1. YAZARLAR

  2. Sinan Dirlik

  3. SUUD AÇ GÖZLÜLÜĞÜ VE SUÇ ORTAKLARI!
Sinan Dirlik

Sinan Dirlik

SUUD AÇ GÖZLÜLÜĞÜ VE SUÇ ORTAKLARI!

A+A-


An itibarıyla 1300’e ulaşan Mina’daki Hac faciası, her yıl 2 milyon insanın sırtından milyonlarca dolar para kaldıran Suud rejiminin ve bu “turizm faaliyetinden” nemalananların ortak suçu olarak tarihe geçecek.

Fakat “kutsal topraklarda” şu veya bu şekilde ölmeye kutsiyet atfeden, daha Hac yolunda bile ölmeyi “şehadet” olarak gören anlayışın bundan ders çıkarması, sorumluların cezalandırılması ve güvenlik önlemlerinin alınmasını beklemek tabii ki boşuna…

Haccın her şeyden önce bir turizm organizasyonu olduğunu ve bu organizasyonun planlanmasından gerçekleştirilmesine kadar her adımında organizatör kuruluşların sorumluluğunun bulunduğunu anlatmak çok zor Müslümana…

Suudi rejimi özel olarak hiçbir şey yapmadan, her yıl 2 haftalığına, 2 milyon insana dünya çapında din turizmi pazarlayan dev organizasyonun tepesinde yer alıyor.

Bütün İslam ülkelerinde dini kuruluşlar, Suud rejiminin bu turizm operasyonundan nemalanıyor. Türkiye’den Hac mevsiminde Kâbe’yi ziyaret etmek isteyen bir “turist”, bu organizasyonun resmi yürütücüsü olan Diyanet İşleri Başkanlığı’na minimum 5.000 USD’yi gözden çıkartmak durumunda.

Diyanet, sadece 1975’ten bu yana çoğunluğu Mina’da ve “izdiham” nedeniyle gerçekleşen 3000’e yakın ölüme rağmen, kendisine güvenmekten başka şansı olmayan, çoğu ileri yaştaki insanların hayatının tehlikeye atılmasına göz yumuyor.

Aynı anda 2 milyon insanın ibadet ettiği alanda sürdürülen ve her nedense gözlerden saklanmaya çalışılan dev inşaatın hiç değilse Hac döneminde durdurulması bile talep edilmiyor.

Hatırlayacaksınız, Taksim’de 1 Mayıs kutlanmasının İstanbul Valiliği tarafından yasaklanmasının ilk resmi gerekçesi Taksim meydanının inşaat alanı olmasıydı…

TC Hükümeti, 1 Mayıs kutlamalarını yasaklarken Taksim meydanının inşaat alanı olmasını gerekçe gösterirken, Türkiye’den 100 bine yakın ve neredeyse tamamı ileri yaştaki hacı adaylarının 2 milyon kişinin toplanacağı bir “inşaat alanına” gönderilmesinde herhangi bir sakınca görmüyor…

Her Müslümanı heyecanlandıran Kâbe-i Muazzama’nın “Hac turizmini pazarlamaya dönük” kullanılan ve Anadolu’nun pek çok evinde duvarda asılı duran fotoğrafı ile “gerçekler” çok farklı.

“Allah’ın Evi” olarak kabul edilen Kâbe’nin görkemli bir yapı olduğuna inanan Müslüman’a bu “inancı” pompalayacak çok fazla görsel üretilirken, Suud rejimi ultra lüks otel- gökdelenlerle İslam’ın kutsal mabedini dev bir ticarethaneye dönüştürmüş durumda.

İşte önceki hafta vinç devrilmesiyle, önceki gün “izdiham” nedeniyle  1500 müslüman, bu dev ticarethanenin şantiyesinde öldüler.

Uluslar arası bir mahkemede yargılanacak olsa milyarlarca dolar tazminat ödemesi gereken Suud rejimi, zaten “yakınları şehitlik mertebesine ulaştığı için” neredeyse mutlu olmaya hazır insanlara, “kan parası” vererek işin içinden sıyrılmaya çalışıyor.

Suud rejiminin inanç suiistimaline dayalı bu sıyrılma çabasına da onun suç ortağı olan İslam ülkelerinin tamamı sessiz kalmayı tercih ediyor.

Dünyanın en pahalı hac turizm pazarlamasını yapan Türkiye Diyanet İşleri, dindar insanların can güvenliğinin Suud rejiminin aç gözlülüğüne kurban edildiği bir organizasyondan her yıl dudak uçuklatacak paralar kazanmaya devam etmekte kararlı olduğunu gösteriyor.

Diyanet İşleri Başkanının açıklamasına ve Diyanet’in sosyal medya hesaplarındaki ifadelere bakılırsa 1300 kişi “izdiham nedeniyle” hayatını kaybetti…

Suud Rejiminin insafsızca kazanç sağlamak için 2 milyon kişiyi aynı anda bir şantiye alanına sokmasının bir suç olduğuna dair en küçük bir ifade yer almıyor Diyanet açıklamalarında.

Çünkü din, dünyanın her yerinde en iyi pazarlanan bir metaya dönüştürülmüş durumda ne yazık ki…

* * *

Geçen hafta Kıbrıs’a gidecek olan “tatlı” suyu yazmıştım. Çok sayıda mail geldi. Bunlar arasından Sn. Ali Bağlarbaşı’ndan gelen maili paylaşmak istedim. 

Anlattıkları, Kıbrıslı Türkler açısından ne kadar dikkate alınır bilmiyorum. Aynen yayınlıyorum:

Sinan Bey, çok önemli konu: Kuzeyde bir idari şekil oluştu.Tanımlarken, KKTC dedik. Adı devlet oldu.

Gerçekte SÖZDE DEVLET!

Kuzeyde yasayan Kıbrıslı Türklere çok hoş ve gurur veriyordu. Benimsendi, içinde yasamayı , vatandaşı olmayı sevmişti.

Dünyadan kopuk olması önemli değildi.

Devlet olma ve kendi kendilerini yönetme hevesleri çok üst düzeydeydi. Türkiye’ye olan güvenleri ve onların sürekli vurguladıkları ayrı bir devlet! Varlığımız! Bu bizi hep onurlandırdı.

Demokrasi olarak, “Türkiye’nin bile ilerisinde” diye dillerindirilmesi, bizleri daha da yüceltiyordu. Şişirilmiş bir balon gibi olduk ve patladı bu balon.

Bizi övgülerle idare etmekte uzman bir tuzağın içine düştük. Artık yeni bir dönem başladı. İrademizin olmadığı bir idare dönemi… Oradaki siyasetin yandaş sermayesi, çok ayrıcalıklı olarak yerleşti. Kumarhane işletmeciliğini kendi ülkeleri için tehlikeli buldular, bu tehlike ancak bizim olmalıydı.

Yerleştiler Adamıza, büyük paralarla yönetimi ellerine geçirdiler.

Verdikleri vergiler bile büyük bir bağış gibi kabul gördü. Tehdit şeklinde kullandılar bunu. Bu para olmasa, maaşlarınız nereden ödenir diyebildiler. Üst düzey yöneticiler de gayet rahattı. Kendilerini yormadan para geliyordu sonuçta.

Su Projesi de kulaklarımıza çok hoş geliyordu. Yaşamın en önemli kaynağına sahip olacaktık. Güney Kıbrıs’ta yaşayan insanlara böbürlenerek “Türkiye’den su geliyor” havasını attık.

Güney Lefkoşa Belediyesi, suyun arıtılarak bir kısmı tarımda, bir kısmı içmede tekrar kullanılmasını konuştu. Miktar 22 milyon ton. Çok dikkatli olmalıyız.

Anamur’dan gelecek suyun proje maliyeti belli: 5 milyar dolar. Bunun yıllık faizi %9 gibi alınırsa, yıllık 450 milyon Dolar. 75 milyon ton su için faiz, parasal miktarda bölünürse, ton maliyeti de bulunur: Ton başına 6 Dolar olacaktır.

Bunun Türk Lirası karşılığı da 18 TL. Bu hesaplamayı yapmayı hiç birimiz aklımızdan geçirmedik. Neden? Çünkü bedavaya alıştık. Ganimet kanımıza işledi. Bunu da bedava gibi gördük ve hiç ses çıkarmadık.

Büyük bir ciddiyetsizlik ve sorumsuzluk gösterdik. Sinsice bir tavır koyduk. Suçluyuz! Kabul edecek olgunluğa sahip miyiz? Hayır!

Bu projeye harcanan paranın çok az kısmı ile kışın yağan yağmurları barajlarda toplayarak Adamızın kaderini değiştirebilirdik. Şimdi bu yönde yeni bir başlangıç yapmalıyız.

Lefkoşa arıtma tesisini Avrupa finanse edebilir. Girne için de bir proje yapılabilir. Barajlar için projeler hazırlamalı ve AB’den yardım almalıyız. Kendimize gelmenin zamanı geçti ama önemli olan bir yerden başlamak.

Biz varız! Her türlü bilgi ve beceriye de sahibiz. Yeter ki başlangıç olsun. “

Bu yazı toplam 2755 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar