1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Derinya’nın gözyaşları henüz dinmedi, yaraları henüz sarılmadı…
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Derinya’nın gözyaşları henüz dinmedi, yaraları henüz sarılmadı…

A+A-

***  Derinya barikatı açılıyor, midem düğüm düğüm oluyor… Bunca yıllık itişip kakışma, sürtüşme, ağır ağır laflardan sonra, burnumuzdan fitil fitil getirilerek açılıyor bir barikat…

 

Derinya barikatı açılıyor, midem düğüm düğüm oluyor… Bunca yıllık itişip kakışma, sürtüşme, ağır ağır laflardan sonra, burnumuzdan fitil fitil getirilerek açılıyor bir barikat…

Derinya acılarla yüklü bir bölge… Maraş acılarla yüklü bir bölge… Sivil toplum örgütü Mağusa İnsiyatifi olmasaydı, bunca zaman bu konuda basbas bağırarak kampanya yürütmemiş olsaydı, barikatın iki yanından hem Kıbrıslıtürkler’i, hem Kıbrıslırumlar’ı bir araya getirmemiş olsaydı gene de açılmazdı bu barikat…

Barikat açılıyor, insanlar geçiyor, en önde kalbi barış için çarpan bir kadın, elinde bir bayrak, üstünde Türkçe ve Rumca “Barış-İrini” yazıyor… Bayrak dalgalanıyor o yürüdükçe ve POLİTİS’ten bir gazeteci onun bu inanılmaz güzellikteki yürüyüşünü yakalıyor – bu fotoğraf artık bir ikona dönüşecek, internete düşer düşmez dönüşüyor da zaten – herkes bu fotoğrafı paylaşıyor ve Loli Kythreotu bu barikatın açılışına damgasını vuruyor…

Derinya barikatı açılıyor, midem düğümleniyor – sosyal medyada üyesi olduğum bir Maraşlılar grubunda söylenmedik laf, edilmedik küfür bırakılmıyor… Bu bölgede 1996’da bayrak direği üstünde öldürülen Solomi’yi ve dövülerek öldürülen Tasos Isaak’ı hatırlatıyor bunları yazanlar ve Solomi’nin babasının da barikatın açılmasına karşı yapılan gösteriye katıldığını gösteren bir fotoğraf paylaşıyorlar…

Derinya acılarla yüklü: Öyküsü 1996 değil, 1974’te aslında… Bu bölgede öldürülen ve “kayıp” edilenler var…

Derhal arşivler karıştırılıyor ve bu yolda bir İngiliz askerinin çekmiş olduğu, 1974’te 16 Ağustos günü “Maraş’a geri dönünüz, herhangi bir tehlike yoktur” diye Maraşlı Kıbrıslırumlar’a devletin RİK radyosundan yapılmış olan çağrıya uyup Maraş’a dönmeye çalışan ve Türk tankları ile bazı Kıbrıslıtürk mücahitlere yakalanan ve oracıkta öldürülerek yol kenarında bırakılan ölülerin fotoğrafı yayımlanıyor…

16 Ağustos 1974’te RİK’ten böyle bir çağrı yapılmıştı, evet: “Maraş’a geri dönün” denmekteydi… İnsanlar da bu çağrıya inanıp Maraş’a geri dönmeye çalışmışlardı…

Derinya’da, Türk tanklarıyla ve bazı Kıbrıslıtürk mücahitlerle karşılaşmışlardı – bir tür “tuzağa” düşmüşlerdi… Kimisi kendi arabasıyla geri dönmeye çalışıyordu, kimisi üç-beş kişi doluştukları bir taksiyle…

Burada kaç kişi alındı, öldürüldü ve “kayıp” edildi? Tam rakamı kestiremiyoruz… Kesin olan bazı Kıbrıslıtürk mücahitlerin onları alıp Percana’nın Bahçaları’nda öldürmeye götürdükleri, oradaki bir havuzun yanında bu sivil Kıbrıslırumlar’ı infaz ettikleri, Türkiyeli bir komutanın tesadüfen o bölgeden geçerken bu manzarayı görüp bu infazları durdurduğu, pek çok Kıbrıslırum’un hayatını kurtardığı, daha sonra bir daha asla uyku yüzü görmediği ve bu manzara nedeniyle bir daha huzur bulamadığı… Yıllar sonra tesadüfen bu komutanın Türkiye’deki evinde misafir olan “kayıp” yakını bir arkadaşımız anlattı bana: Komutanın eşi, “Gece bir çığlık duyarsanız sakın endişelenmeyin” demiş ve o gün, Percana’nın Bahçaları’nda yaşanmış olan katliamdan sonra sevgili eşinin sinirlerinin bozulduğunu, uyuyamadığını, kabuslar gördüğünü anlatmış…

Bu komutan Filippos Yapanis adlı ünlü Kıbrıslırum heykeltıraşın hayatını da kurtarmıştı, yanındaki 10-15 kişilik grupla birlikte… Onu da, birlikte olduğu diğer Kıbrıslırumlar’ı da öldürecekti bu Kıbrıslıtürk mücahitler…

Filippos Yapanis, yıllar sonra yazdı bunu sosyal medya sayfasında ve o komutanı bulup hayatını kurtarmış olduğu için teşekkür etmek istediğini ifade etti. Ona “Sevgül Uludağ onu bulabilir” diye yazdılar, ben de bu komutanın artık hayatta olmadığını yazdım Filippos Yapanis’e… Bir gün onunla röportaj yapacağız mutlaka ve Filippos, yaşadıklarını anlatacak… “Ben neden hayatta kaldım?” diye soruyordu Filippos Yapanis ve ona yanıt verenler “Daha üretecek çok şeyin vardı, bak ne güzel heykeller yaratıyorsun” diye yanıt vereceklerdi… Hayat bir tesadüften ibaret olup çıkmıştı Filippos Yapanis için: Bir an vardınız, ertesi saniye kurşuna dizilebilir, Percana’nın Bahçaları’na gömülebilir, yıllar sonra cesediniz oradan da sökülüp taşınabilirdi… De Cuellar Planı ortaya çıktığı ve “Maraş geri verilebilir” korkuları bazı sivil ve askeri yöneticileri sardığında, bazı gömü yerleri boşaltılmıştı – anlatılanlara göre, Percana’nın Bahçaları’ndaki toplu mezarlar da boşaltılıp bunlar taşınmış ve Namık Kemal Lisesi’nin avlusuna gömülmüşlerdi, bir de Anıt Gazinosu’nun park yerine tekrar gömülenler olduğu anlatılıyordu…

Derinya’da yalnızca bunlar olmadı ama – bir çocuk daha kurtuldu, koşup kaçtı oralardan… Deliler gibi koştu, koştu… Yanıbaşında öldürülenler hala orada mı? Yoksa onların mezarları da ellenip başka yere mi taşındılar, bilmiyoruz…

Bu çocuğun ablası Hristalla’yla geçtiğimiz yıl bu sayfalarda yayınladığımız röportajda, evlatçıklarını bu katliamda nasıl kaybettiğini anlatmıştı… Hristalla Kiriaku’nun kaynanası, kaynatası, görümcesi, kaynı,  beş yaşındaki oğlu ve üç yaşındaki ikiz kızları 19 Ağustos 1974’te Aşağı Derinya’da öldürülerek “kayıp” edilmiş, 12 yaşındaki küçük kardeşi Alkis bu katliamdan sağ kurtulmuştu… “Derinya’nın Gözyaşları” başlığıyla yayımladığım bu röportaj dizisi, insanları şoke etmişti… Üstelik Hristalla Kiriaku, iki toplumlu etkinliklerde hep ön saflarda bir kadındı – acılı bir kadın, evlatları öldürülüp “kayıp” edilen bir kadın…

Bir okurum, Golden Sands Oteli’nin orada, havuzun yanında pek çok çocuk cesedi görmüş ve yıllar sonra bana “Belki de orada bir kimsesiz çocuk yurdu mu vardı?” diye sormuştu… Belki de bunlar Hristalla’nın ve yakın akrabalarının evlatçıklarıydı… Görümcesi Sotira’nın üç küçük çocuğu da öldürülmüştü bu katliamda: Tasos, Hristos ve Kulla…

Hristalla şöyle anlatmıştı geri dönüşlerini:

“İkinci işgalde Maraş’ı boşaltmaya başladıkları zaman, kaynanam, kaynatam, görümcem, üç çocuğum, küçük erkek kardeşim ve komşularımız  bir arabaya doluşmuştuk ve ayrılmıştık Aşağı Derinya’dan – nasıl sığışabilmiştik o arabaya, insanın aklı almaz yani… Toplam 15 kişiydik arabada! Aşağı Derinya’dan ayrılarak Liopetri’ye gitmiştik, ağaçların altına… Orada iki gece kalmıştık… Sonra kaynatam radyoda haberleri dinlerken polislerin, askerlerin, itfaiyenin falan Maraş’a geri dönmesi çağrısını duymuştu, “Teknik Okul’a kadar gidebilirsiniz” deniyordu bu çağrıda. Yani “Maraş’a geri dönebilirsiniz” deniyordu bu çağrıda. Aslında Türkler Aşağı Derinya’daydı ama biz bunu bilmiyorduk ve radyodan geri dönmemiz için çağrı yapılıyordu… Maraş’ın boş olduğu sanılıyordu ve geri dönüş çağrısı yapılıyordu.

 

cocuk.gif

Pek çok kişi geri dönmeye çalışıyordu, biz de dönmeye çalışanlar arasındaydık. Arabaya doluşup geri dönmeye çalıştığımızda Derinya’da durdurulduk. Arabayı süren kaynımdı – haki renkli avcı kıyafeti giydiği için onu hemen tutukladılar ve onu bir daha hiç göremedik… Percana’nın bahçalarına kadar yürüttüler bizi… Toplamda 200-300 kişi kadardık… Yani tutuklanarak oraya kadar götürüldük yaya olarak, Percana’nın bahçalarında toplanmış başkaları da vardı… Toplamda 200-300 kişiydik. Orada öylece durdurulduk, ta öğleden sonraya kadar… Bize nereye gittiğimizi soruyorlardı… Biz de onlara evimizin buradan çok uzak olmadığını, yakınlarda olduğunu, çocuklara giysi almaya gittiğimizi izah etmiştik. Haberlerde geri dönebileceğimizi duyduğumuzu, bunun için geri döndüğümüzü izah etmiştik. Bu soruları soranlar askerlerdi… Türk askerleri de vardı, Kıbrıslıtürk askerler de vardı. Kaynatam Yenağralı olduğu için çok iyi Türkçe bilirdi… Ne konuştuklarını dinliyor ve bize anlatıyordu… Orada 20 kadar asker vardı… 5-6 tanesi Kıbrıslıtürk’tü, geriye kalanlar Türk askerleriydi. Bizim evimiz bulunduğumuz yere yakın olduğu için bize eşlik ettiler ve bir süre orada kalmamıza izin verdiler. Sanırım 17 Ağustos 1974 idi… Bu tarihi hatırlıyorum çünkü 19 Ağustos 1974, ikizlerimin üçüncü yaşgünüydü… Onların benden alındığı gündü bu – tam doğumgünlerinde “kayıp” edilmişlerdi… İki gece evimizde kalmıştık… Yani 17 Ağustos’tan 19 Ağustos’a kadar evimizde kalmıştık. Kaynanam, kaynatam, üç çocuğuyla görümcem, yalnız bir komşumuz (kadın), iki kız çocukları olan bir çift, kaynımın bir arkadaşı, üç çocuğum ve küçük kardeşim Alkis’le ben… Bu saydıklarım, hepimiz bizim evimizde kalmıştık iki gece.17’sinde onlara “Evimiz çok yakındır, bırakınız gidelim” dediğimizde bize eve kadar eşlik etmişler ve bize “Burada kalmanıza izin veriyoruz ve sizi gözleyeceğiz. Eğer aranızdan biri bu evden ayrılıp kaçmaya çalışırsa, geri gelip hepinizi öldüreceğiz” diye uyarmışlardı. “Bu evden ayrılmaya kalkışmayın sakın” demişlerdi. 17 Ağustos ve 18 Ağustos’ta evde kalmıştık, iki gece boyunca… 19 Ağustos ikindi vakti geri gelmişlerdi evimize… Bizi yola çıkarmışlardı… İki kızı ve beni ayırmışlardı evde ve bize “Siz evde kalınız, biz gidip onları götüreceğiz ve geri dönüp sizi de alacağız” demişlerdi. Ben çocuklarımı bu gruptan yanıma almaya çalışmıştım ama bir tanesi omzuma vurmuştu bu askerlerin – sarhoştu bu askerler, alkol kokusu sinmişti üstlerine başlarına… Bunlar Kıbrıslıtürk ve Türk askerleriydi… 5-6 kişiydiler… Ben “Herhalde arabada yeterince yer yoktur, önce onları götürüp sonra gelip bizi alacaklar” diye düşünmekteydim…  Geri döndüklerinde biz üç kişiyi ayırmışlardı – sonra uzun saçlı bir Kıbrıslıtürk bana “Kaç git hemen” demişti… “Git, canını kurtar!” demişti… Uzun saçlı bir Kıbrıslıtürk’tü bu… Saçları uzundu, Türk askerlerinin saçları kısaydı… Bu uzun saçlı Kıbrıslıtürk, üçümüzü de alıp dışarı çıkarmıştı – dışarı çıkmadan önce buzdolabının üstüne bir not bırakmıştım, “Derinya’ya gidip yardım getireceğiz” diye…Evimizin arkasında yardımcı odalar vardı – komşumuzla bizi tel ayırırdı – daha önceden bu teli kesmiştik, komşuya rahat gidip gelebilmek için… Diğer iki kız, kaynatamın komşularıydı Maraş’taki belediye evlerinden… Onları da alıp telden geçerek, komşuların bahçelerinden geçerek, tarlalardan geçerek Derinya’ya doğru yürüyüp gittik – bölgeyi biliyordum çünkü… Bu bölgeden geçerken hiç kimseye rastlamamıştık… Derinya’da – Aşağı Derinya değil, Derinya köyünde – Kıbrıslırumlar kahvehanede sanki hiçbirşey olmamış gibi oturuyorlardı… Sotira köyüne kadar yürüdük… Erkek kardeşim Sotira köyünde evliydi, o nedenle onun evine gittik.  Kardeşim bizi alarak arabasıyla Derinya’ya götürdü, polise ifade vermemiz için… Gecesi küçük kardeşim Alkis’in geldiğini duyduk, böylece neler olup bittiğini Alkis’ten öğrendik… Şimdi size anlatacağım, küçük kardeşim Alkis’in öyküsüdür… Evimizdeki grubu alıp götürmelerinden itibaren başlar Alkis’in öyküsü çünkü o da bu gruptaydı…Bu grubu alıp gideceklerinde ben ikizlerimi, çocuklarımı almaya çalışmıştım ve bir asker omzuma vurmuştu. O zaman kaynanam bana “Ne farkeder, ha seninle kalmışlar, ha benimle” demişti… “Bırak çocuklar benimle gitsin, nasıl olmasa seni daha sonra olduğumuz yere getirecekler” demişti kaynanam… “Merak etme, ben çocuklara bakarım” demişti. Kaynanamın adı Andriani idi… Andriana Kiriaku… Kaynatamın adı ise Kiriakos Yorgalli idi… Kaynanam Maratovunolu’ydu, kaynatam ise Yenağralı idi…Onları son evin bulunduğu yere kadar götürmüşler, sonra da Aymemnos’un tarlaları başlıyordu… Onları götürdükleri tarlanın sahibi Derinyalı idi… Uydudan bu tarlanın yerini tam olarak buldular zaten… Bu tarlada bir dut ağacı ve bir su deposu vardı… Yenağralı olan kaynatam çok iyi Türkçe bildiği için konuşulanları anlıyordu, bu askerlerin kendi aralarında onları öldüreceklerini konuştuklarını duymuştu… Bu askerlere dönerek “Bu çocuklara acımaz mısınız da onları öldüreceksiniz?” demişti.Askerlerden birisi de kaynatama dönerek, “Sizin insanlarınız Atlılar’daki çocuklara acıdı mıydı ki, biz da sizinkilere acıyalım?” demişti. 

Görümcem bağırmaya başlamıştı… Görümcemin adı Sotira’ydı… Sinir krizi geçiriyordu… Bunun üzerine onu omuzundan vurmuşlardı… Alkis dönüp de Sotira’yı kanlar içinde görünce çok korkmuş ve koşmaya başlamıştı… İşte bu nedenle hayatta kalabildi kardeşim Alkis… Ateş ettiklerini duymuş ama geriye dönmemişti… Arkasından ateş ediyorlardı, belki kendini korkutup durdurmak için ama hiç durmadı Alkis, koştu ve kaçtı… Bu gruptan bir kişi daha kaçmayı başardı, Paralimni’ye gitti – o kadar şoke olmuştu ki bu durum onu çok etkilemişti. Her defasında başka bir hikaye anlatıyordu…Görümcem Sotira üç çocuğuyla birlikte “kayıp”tır… 12 yaşındaki Tasos en büyük çocuğuydu, Kulla 10 yaşındaydı, en küçük çocuğu ise 8 yaşındaki Hristos idi.İkizlerim Kika ve Maria – üçüncü yaş günleriydi – “kayıp”tır. Kız çocuğuydular…Beş yaşındaki oğlum Andreas “kayıp”tır.Kaynanam Andriani ve kaynatam Kiriakos “kayıp”tır.Bizim evden aldıkları bir karı-koca, Androniki ve Savvis “kayıp”tır.Bu çiftin komşusu olan bir diğer kadın “kayıp”tır. Adı Marika’ydı bu kadının… Hepsini öldürdüler orada…”

Derinya barikatı açılıyor, midem düğüm düğüm oluyor… Bu barikat, diğer barikatlardan biraz farklı çünkü bu bölgede öldürülüp “kayıp” edilenler var… Hayalet kent Maraş’ın yıkık evleri var… Bu evlerde yaşamış olanlardan bazı Kıbrıslırumlar dikenli teller ardındaki evlerini görüp hüzünleniyorlar…

Derinya’da barikatın açılması iyi – bu yaraların hala sarılmamış olması, Derinya’nın gözyaşlarının dindirilmemiş olması kötü…

Midem bu yüzden düğüm düğüm oluyor…

Kıbrıs’ta eğer insani bir sistem çalışıyor olsaydı, o zaman yalnızca bir barikat açılmaz, aynı zamanda Derinya’nın gözyaşlarını nasıl dindireceğimiz, yaralarını nasıl saracağımız da konuşulur, bu yönde politikalar, projeler geliştirilirdi…

Kayıplar Komitesi yetkililerine Derinya’nın “kayıpları”nın bulunması için yardımcı olabilirdi her iki taraftan yetkililer…

Derinya ve Maraş ve buralardan taşınmış olan “kayıplar”ın nerelere gömülmüş oldukları konusunda çalışma yapılabilirdi… Bu yönde Kayıplar Komitesi yetkililerine daha çok yardım edilebilirdi…

İnsanların bu acılarını anlayıp, bazıları için bu yoldan bir turist gibi geçilip gidilemeyeceği çünkü çok derin yaraların bu yolda tekrar tekrar kanayabileceği düşünülüp ona göre sivil toplumun bu yaraları saracak programlar geliştirmelerine yardımcı olunabilirdi… Tıpkı benim Dohni yolundan, Muratağa yolundan bir turist haliyle geçip gidemeyeceğim gibi, ailelerinde “kayıplar” olan, bu “kayıplar”ın acısını hisseden insanlar da bu yoldan birer turist gibi geçip gidemiyorlar, içleri kanıyor… Ben Köfünye’den de, Zigi’den de, Dohni’den de, Galatya’dan da, Sinde’den de, Kondea’dan da, Oroklini’den de güle oynaya geçip gidemiyorum – her geçişimde yüreğim kan ağlıyor ve bu bölgelerde yaşanmış korkunç katliamları hatırlıyorum…

Derinya’da ve Maraş’ta bu yaraların aşırı sağcı gruplar tarafından tekrar tekrar kanatılmak üzere kullanılmasını önlemek, ancak bu gözyaşlarının dindirilmesiyle mümkün olabilir – bunun için liderler çalışma yapabilirdi…

Kıbrıslılar ne yazık ki insanlık bakımından çoğunlukla hep sınıfta kalıyorlar – düşünmeden hareket ediyorlar, insanların acısının kurtlar sofrasında yem edilmesine ses çıkarmıyorlar, kendi küçük çıkarlarını koruma güdüsüyle bildiklerini paylaşacak cesareti gösteremiyorlar… 

Pek az Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum, insaniyet bakımından yıldızlı afferim alabiliyor adamızda – onlar yüreklerinde tüm “kayıp” Kıbrıslılar’ın acısını hissedenlerdir…

Bu yazı toplam 5424 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar