1. YAZARLAR

  2. Aysu Basri Akter

  3. Tecrit Süreci Çoktan Başladı
Aysu Basri Akter

Aysu Basri Akter

Tecrit Süreci Çoktan Başladı

A+A-

Mülkiyet sorunu Kıbrıs sorununun en karmaşık konusu… Kıbrıslı Türklerin yumuşak karnı…

Ne var ki, geçmişten bugüne devam eden müzakere süreçlerinde ve özellikle Kıbrıslı Türklerin en azından argüman olarak ciddi bir siyasi avantaj elde ettiği Annan Planı süreçleri sonrasında, son derece önemli bir adım atıldı ve Taşınmaz Mal Komisyonu oluşturuldu.

Komisyon ilk kez Kıbrıslı Türklerin hukuk mekanizmasının uluslararası hukuk nezdinde tanınması anlamına geliyor ve sadece hukuksal değil aynı zamanda siyasi tarafı da ağır olan mülkiyet sorununa bir çare yaratıyordu.

Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin resmi otoriteleri tarafından yapılan bütün baskılara rağmen bu komisyona başvurdular.

Komisyon çareler ürettikçe, baskılar arttı ancak başvurular azalmadı, aksine çoğaldı.

Ta ki, bir gün Türkiye mülkiyet davaları bedelini ödemeyi reddedip, bu sorumluluğu Kıbrıslı Türklerle paylaşmak isteyinceye kadar.

Türkiye tarafı, Kıbrıs’ın Kuzey’inde bir fon oluşturulmasını ve komisyonun aldığı tazminat kararı bedellerinin Kıbrıslı Türklerden yapılacak vergi kesintileriyle oluşturulacak bu fon tarafından karşılanmasını önerdi.

Ne var ki gelmiş geçmiş hükümetler buna çok sıcak bakmadı.

Türkiye ise geri adım atmadı ve karara bağlanan tazminat bedellerinin dahi ödenmesi için kaynak aktarmadı.

7 yılı aşkın bir süredir bu tazminatlar ödenmiyor.

Bugün, Kuzey’deki Rum mallarının tamamı için tazminat ödeyecek olsak, 22 milyar sterlinlik bir kaynağa ihtiyacımız olduğu söyleniyor.

Sadece Maraş’taki malların kullanım kaybından dolayı toplam 3.3 milyar sterlin tazminat talebi var!

EUROSTAT verilerine göre, Kıbrıslı Rumlar’ın Kuzey’de bıraktıkları tüm malları 1 milyon 453 bin dönüm! Buna karşılık Kıbrıslı Türklerin Güney’de bıraktıkları tüm malları 2018 itibariyle 455 bin dönüm. Bu rakam 2012 yılında 591 bin dönüm olarak hesaplanmış.

O günden bugüne bu rakamın daha da eridiği yani bu malların satılmaya devam edildiği tahmin ediliyor.

Ve böyle bir ortamda karar üretemeyen, ürettiği kararların gereklerini yerine getiremeyen Taşınmaz Mal Komisyonu, işlevsizleşmiş durumda.

Üstelik mülkiyet konusu artık 63 ve 74’de “soykırım tehlikesi karşısında” evlerini kaybetmiş Kıbrıslı Türkler’in mecburiyetten yerleştirildikleri ve barınmak zorunda oldukları için kullandıkları mülkler konumundan, kısa yoldan zenginleştikleri çifte ganimet varlıklarına dönmüş durumda.

1974 sonrası ellerindeki Rum mallarını eğreti olarak kullanan Kıbrıslı Türkler, elde ettikleri ganimet gelirlerini meşru bir hak olarak gösteriyor ancak bir gün bunun bir bedeli varsa bunu da ödemeye hazır duruyordu.

Ne var ki Annan Planı sonrası çifte bir ganimet meşrulaştırılması yaşandı ve sonrasında hızla Türk-Rum malı ayrımı ortadan kalkıp hızlı bir inşaatlaştırma süreci başlatıldı.

Çünkü yine Kıbrıslı Türkleri meşru zeminde gösteren referandumun eveti, yaşamak için hayatın devam ettiği koşullarda, durumu normalleştirme süreciydi.

Piyasa da zaten Annan Planı’nda öngörülen kullanıcı hakkını satın almış, özellikle değerlendirilmeyen arazilere bu hak üzerinden değer kazandırma çabasına girmişti.

Özellikle son Crans Montana sürecinin de çökmesinin ardından aradan geçen 8 yıllık zamanda muazzam bir hızla çok farklı bir yatırım iklimi oluşturuldu.

Bugün, özellikle İskele ve Esentepe bölgeleri yakın geçmişle kıyaslanarak bu piyasanın neye evrildiğini çıplak gözle görmemizi sağlayan iki açık örnek olarak karşımızda duruyor.

İsrail asıllı işinsanı Simon Aykut’un tutuklanmasıyla başlayan tedirginlik, Kıbrıslı Türk işinsanı Ahmet Noyan’ın Dubai’ye alınmamasıyla başka bir boyuta evrildi.

Bunun yanında yargılanması sona erip tutuklama kararı açıklanan 2 Macar asıllı kadın emlakçı konusu daha gündemden düşmeden, Geçitkale’nin en büyük projelerinden birinin 4 ortağı hakkında uluslararası tutuklama kararı alındı.

Ortaklar arasında Kıbrıslı Türkler de var. Zaten mevcut yasalara göre, başka bir ülke vatandaşının adanın kuzeyinde inşaat işi yapabilmesi için Kıbrıslı Türk bir ortağı olması gerekiyor.

Dolayısıyla konu sadece bizim dışımızdakileri değil, aslında doğrudan bizi de ilgilendiriyor.

Ve elinde mülkiyet sorununa karşı hiçbir meşru argümanı kalmayan Kıbrıs Türk tarafı sadece mülkiyet rejiminden kazanç sağlayan büyük işinsanlarını değil, yıllar önce eline tapusu verilen sıradan kullanıcı yurttaşları da tehdit altında bırakıyor.

Ve özellikle sıradan Kıbrıslı Türklerin tecrit sürecini ağırlaştırma tehlikesi yaratıyor.

Taşınmaz Mal Komisyonu’nun kurulup işlev alması zaman aldı. Bugün bütün tazminat bedelleri ödense bile komisyonunun yeniden aktif hale gelmesi ve olası davaların tamamen bu komisyon üzerinden ilerletilmesi konusu çok mümkün görünmüyor.

Üstelik bugün mülkiyet konusu Kıbrıslı Türklerin kullanım ya da mağduriyet hakkı zemininden çoktan kontrolsüz rant mekanizmasına dönüşmüş durumda. Yasalar, siyaset ve uygulamalarla bu rant düzeninin desteklendiği de açıklıkla görülüyor.

Emlak piyasasında yaşanan fahiş artış, kontrolsüz büyüme ve bir kara para aklama zeminine dönüşüp hem çevresel ve altyapısal hem de siyasal ve hukuksal olarak geri dönüşü olmayan ağır yaralar açtı.

Geçtiğimiz hafta uzun uzun Türkiye’nin uluslararası arenada ne kadar ağır bir yalnızlaşma süreci geçirdiğini anlatmıştım. Şüphesiz konu sadece hukuki değil.

Konu en başından beri siyasal da…

Ancak bu kez Kıbrıs Türk tarafının ya da Türkiye’nin son 10 yıllık gelişmelere neden olan eylem ve siyaseti sonucu, siyasi avantaj çoktan kaybedilmiş durumda. Bu saatten sonra mümkün olur mu bilmiyorum ancak kısa ve orta vadede yapılması gereken tek şey uluslararası hukuk diline geri dönüp, meşru bir hükümet ve Cumhurbaşkanıyla bu süreci yönetmektir.

Çünkü açıktır ki şu andaki yapı, değil süreci yönetmek hızlı şekilde daha kötüye götürmek için doğal bir seyir içinde.

Ne ulusal ne de uluslararası alanda saygınlık ve meşruiyet sahibi değil.

En azından toplumun her bireyini utandıran bu yapı değiştirilip, uluslararası platformlarda bu sorunun çözülmesi için dinamik bir çaba ortaya koyulması gerekiyor artık.

Diplomatik saygınlık kazanacak yeni bir Cumhurbaşkanıyla müzakere masasının oluşturulması için adım atılması,

Mülkiyet sorunu için tarafların bir araya gelebileceği bir zemin yaratılması ve gerekirse bir kriz masası oluşturarak hukuki ve diplomatik argümanların yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor.

Şimdilerde yeniden dillendirilen “bir rövanş” olarak Maraş’ın Türk kontrolünde açılması ve benzeri krize oynayan, itibar kaybettirmekten başka bir rolü olmayan adımlar yerine pragmatik ve akılcıl çözümler yaratılarak, Maraş konusunun 5 yıl önceki gibi bir seçim rüşveti kıskacından çıkartılarak uluslararası hukuk zeminine derhal dönülmesi gerekiyor.

Örneğin, Maraş konusunda tek taraflı yarı açılımın 5 yıl içinde aslında hiçbir işe yaramadığını sadece itibar kaybı olduğunu yaşayarak deneyimledik. Bu anlamsız tavırda ısrar etmek yerine hukuk zeminine dönülerek, BM kontrolünde yasal hak sahiplerine iadesinin artık konuşulabiliyor olması gerekiyor.

Bu konunun tabu olmaktan çıkarılıp, burada siyaset üreten gerçek mekanizmalar tarafından yani siyasi partiler ve sivil toplum örgütleri tarafından dile getirilmesi ve mülkiyet krizinden doğrudan etkilenen Kıbrıslı Türklerin de çıkarını koruyacak açılımlar yaratılması gerekiyor.

Bunun için de ekonomik örgütlerin, sivil toplumun, sendika ve siyasi partilerin asgari müşterekte ortak bir zemin yaratıp toplumu yanına alarak, irade ortaya koymasına ihtiyacımız var.

Akıldan, sağduyu, adalet ve diplomasiden uzak geçirdiğimiz yıllar sanırım kaybettiklerimizi açıklıkla ortaya koyuyor.

Bu yazı toplam 1334 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar