1. YAZARLAR

  2. Ünal Fındık

  3. Külliye Milliyetçiliği
Ünal Fındık

Ünal Fındık

Külliye Milliyetçiliği

A+A-

Bu devletin adı “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti”. Sözde bağımsız bir devlet. Kendi demokrasisi, kendi cumhurbaşkanı, kendi başbakanı var. Ama bu devletin yöneticileri seçimle değil, atamayla geliyor.

Ankara hükümeti beğenmediği yöneticilerin seçilmesini engellemek ve beğendiklerini seçtirmek için seçimlere açık ve aleni müdahale etmekten çekinmiyor. Dahası seçimle gelen parti başkanı başbakan olamıyor. Onu geri çektirerek yerine yeni başbakan atanıyor.

Üstelik bu gelişmeler giderek olağan kabul ediliyor. Bunun olağan karşılanması yeni talimatları da beraberinde getiriyor. “Onu oradan alın, filancayı atayın” gibi talepler giderek olağanlaşıyor.

Üstelik bütün bunlar “egemen eşitliğe dayalı iki devletli çözüm” siyasetinin ileriye götürülmeye çalışıldığı bugünlerde öne çıkıyor.

TC-KKTC ilişkilerinin geldiği, getirildiği nokta burası. Her şey talimatla yapılıyor. Kritik yerlere görevden alma, atama talimatları, ihaleleri hangi TC firmalarının paylaşacağı, paylaşılan ihalelerde firmaların nasıl korunacağı bunun için ne gibi kararlar alınacağı hep bu talimatlarla oluyor.

Son günlerde yaşadığımız külliye krizi de tam da buna uygun bir krizdir.

Bu kriz aslında “buyurgan ilişki biçimi” olarak tanımlanabilecek bu yeni ilişki türünü benimseyen yönetici kesim ve destekçileriyle, buna karşı çıkan ve gerçek bağımsızlıkla iki ülke arasında “kardeşlik ilişki biçimini” savunanlar arasında yaşanmaktadır.

Bir yanda külliye yapılması yönünde aldığı talimatı savunanlar, diğer yanda bu koşullarda böyle bir ihtiyaç öncelikli değil, bu para daha çok ihtiyaç duyulan yerlere harcanabilir diyenler var.

Bir yanda külliye binasının devletin itibarını artıracağını iddia edenler, öte yanda devletin itibarının lüks binalarla değil, gerçekten demokratik yapısıyla artabileceğini söyleyenler var.

Bir yanda “külliye Türkiye’nin hediyesidir, hediye reddedilir mi” diye soranlar, öte yanda bu ülkenin kültürünü, geleneğini yansıtmayan, bu ülkede çizilmeyen, bu ülkenin mimarının, mühendisinin, müteahhidinin devre dışı bırakıldığı, bu ülkenin yasal mevzuatının kale bile alınmadığı gerçeğini seslendirenler var.

Bu tartışma şimdi başlamadı. Erdoğan’ın son Kıbrıs ziyaretinde hem mecliste, hem de sarayda dillendirdiği ve “çalışmasının başlatılması için talimat verdim” dediği gün bu tartışma da başlamıştı.

Ama ne Erdoğan, ne de buradaki yöneticiler geri adım atmadı. Proje Ankara’da çizildi, ihale Ankara’da açıldı, ihaleyi bir TC firması aldı.

Bu TC firması bugünlerde başlanan arazinin temizlenmesi işini yerli bir firmaya verdi. TC firması kamuoyuna ayrıca işin % 80’ini yerli firmalara yaptıracağını açıkladı.

Bir zamanlar “ihaleler Ankara’da değil, Lefkoşa’da açılsın ve yerli müteahhitlere verilsin” diye eylem yapan müteahhitlerin, taşeronluğa razı olması ve sesini çıkarmaması da ayrıca altı çizilmesi gereken bir konudur.

Nereden nereye geldiğimizi görmemiz ve böyle davranmakla nereye gideceğimizi de tahmin etmemiz gerekir.

Sivil Toplum örgütlerinin ve ana muhalefet CTP’nin Külliyeye karşı önceki gün gerçekleştirdiği kitlesel eylem buradaki yöneticileri değil ama, Ankara’dakileri rahatsız etti.

Bunun üzerine dün Cumhurbaşkanı, Meclis başkanı, hasta yatağından Başbakan, Bakanlar ve UBP’li vekiller şükran edebiyatına sarılarak her vesileyle külliyeyi göklere çıkardılar, bize böyle bir eseri kazandıracak olan anavatana şükranlarını sundular.  

Arazide başlanan ve harıl harıl devam eden temizlik çalışmaları ise tamamen arazide bulunan ağaçların yok edilmesidir.

Bu bir çevre katliamıdır. O arazide bulunan ağaçlar kökünden sökülerek atılıyor. Bugün bir ağacın yetişmesi yıllar, on yıllar alır. Buna karşın birkaç dakikada yok edilir.

Her şeyi bir yana bırakın ama önce bu çevre katliamına bir son verin.

Bir de bırakın bu ülkeyi kendi seçtiği yöneticiler, kendi kültürü, gelenek ve görenekleri ve kendi yöntemleriyle yönetsin.

Cumhurbaşkanlığı binası, ya da yeni meclis binası ihtiyacını önceliklerimize göre biz projelendirelim. Parasını bulamazsak da yapmayalım. Şeker suya düşmedi ya.

Bu yazı toplam 1588 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar