1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Şu Tavuri dedikleri ve Tavuri’nin filmi hakkında...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Şu Tavuri dedikleri ve Tavuri’nin filmi hakkında...”

A+A-

Ulus Irkad

 

Tavuri’nin veya Mustafa Serttaş’ın Sevgili Derviş Zaim ve arkadaşları tarafından hazırlanan belgesel filmini izledim. Buradan Sevgili Derviş’e ve de ekibine tebriklerimi sunuyorum.Bana göre önemli olan bu belgeselde Tavuri’yi acımasız hayat şatlarıyla karşılaşıp dolandırıcı veya hırsız olmasına sebep olan hayat şartları ve aile yapısı oldukça önemliydi. Derviş filmde bunları da vurgulamış. Umarım bu belgesel başarılı olur ve birçok da ödül kazanır. Film bir şekilde bir belgesel nitelikle. Daha fazla söyleşi ve birkaç gerçek olayla noktalandı ama Tavuri yaşarken, belki de maceralı bir filme konu olacak olaylarla da hayatında üne kavuştu. Ben, birçok olayına şahit olmadım ama bazılarına bizzat şahit oldum ve duydum. Bu filme katkı olsun diye, ben de bizzat yaşayıp duyduklarımı aşağıdaki makalem veya öykümde ele alıyorum. Umarım beğeneceksiniz;

 

ŞU “TAVURİ” DEDİKLERİ

Tavuri’yi yaklaşık kırk yıldır maceralı hırsızlık öyküleri ile tanımayan Kıbrıslı Türk yok gibidir. Önceleri ev açıp hırsızlık yapan Tavuri, son otuz yıldır, işlerini artık dilbazlık ve kandırma üzerinde yapmaktaydı.Hırsızlık yerine tatlı dilin daha da etkili ve daha az riskli olduğunu düşünmüştü herhalde, deneyimlerine dayanarak... Ve belki de dilbazlığın daha da kar getirdiğini hayat deneyimleri ona göstermişti. Açmadığı ev ve kapı da yoktu, ama ona göre hırsızlık, artık dilbaz ve üç kağıtçı dolandırıcılık yanında basit kalırdı. 2003 yılında, barikatların açılmasıyla Baf’ta İyonya denilen Banka’nın bir banka müdürünü, elindeki sahte evraklarla en az 800 bin KL  dolandırarak sırra kadem basmıştı. Meydana gelen bu olayda kahramanımız kendini bu müdüre işadamı olarak tanıtmış ve güzel rumcasıyla onu kandırarak, bankadan paraları alıp Kuzey Kıbrıs’a geçmişti. O yıllarda Aşağı Maraş’ta (Mağusa) çok lüks bir ev kiralayıp, kaçıncı ailesidir bilemem, ama çoluk çocuk, orada kaldığını gördüm. Daha sonraları paranın suyu bitince, Tavuri yeni maceralara yelken açtı. İnanın, gazete haberlerinde bile onun nerelerde dolandırıcılık yaptığını da anlayabiliyordunuz. Bazen ortaya bir komser, bazen polis bazen de işadamı olarak çıkıyor ve vurgununu vurup ortadan kayboluyordu. Son zamanlarında böyle işlerle uğraşıyor ve maalesef saf insanların çoğunu da ağına düşürebiliyordu. Mesela Güney Kıbrıs’ta, Kıbrıslı Rumlarla meskun Derinya Köyü’nde, elinde purosu ile oradaki bir köy kahvehanesine girip, bono ve hisse senedi satışı yapabilirdi ki, bu tip haberler çıktığında insan ister istemez onu anımsıyordu. Mesela bir Londralı yaşlı kadını, Polis Komiseri diye kandırıp parasını aralıyabiliyor veya zavallı birkaç TC’li işçiyi kendilerine vatandaşlık için yardım edeceğim diye paralarını alıp dolandırabiliyordu. Yani anlayacağınız artık Tavuri şartlara ve zamana göre de hareket edebiliyor, taktik ve stratejiler belirleyebiliyordu. Hele birkaç sene önce, Güney Kıbrıs’ta, Avrupa’nın en değerli elmaslarına sahip bir kuyumcuyu, “o elmasları satın alacağım” diye güzel Rumcasıyla kandırıp, sonra da bir şekilde elmas dolu James Bond çantasını aşırarak, Lefkoşa Hisarları üzerinden sırra kadem basması, gerçekten akılları dondurmuştu. Kendi anlatımına göre, aslında onun askerliği sırasında hazırladığı bir Albay elbisesi ve bir askeri kamyonla birlikte, ta Güzelyurt’a kadar giderek, Ordu Pazarı’nı sahte belgelerle soymuş ve anlattığına göre oradaki yetkililerin bu sahte Albay’ın önünde hazır duruşa geçmesi, yalan gibi gelen öykülerdi. Hele hele bir yazar ve gazeteci arkadaşı, çaldığı fotoğraf makinesini satın aldı diye kandırması ve foroğraf makinesi polis tarafından bulunduktan sonra, bu yazar ve aydın arkadaşın başının belaya uğrayarak senelerce mahkemelerde sürünmesini anlatmak bile inanılmazdı. Sözü geçen arkadaş daha sonraları;

-Yahu adamın hırsız olduğunu biliyordum ama söz verdi, yemin etti, bu makine hırsızlık mal değildir diye ama daha sonra ortaya çıkmış, gerçekten bu mal hırsızlıktı ve beni de oyuna getirdi, demişti bana.

Hatırladığım kadarıyla 1994 yılında yol kenarında bagajımla bir turist grubunu aldıktan sonra, Girne’ye gitmek için Ercan Havaalanı Yolunda beklemekteydim. Ansızın yanımda bir Mersedes durdu. İçinde de o. Bana:

-Gel abi, havaalanına gidiyorum. Şu anda herşeyden farıdım, hırsızlığa paydos ettim, şimdi Meclis Başkanı’nın şöförlüğünü yapmaktayım. Seni de Havaalanına bırakayım, dedi. Dediklerinde sahtekarlık muhakkak vardı ve aydın arkadaşın başına gelenleri de biliyordum. Gene de arabaya girdim. İçimden “İnşallah araba çalınmış araba değildir de şimdi polis onu durdurursa benim de başım belaya girmez” diye düşünmez de değildim. Her neyse havaalanına, bu kritik dakikalarda birlikte gittik ve bereket başıma bir vukuat da gelmedi.

2004 yılıydı, Güney Kıbrıs’ta Markos Giprianu diye bir arkadaşla karşılaştım. Meşhur avukatlardandı. Bu arada yanımıza bir zamanlar benim de avukatlığımı yapan Öner Şerifoğlu geldi.

Markos bize birşeyler anlatmaya başladı;

-Arkadaşlar, kapıların açılması çok iyi oldu.Bugün yanıma Kuzey’den devamlı puro içen bir Kıbrıslıtürk işadamı geldi. Bana Güney’de bir iş sorunu olduğunu ve beni avukat tutmak istediğini söyledi. Ellerinde ve boynunda altın köstekler vardı. Bana hayatımda olmayacak miktarda paralar teklif etti, dedi.

Bunun üzerine Şerifoğlu ona;

-Markos bu adam hafif kumral, bıyıklı ve kısa boylu muydu?

-Evet

-Çok güzel Rumca mı konuşuyordu?

-Evet..

-Sesi yumuşak ve yaşı da kırklarda mıydı?

-Evet..

-Kardeşim beladasın. Çabuk yazıhanene git ve tavanı, pencerelerini  kontrol et. Kasandaki paralarını al. Hemen ofisini kontrol altına al ve polise de telefon et.

-Neden, Şerifoğlu söyler misin neden?

-Kardaşcığım sen büyük bir soyguncuyla muhatap oldun. O meşhur hırsız ve dolandırıcı Tavuri’ydi.

Markos’un yanımızdan hiç arkasına bile bakmadan nasıl telaşla sırf ofisine bakmak için ayrıldığını hiç unutamam.

Gene, 2004 yılıydı hatırladığım kadarıyla. Kimlik ve pasaport çıkarmak için o zamanlar Papadopulos hükümetinin koyduğu otobüsle Mağusa ikibuçuk Mil Barikatı’ndan Larnaka’ya gitmiştik hanımla. Orada bizim gibi Mağusa veya diğer kazalardan gelen yüzlerce insan Kıbrıs kimliği ve pasaportu almak için sırada beklemekteydi. Çok insan olduğu için Numara verilmekte ama buna rağmen kalabalıktan ötürü bekleyen insanlara gına gelmekteydi.

Ansızın arkasında siyah bir takım elbisenin bulunduğu siyah bir mersedes, ön tarafında üzerinde küçük Kıbrıs bayrağı flamasıyla kalabalığın içinde durdu. Mersedesten Tavuri çıktı. Yanımızdan geçerken benim hanımı gördü ve gülerken bize göz de kırparak “Bakın şimdi neler yapacağım” dedi. O kalabalığın içinde onu ve geçmişini tek bilen ben ve benim hanımdı. Çünkü benim hanım, Mağusa Mahkemesi’nde çalıştığı için onu küçüklüğünden beri her hırsızlık yaptığında polisle mahkemeye getirilişini ve hapse gönderilişine de şahit olmuştu. Ama Tavuri mahkemede çalışanlara şunları da söylemekteydi:

-Merak etmeyin sizin evlerinizi soymam.

Bu arada tanınmış bir avukatın evini açmış fakat birşey almamış ve evde de sırf girdiği isbat edilsin diye işaret bırakmıştı.

“Git” demişti, Avukata, “yatak odanın  masasının üzerinde bir işaret bıraktım sana sırf gücümü isbat edeyim diye ama merak etme birşey çalmadım evinden”.

Evet, o bizim yanımızdan geçerken şöyle giydiği siyah takım elbiselerin ve de içtiği puronun da büyüklük havasıyla, puronun dumanlarını da havaya üfleyerek geçmiş ve oradaki Kıbrıslı Rum polislerle, memurlara bağırarak güzel Rumcasıyla konuşmaya başlamıştı:

-İme dus şöförüs dus Babadopulos –Ben Papadopulos’un şöförüyüm-

Kıbrıslı Rum polis ve memurlar hemen ona yer açtılar. Bu arada Avustralya’dan gelen evli bir çift, Kıbrıs kimlik kartı almak için bu sahte Papadopulos’un şöförüne yaklaşıp ondan yardım istemeye başladılar. O da bozuntuya vermeden:

- Şu anda Kaymakam’la görüşüp, onu da yanıma alıp size yardıma geleceğim, dedi.

Bu arada gene yanımıza gelip:

- Bakın şimdi yukarıda Kaymakam’a ve personele nizam verecem ve onları korkutacağım, dedi.

Asansöre binip üst katlara çıktı, ki yaklaşık beş dakika sonra üst katlardan manasız Rumca bağırmaları duyulmaya başladı. Rumca birşeyler bağırıyordu ve emir veriyordu. Bir on dakika geçmedi ki, Tavuri kaymakam ve sekreterini yanına alarak aşağıya indi. Orada yardım için bekleyen Kıbrıslı Türkleri de yanına alıp, numarayla çağrı yapılıp girilen yerden kimlik kartı çıkarma odasına girdiler. Kıbrıslı Rum Kaymakam  Tavuri’nin karşısında esas duruşta, iki eli de pantolonunun çizgisi hizasında, hazırol vaziyetinde, kafası eğik konuşmakta, Tavuri ise komutan pozunda ona devamlı emir vermekteydi. Arada sırada purosunun dumanlarını ağzına doldurup kaymakamın yüzüne üfleyen Tavuri, bize dönüp yavaşça Kaymakam da duymadan:

-Onları nasıl hizaya getirdim gördünüz mü? Merak etmeyim şu anda size de çağıracaklar.

Kaymakam’la onun arasındaki davranış ve hareketleri izliyordum. Kaymakam siyah mersedesin ön kapısını açarak onu mersedese aldı.

Devamlı olarak da bir er gibi;

-Endaksi Giriye, endaksi Giriye- Tamam beyefendi, tamam beyefendi-, diyen itaatkar sesini duyuyordum.

Mersedes önündeki dalgalanan Kıbrıs Bayrağı flaması ile oradan ayrılırken, bu sırada bizim de hanımla birlikte adımızın anons edildiğini duydum.

İşinin olduğu için müteşekkir olan Avustralyalı kadın beyine dönüp;

-Yaşar, bu adam ne kadar da centilmen ve iyi yürekli bir adammış, geldiği anda bize iyiliği dokundu, diyordu. Kadının yanından geçerken hafifçe gülümsedim.

-Onun kim olduğunu bir bilseydin…, diye kendi kendime konuştum…

Tavuri’nin daha sonraları, Kıbrıslı film yapımcısı Zaimağaoğlu tarafından bir filminin yapıldığını duydum. Bu arada Gazeteci Aral Moral tarafından kitabı da çıkmıştı. Beş-altı sene önce onu ara bölgede dolaşırken gördüm.

-Hayırdır neredesin sen öyle, seni Güney’de aramıyorlar mı?  dedim.

-Hayır beni aslında Kuzey’de arıyorlar. Ben Güney’de kalıyorum ve orada özgür bir şekilde yaşamaktayım, dedi. İnanmadım ama her neyse… Bu arada elinde bir “Iphone” cep telefonu vardı. Bana:

- Bak geçenlerde bir basın toplantısında ne dedim, diye bir video dinletti. Videoda Tavuri aynen bir milletvekili adayı gibi şunları söylüyordu:

-Sevgili halkım,

Gelecek seçimlerde cumhurbaşkanı olarak beni seçin. İnanın toplumlararası görüşmelerde sizi en iyi ben temsil edeceğim. Benim için hırsız ve dolandırıcı diyorlar, inanmayın. Ben o sizin bildiğiniz meclisteki adamlardan daha da temizim. Sayın Anastasiades hazır ol! Yakında görüşmeci olarak karşına çıkıp Kıbrıs Sorununu birlikte çözeceğiz…

Hakkında bir de kitap çıkarıldığını söyleyen Tavuri artık enternasyonal olmuştu. Yakında bir de politikaya atılırsa tarihe de geçecekti. Aslında son sözlerinin üzerinde de düşünülmeye değer diye düşünmeye başlamamıştım da değil…

Bu öykü yazıldıktan 7-8 yıl kadar sonra, Tavuri ölmüş, filmi de tamamlanmıştı. Maceraları bir Arsen Lüpen tadında geçip gitti tarihten…

sayfa-16-resim-2-001.jpg

 

Bu yazı toplam 1645 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar