1. YAZARLAR

  2. Serhat İncirli

  3. Sağdaki siyasetçilerde koltuk hırsı!
Serhat İncirli

Serhat İncirli

Sağdaki siyasetçilerde koltuk hırsı!

A+A-

TDP’de lider değişikliği işe yaradı mı?

Gözle görülür bir iyileşme olduğunu geçelim, anketler de diyor ki, “evet, kımıldanma hatta zıplama olabilir…”

-*-*-

Efendim Mine Atlı çok gençti, kadındı, etkiliydi…

Kalmalıydı!

Bu konu tartışılabilir…

Mine kardeşimiz kalabilirdi ama değişikliğin işe yarayacağını, yeniden başkan adayı olup kazanması halinde, profesyonel yaşamının yani avukatlığının yani ekmek parasının sıkıntılı olabileceği gerçeği söz konusuydu…

-*-*-

Ve Mine Atlı partisinden ayrılmadı…

Partiye verdiği vakti azalttı, illa ki genel başkan olmasına gerek yoktu…

-*-*-

UBP’ye bakalım…

UBP’de de kurultay var…

Ünal Üstel gitmeli mi?

Elbette normal koşullarda buna UBP üyesi karar verir ama gözle görülen bir gerçek var ki, UBP’de lider belirleyici yine Türkiye olacak!

Kim aday olursa olsun; bu adaylar isterse ağızları ile kuş tutma becerisine sahip olsun, bir şey fark etmez!

Türkiye, kendisiyle iyi ve uyumlu çalışacak birinden yanadır…

Görüntü budur!

-*-*-

Haaa Üstel yıprandı, eskidi mi?

Genel başkanlıktaki süresi ayrılmayı gerektirecek bir süre değil ve buna sağlığı, ailesi, yakınları karar verecek…

-*-*-

Yıpranma ve eskime mi?

DP’de genel başkan hem yıprandı hem de parti kalmadı!

DP tükendi!

Tavanda kavga, tabanda çözülme apaçık bir gerçektir!

-*-*-

Efendim Fikri Ataoğlu asla bırakmaz!

Oysa bırakmalı!

Fikri bey kardeşimizdir, dostumuzdur, vay da ayıp ettin bunu yazmakla falan değil mesele…

Fikri bey babam olsa, oğlum olsa fark etmez!

Yorulmuştur!

-*-*-

Bırakmanın kendine, partiye, ülkeye faydası olacağını söyleyebilmeli!

Haaa kopup gitmeli mi?

Asla!

Sadece daha az zaman harcamalı!

-*-*-

Erhan Arıklı?

Arıklı, siyasi anlamda en yıpranmış - yıpratılmış parti lideridir…

Kendi isteğiyle aday olmamayı becermeli…

Efendim, yerine şu gelmeli, bu gelmeli, o gelmeli, Erhan bey şöyleydi, böyleydi değil!

-*-*-

Çok uzun süredir, çok yorgun ve bitkin olmasını gerektiren bir uğraş içerisinde olan her siyasetçi; 24 - 7 - 365 çalışmayı gerektiren bir performansta başarı sağlayamaz!

-*-*-

O da çok yorulmuştur…

Bir çok iş rutine dönüşmüştür…

Heves gitmiş, bitmiştir…

-*-*-

Efendim Arıklı siyaseti bırakmalı mı?

Hayır, partisine emek vermeyi sürdürmelidir…

-*-*-

Peki, neden özellikle sağ partilerde, koltuğa oturan kalkmak istemiyor?

KKTC gibi yolsuzluğu ve çökmüşlüğü bilimsel çalışmalara gerek duymayan coğrafyalarda, sağ parti liderlerinin koltuk sevdası, ego ve kişisel çıkar kaynaklıdır!

-*-*-

Kimseyi vurmak, kırmak ya da eleştirmek amacında değilim!

Günde 24 saat, haftada yedi gün, yılda 365 gün çalışmayı gerektiren parti liderliğine, bir de bakanlık eklendiği zaman, kişinin yıpranmaması, sağlıklı düşünebilmesi mümkün değildir…

-*-*-

Bu, sadece siyasi partiler ve liderleri için geçerli olan bir şey değilidir…

Bu, örneğin Amerika’da, tam da yazdığım sebeplerden dolayı, “sağlıklı lider, sağlıklı devlet” hedefiyle, sekiz yılla sınırlandırımıştır…

-*-*-

Ayakta duramayan Jo Biden, suratına baktığınız zaman deli olduğunu anlamakta sıkıntı yaşamadığınız Donald Trump ve benzerleri, sekiz yıldan fazla görev yapamaz…

-*-*-

Çok ciddi sağlık sorunları bulunmak veya çok fazla ilaç kullanıyor olmak, liderlik vasıflarını aşağıya çeken ve sonuçta devletleri olumsuz etkileyebilecek faktörlerdir…

-*-*-

Türkiye’de Erdoğan, Rusya’da Putin…

Her iki ülkenin, ne kadar zenginliği, ne kadar doğal kaynağı, ne kadar gücü olsa da; ne kadar sağlam danışman kadroları bulunsa da; olası şahlanış, olası ayağa kalkma, olası ilerleme - kısacası her türlü pozitif gelişmeye sıkıntı yaratan bir “dezavantajı” söz konusudur…

Erdoğan başarısızdır, Putin işe yaramazdır demiyorum…

Ama yeni liderlik, yeni kadro daha sağlam demokrasidir, daha medeni siyasettir, daha çağdaş görüntüdür…

İkisinin de liderlik süreleri, liyakatı aşmış ve artık demokrasi ihlaline varmıştır…

”Dikta” görüntüsü açıktır!

-*-*-

Yukarıda isimlerini yazdığım siyasi partilerin hiç biriyle “üyelik” bağım yoktur…

Bir kez daha belirtmekte fayda görüyorum; Erhan hoca gitsin yerine Talip hoca gelsin falan dediğim yok!

Bu örnekte anlatmaya çalıştığım, “hedef YDP adlı partinin geleceğiyse, topluma, halka, devlete daha faydalı olmaksa”, kimin lider olması gerektiğinin değil, kimin kenara çekilmeyi anlamasının şart olmasıdır…

Bilmem anlatabildim mi?


Gecikme lüksümüz yoktur!

Ersin Tatar ve UBP’li bazı arkadaşların “Kıbrıs sorunu çözülmesin ve olduğu gibi kalsın”dan yana oldukları açıktır!

Ama bir grup UBP’li de var ki, “çözümsüzlüğün devam edemeyeceğine” inanır!

-*-*-

Mesela bazıları Güney ile Kuzey arasındaki geçiş kapılarının çoğaltılmasını falan ister!

Bazıları, inatla ve ısrarla bireysel haklarımızı savunur ve hatta “Avrupa Parlamentosu seçimlerinde, Kıbrıs’a ayrılan 6 vekilin ikisini KKTC’de biz seçelim” der! 

-*-*-

Yakın bir dönemde, Kıbrıs müzakerelerinin yeniden başlayacağına yönelik işaretler çoğalmaktadır…

-*-*-

Ve “Türk tarafı” olarak ne istediğimizi bilmiyoruz!

Efendim, işte Ersin bey, Tahsin bey sık sık ne istediğimizi söylemiyor mu?

Hükmü garaguşi bile değildir bunların söylediği…

Esas oğlanın tavrıdır önemli olan ve bu tavır, esas oğlanın çıkar ilişkileri ile belirlenecektir!

-*-*-

Gelelim Rum tarafına!

Rum tarafında bazı anketler, Annan Planı benzeri bir anlaşmanın bu kez “onaylanabileceğini” işaret etse de; “Kuzey’de Türkiye’nin mutlak egemen olacağı; Güney’de ise Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitlik talep edeceği” bir yapı, fazla akla uygun gelmiyor!

-*-*-

Güney’den bakıldığı zaman, Kıbrıslı Türklerin hızlı tükenişi açıkça görülüyor…

Güney’den bakıldığı zaman, Kıbrıslı Türklerin artık Kuzey’de “karar verici” olmadığı da net bir şekilde anlaşılıyor…

-*-*-

Kısacası gecikme devam ettiği sürece; gidişat sadece “çözümsüzlüğe” ve “bizim tükenişimize” yarayacaktır!

Ne mi yapmak lazım?

Şu anda yaptıklarımızdan daha fazlasını tabii ki!


sss-025.jpg

KKTC’deki “Türk milliyetçisi” arkadaşlar, sıklıkla “vatan toprağı”ndan söz eder… Mesela Zorlu Töre, son katıldığı bir etkinlikte,  “egemenliğimizden, istiklalimizden ve vatan toprağımızdan asla vazgeçmeyeceğiz” dedi… “Vatan toprağı”, coğrafi olarak neresidir? Mesela annemin köyü Tera, Baf kazasındadır… Teralılar şu anda Girne kazasına bağlı Larnaka dis Lapitus ya da sonradan ismi ile Kozanköy’dedir… Vatan sevgisi nedir? Yurtsever olmak nedir? Vatan sevgisi; o vatan uğruna ölebilmektir... Yurt sevgisi, o yurt için canını feda edebilmektir... Pekiiii; Baf’ın Tera köyünde doğan dedeme, anneme ya da tüm Teralılara; “Yok canım, doğduğunuz köyü unutun, 1974 sonrası yerleştiğiniz başkasına ait topraklar da vatandır, orasını sevin” demek; sizce eğreti bir eğitim değil midir? Bence eğretidir!

Ve üzgünüm, dedem Hüseyin Teralı (fotoğraf), Tera’yı düşünerek, Kozanköy’de ölmüştür, Lefkoşa’da gömülmüştür!

Bu yazı toplam 1251 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar