1. YAZARLAR

  2. Serkan Soyalan

  3. Nesi ile övünelim?
Serkan Soyalan

Serkan Soyalan

Nesi ile övünelim?

A+A-

   “Aman canım sen de! Buraların her şeyini eleştiriyorsun…” diyerek söze başladı, uzun yıllar önce buraları terk edip kaçan, Londra’da yaşayan ve aile ziyareti için Kıbrıs’a gelen komşunun oğlu.

   Sade kahvemi yudumlarken sordum kendine; “Neden bırakıp da kaçtın buraları, yıllar önce?”

   “Orası başka mesele… İş olanakları yoktu, sabırsızdım. Gitmek zorunda hissettim kendimi. Ancak çok seviyorum ülkemi…” cevabını alınca gülümsedim.

***

   Bizler gördüğümüz eksiklikler karşısında ses çıkarmaya, tepki göstermeye devam ederken, Akdeniz’in bu küçük adasının kuzey tarafı, uzaktan bakılınca bakanlara hoş görünmeye devam ediyor.

   Durup düşünüyorum, övünülecek nesi vardı da biz övmedik, beğenmedik diye?

***

   Kabul ediyorum, geçmişte güzel bir adaydı Kıbrıs. Eminim sizler de bunda hemfikirsiniz.

   Henüz bölünmemişti toprakları, barut kokusu karışmamıştı havaya, kin ve nefret tohumları ekilmemiş, tel örgüler örülmemişti sokaklarına.

   Sığınakların henüz inşa edilmediği, duvarlarda kurşun izlerinin oluşmadığı yıllardı kastettiğim.

   Bedenlerin toprağa düşmediği zamanlar…

***

   Kapıların önüne sandalyeyi devirdik mi, girilmezdi eskiden. Güvenliydi.

   Boyalıydı evlerin kapıları, bakımlıydı.

   Kapı önlerine çıkardı sandalyeler, komşuluk vardı.

   En önemlisi saygı vardı. Ölüye de diriye de… Doğaya da çevreye de…

   Eskilerden duymuştum, Selimiye Cami’de kılınan cenaze namazının ardından, Lefkoşa sokaklarından omuzlarda giden cenazeleri gören, Lefkoşalılar saygıdan oturduğu yerden kalkarlarmış.

***

   Misafirliğe gidilip de gidilen kişi evde değilse, bir küçük çiçek sıkıştırılırdı kapıya adettendi. Ev sahibi evine geldiğinde, durup düşünürdü, “Kim geldi acaba?” diye. Bir de zeytin dalı yakılıp, tütütülürdü misafir. Kem gözler tutmasın diye.

   Güzeldi Kıbrıs bir zamanlar… Kirlenmemiş, bozulmamıştı.

***

   Gelelim şimdiye…

   Bozuldu Kıbrıs, kirlendi… Kaybetti!

   Kültürünü kaybetti, insanını, güzelliklerini…

   En önemlisi dokusunu kaybetti.

   Alıştırıldı kendinden olmayanlara, uyumlaştırılması için diretildi.

   Ses çıkartanlar, tepki gösterenler ise hedef gösterildi.

***

   Buraya özgü olanların sayısı azaldı önce, sonra insanları.

   Tanıdık yüzler kalmadı, sokaklarında. Yabancılaştı.

   Sokakları yabancılaştı, insanları, kültürü… Dinlediği şarkıları...

   Silüeti dahi bozuldu Kıbrıs’ın, huyu, suyu, kimliği.

   Yediği, içtiği…

***

   Güvenli bir yer değil artık buralar, tekin değil.

   Eskiden bir hasır sandalye bırakıp kapı önüne, kaçabilirken, şimdi kilitler ve kameralarla korumaya çalışıyoruz hanelerimizi. Daha da acısı; koruyamıyoruz da!

***

   Bu kadar ölüm yoktu eskiden trafikte, oldu mu da aylarca yası, travması sürerdi… Sıradanlaştı günümüzde ölümler, hissizleştik de galiba.

   Her yıl trafikte onlarca canı yitiriyoruz, sel sularına kapılan çocuklarımız ölüyor, kadın cinayetleri ve iş cinayetleri…

   Liste uzayıp da gider aslında, ama şiddet sarmalı içindeyiz.

***

    “Buraların her şeyini eleştiriyorsun” dedi bana, komşunun Londra’ya kaçan oğlu…

   Nasıl eleştirmeyim sahte diploma dağıtan üniversiteleri, hayat pahalılığını, işsizliği, can güvenliğimizin olmadığını, altyapı eksikliklerini ve her yağmurdan sonra yollarımızın sular altında kalmasını, her yaz boğuştuğumuz ve hiçbir tedbir alınmayan orman yangınlarını?

   Nasıl eleştirmeyim Lefkoşa’nın merkezinde yükselen Ersin Bey’in sarayını, meclis binasını ve kompleks içindeki büyükçe camiyi?

***

   Gazetelere saldıran gözü dönmüş faşistleri, Meclis damına çıkıp da bayrak sallayanları, çocuk tacizcilerini, kapkaççıları, Meclis koltuklarında oturup da “horoz dövüşlerini” savunanları, Türkiye’de yaşayıp da aylarca milletvekili maaşı çekenleri nasıl eleştirmeyelim?

   Gece kulüplerinde köle olarak tutulan kadınların durumunu, izinsiz ve güvencesiz çalıştırılan emekçileri, uyuşturucu belasını, Kıbrıs’taki bölünmüşlüğü savunanları, savaş ve ayrışma dilini kullananları, hiçbir yerde tanınmayan kimliğimizi, özgür medyaya uzatılan kirli elleri, laik eğitimden uzaklaştırılmayı, çevre kirliliğini, sahillerimizin betona boğulup, parsellenmesini, bu çağda elektriksiz kalmayı, çocukların eğitim alabilecekleri bir sınıflarının olmamasını, konteynerlere hapsolan eğitimi, dökülen devlet hastanelerini nasıl eleştirmeyelim?

***

   Sokak ortasında insanlar katledilirken ve katiller ellerini kollarını sallaya sallaya gezerken, hastanede yeni doğan bebeklerin mamalarına alkol karıştırılıp da ölmelerine neden olunurken, kimse de üzerine sorumluluk alıp istifa etmezken nasıl eleştirmeyeyim?

***

   Durdum ve düşündüm uzun uzun, nasıl yapayım da eleştirmeyeyim buradaki yapıyı?

   Az bile kaldığını fark ettim, söylediklerimin…

Bu yazı toplam 965 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar