1. YAZARLAR

  2. Aslı Murat

  3. İfşa Eylemi Saldırı Değil, Eril Şiddete Karşı Savunmadır
Aslı Murat

Aslı Murat

İfşa Eylemi Saldırı Değil, Eril Şiddete Karşı Savunmadır

A+A-

Sevgili Neşe Yaşın’ın yazısı üzerine…

Türkiye’nin gündemini buraya aktarmayı pek sevmiyorum. Ama kimi meseleler hem sınırları aştığı hem de ülkemizde de tartışma konusu yapıldığı için, birkaç kelam etmek istedim. Sevgili Neşe Yaşın, 13 Aralık 2020 pazar günü Yenidüzen gazetesindeki köşesinde “Feminist adaletin terazisi”* başlıklı bir yazı yazdı. Kendisini yıllardır hayranlıkla takip eden biri olarak, okuduğum bazı satırların beni şaşırttığını ve üzdüğünü belirtmek isterim. Üzerinde yaşadığımız adaya sıkışıp kalmadan üretim yapan enternasyonal duruşu yanında, yıllardır milliyetçi ve militarist eril şiddetin hedefinde olması ve zaman zaman bu sebeple muktedirler tarafından yalnızlaştırılmasını hesaba kattığımda, şaşkınlık seviyem bir o kadar daha arttı.

Sevgili Neşe, Amerika ve Avrupa’dan sonra Türkiye’de de etkili olmaya başlayan ifşa hareketlerinin hedefine takılan yazar Hasan Ali Toptaş’a dair yapılan paylaşımlara ilişkin fikirlerini ve hislerini dile getirdi. O noktaya gelene kadar yaptığı vurgular içerisinde, dini baskıların kadınlar arasında oluşan kıskançlık ve birbirlerine kurdukları komplolardan kaynaklandığı yönünde alıntıladığı bölümde, toplumsal ve politik manada hatalar olduğunu düşünüyorum.

 Tarihin en eski eşitsizliği olarak değerlendirilebilecek ataerkil sistemin içerisindeki din, milliyetçilik, militarizm, kapitalizm ve benzeri hususların tamamı, cinsiyetler arasındaki adaletsizliğe politik zemin oluşturmaktadır. Bunlardan hiçbiri kadınların birbirleri ile kurdukları ilişkiler üzerinden türetilmemiş, tamamen sistemin eril iktidarı eli ile şekillendirilmiştir. Bu yönde kurulan iktidar ilişkisinde de kadınların gerek bedenleri gerekse hayatları üzerinde güç uygulanmış ve tüm kurallar kontrol sağlamak amacıyla şekillendirilmiştir. Kısacası iktidar ister bir imparatorluğa ister ulusal devlete dayansın, her koşulda kadınlar ikincilleştirilip edilgen noktaya itilmiş, bu adaletsizliğe karşı çıkışları ise bastırılmaya çalışılmıştır. Susmak ve kabullenmek, makbul kadınlığın en önemli özelliklerinden biridir. Söz konusu eşitsizlik ve adaletsizliğe karşı çıkıp, başka bir dünya hayaline ilişkin mücadele eden feministlerin; asabi, sorun çıkaran, huysuz, şirret ve buna benzer sıfatlar ile anılmasının nedeni de susmamalarından ve yaşanılan şiddetin gizli kalmaması için seslerini çıkarmalarından kaynaklanır. Böylece pamuklar arasında kollanıp korunan eril egemenliğin ayağının altındaki konforlu zemin kaymakta, amiyane tabirle takke düşüp kel görünmektedir.

Mevzubahis olan ifşa eylemlerinin, bu perspektife bağlı olarak değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Neşe bunu bir savaşa benzetip, keyif almadığını, fail ve kurbanların yer değiştirmesine neden olabileceğini söylüyor. Diğer bir cümlesinde ise feminizme olan ilgisinin cinsiyetler arasındaki adaletsizliği düzeltmek için yola çıkmış bir hareket olmasından kaynaklandığını belirtiyor. Bu noktada kafasının biraz karışmış olduğunu varsayıyorum. Çünkü bahsettiği adaletsizliğin kendisi, kadınların yaşadıkları şiddeti yıllardır söyleyememesi, tanımlayamaması ve bu sebeplerle cezasızlık dediğimiz en büyük insan hakkı ihlalinin gerçekleşmesinden kaynaklanıyor. “Failler cezalandırılmalı kuşkusuz” diyor, ama kadınlar susturuldukları, kendilerini güçlü hissedip yaşadıklarını açık edemedikleri için çoğu zaman o da sağlanamıyor maalesef. Pek çok cinsel suç vakası kapatılıp, tozlu dosyaların içinde kalıyor, kadınlar da yalnızlığa mahkûm ediliyor. Onun savaş diye nitelendirdiği ve rahatsızlık duyduğu davranış, aslında kadınların artık korkmadan yaşadıklarını ifade edebildikleri ve barışı kurmak için atılan bir adımdır. Çünkü şiddete dur demediğiniz ve gerçek nedeni deşifre etmediğiniz sürece savaş devam eder ve her türlü adımını da meşrulaştırır.

Kadınları yaşadıkları şiddet vakalarından sonra ifşaya yönlendiren en büyük neden, adalet sistemindeki aksaklıklardır. Bu, tüm dünyanın sorunudur. Özellikle cinsel suçlar bağlamında değerlendirme yapıldığında, durumun vahameti daha net bir şekilde ortaya çıkar. Çünkü bu gibi filler çoğu zaman kimsenin bulunmadığı, olayın tarafı iki kişinin yalnız kaldığı ortamlarda yaşanır. Hele de vücutta kalıntı bırakma ihtimali daha az olan taciz söz konusu ise, suçun kanıtlanması ve hatta öncesinde soruşturma başlatılması aşamasında kadınlar zorlanmaktadır. Birinci engel polise yapılan başvurularda yaşanmaktadır. Çoğu mesele polisin ileri işlem yapmaması nedeniyle mahkemeye bile taşınmamaktadır. Kıbrıs’ın kuzeyinde son zamanlarda bir takım iyileştirmeler yapılsa bile, yine de verilere yansımayan pek çok konu vardır. Türkiye’de bu sorun çok daha büyüktür. Korku, çekince, sonuç alınmayacağını düşünme, geleneksel ahlak yargılarının ağırlığı ile baş edememe sebebiyle birçok vaka polise bile intikal edilemeden halı altına süpürülmektedir. Bu sebeple ifşa, kadınların güçlenmesi ve kendi hayatlarına sahip çıkabilmesi adına önemli bir mücadele yöntemidir.

Geleneksel ahlâk anlayışı ve kadınlık rolleri nedeniyle yaşanan şiddetin dile getirilememesi demişken, sizi Osmanlı Kadın Hareketi’nin düzenlediği “Beyaz Konferanslar” isimli toplantılarda Fatma Nesibe Hanım’ın sarf ettiği şu sözleri ile baş başa bırakayım: “Bir kere bize verilen terbiyede müthiş bir yanlışlık var. Zannediyoruz ki bu sefil tecavüzcülere karşı sükût ve tahammül etmek namusun gereğidir, zannediyoruz ki erkeklerin terbiyesizliği bir hak, bizim sükûtumuz vazifedir… Niçin sükûtumuz namusumuzu korumak için bir vazife olsun? Niçin kadınlığımız bir hakaret görsün de biz tahammüle mecbur olalım? Dağda bulunmuyoruz hanımlar…”

Neşe’nin yazısı ile ilgili son olarak değinmek istediğim nokta, şiddetin meşru bir nedeni olabilirmiş gibi anlaşılabilecek cümleleri.  Hayranlık duyulan yazarların, yönetmenlerin, oyuncuların cinsel taciz ve saldırıları biraz da bu kesimin iç dünyalarının karmaşık örgüsünden kaynaklanıyor. Karmaşık bir iç dünyasına sahip olmadan insan ruhunun karanlığına ve derinlerine hâkim olunamıyor.” Bu cümleler, şiddet uygulayanlar arasında yer alan kimi erkeklerin (eğitimli, sanatçı, yazar, zengin, siyasetçi, öğretmen vb) sahip oldukları özellikler nedeniyle, yaşattıkları mağduriyetin geçerli bir nedeni olabileceği algısını yaratabilir. Bu gibi istenmeyen ve kötü olarak tanımlanan davranışlar, genellikle toplumdaki gelir düzeyi düşük, eğitimsiz ve öteki diye tanımlanan grupların üzerine atılır. Ama mesele o kadar basit değildir. Yapılan araştırmalar da bu ayrımın gerçekleri yansıtmadığını kanıtlar. Belki tek bir noktada doğru olabilir. O da fail toplum içinde nüfuz sahibi veya entelektüel anlamda saygı duyulan bir kişi ise, şiddetin üstü daha kolay örtülebilir.

Bahsi geçen yaklaşımın, “seviyordu öldürdü, kız arkadaşını kıskandığı için eve kapattı, kısa etek giydiği için taciz etti, sarhoştu sokak ortasında tokatladı, evi geçindiremediği için bunalıma girip karısını ve çocuklarını bıçakladı…” gibi savunmalardan hiçbir farkı yoktur. Şiddet şiddettir ve tek bir açıklaması vardır; eril iktidarın sunduğu konforlu hareket alanında, içinden gelen her davranışı yapabilme ve elinde bulundurduğu gücü her koşulda sergileyebilme özgürlüğünü kendine hak görme . Bu açıklanmadığında, gün yüzüne çıkarılmadığında ve sorgulanmadığında kesintisiz bir şekilde devam eder.

Tabi ki bir kazık çakıp, erkekleri üzerine bağlayıp altlarına ateş yakalım demiyorum. Bahsetmeye çalıştığım, Türkiye’de Amerika’da Kıbrıs’ta veya dünyanın neresinde olursa olsun, ataerkil sistem devam ettiği müddetçe, devlet yapılanması içinde kadınların sesleri çeşitli mekanizmalarla kısılmaya çalışılıyor. Bu bazen tacizcinin nüfuzu sayesinde, bazen polisin ve mahkemenin işgüzarlığı nedeniyle, bazen de kadınları güçlendirecek mekanizmaların çalıştırılmamasından kaynaklanıyor. O yüzden bunca zamandır yaşadığı şiddet yüzünden konuşamayan kadınlar bırakın açıkça konuşsun ve birilerinin uykusu kaçsın. Adalete ve hukuka o kadar güveniyorsanız, zaten sonunda kimin haklı kimin haksız olduğu ortaya çıkar. Yeter ki cinsel şiddet halı altına süpürülmesin, tartışılsın ve gerçek ortaya çıkarılsın.

 

*Feminist adaletin terazisi - Neşe Yaşın

 

 

 

Bu yazı toplam 2468 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar