘Of’ çekecek o kadar şey var ki! Devam eden eğitim ve bittikten sonra iş kaygısı daha çok ‘of’ çektirecek… Ondan sonra da ne, bilemem!.. Ben ne diyeyim sevgili Sami!.. Ben kaç defa ‘of’ çekeyim dersin!

 


 

Kıbrıslı hissedebilmek…

Geçtiğimiz yıl hayatını kaybeden dünyaca ünlü şarkıcı, oyuncu ve farklılığıyla ünlü David Bowie’nin ilk eşi Angela Barnet, aslında Kıbrıs doğumlu bir Amerikalı model… Neden böyle bir yorum yapmış bilmiyorum ama kendini sadece Kıbrıslı olarak tanımlıyormuş. “Ne Kıbrıslırum, ne Kıbrıslıtürk… Yeri, yurdu, düzeni olmayan bir Kıbrıslı…” Böyle hissedebilmek için belki de çok görmek, çok gezmek, çok yaşamak gerek ama o kadar zamanımız yok. Hemen, şimdi öyle hissetmeye o kadar ihtiyacımız var ki!

 


 

Mevkilerini para ile satan kimseler, masraflarını geri almak yoluna düşerler.

Aristotoles  

Bu yazı toplam 1365 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar