Belgesel ve gerçekler!
“Annan Planı ve Kıbrıs 2004 Referandumu” adlı belgesel, izleyicilerle buluştu…
Bayram arifesinde ilk gösterimi vardı, 5 Haziran gecesi Lefkoşa Avenue Cinemax’ta gittik, izledik…
-*-*-
Keyif aldık, heyecan duyduk ve unuttuklarımızı hatta pek dikkat etmediğimiz ya da bilmediğimiz gerçekleri, çok kaliteli bir şekilde üretilmiş 83 dakikalık bu belgeselde izleme şansı yakaladık.
-*-*-
Barış için Dayanışma Vakfı’nın katkılarıyla hazırlanan belgeseli Mehmet Aykut İncirli yönetti…
Annan Planı döneminin önemli siyasi figürleri Mehmet Ali Talat, Ferdi Sabit Soyer, Özdil Nami ve Kutlay Erk, anılarını aktardı…
-*-*-
Bu belgeselde beni en çok etkileyen konu, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Avrupa birliği (AB) üyelik süreciyle ilgili bize söylenen en adi, en alçakça yalanı “belgeliyor” olmasıdır…
-*-*-
Mesela bize açıkça söylenen nedir?
“Biz Annan Planı’na evet dedik, Rumlar hayır dedi ama onlar ödüllendirildi ve AB’ye alındı”…
Bu koskocaman bir yalandır!
-*-*-
Bunun öncesinde, Kıbrıs Cumhuriyeti, merhum Rauf Raif Denktaş ve hala piyasada gezinen Tahsin Ertuğruloğlu gibilerin – Türkiye’deki ağır abilerle birlikte çözü düşmanlığı yapmaları neticesinde, referandumdan bir yıl önce AB’ye tam üyelik tarihi almış olmasıdır…
-*-*-
Ve Rauf Raif Denktaş ile Türkiye’deki ağır abiler ya da Tahsin Ertuğruloğlu gibi tescilli barış düşmanları diretmemiş olsaydı; referandumda sorulacak olan soru, “çözüm ve AB üyeliği”nin her ikisini birlikte içerecekti…
-*-*-
Ancak Rauf Raif Denktaş diretti; planın ilk versiyonu konuşulmadı bile…
Türkiye’ye “tamam canım seni de gümrük birliğine aldık, ama Kıbrıs Cumhuriyeti de tam üyemizdir” deyince; referanduma sunulan soru değişti…
“AB üyeliği garantilenmişti”, “çözüm istiyor musunuz?” dendi!
Rumlar da “bu şartlarda ohi” dedi!
-*-*-
Şu anda Kıbrıs Cumhuriyeti, hepimizin vatandaşı olduğu ve olmak için çırpındığı bir dev halindedir…
KKTC mi?
Güllük gülistanlık canım!
Mis gibi da bir cumhurbaşkanımız var!
Ne düğün kaçırıyor, ne cenaze!
Ne de panayır!
-*-*-
Haaaa yalan ve propagandanın sebebi nedir?
Yalan ve propagandanın sebebi, “haksız” olma halinin, “haklı” gösterilip, hırsızlığın sürdürülmesidir!
-*-*-
Bize söylenen en ağır yalan mı?
Türkiye’nin garantörlüğü yalanı!
Deniyor ki, “asla Türkiye’nin garantörlüğünden vazgeçmeyiz”…
-*-*-
Peki nedir bu garantörlük?
Bu garantörlük, Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti’nin bölünmezliği, bütünlüğü ve devamının garantisidir!
-*-*-
Ve yine en büyük yalanlardan biri!
Rumlar, Türkleri kesmeye başlamıştı, bu yüzden 1974’te Ada’ya çıktık!
-*-*-
Faşist Rumlar kesinlikle bizi hiç sevmedi, istemedi, yok saydı, ezdi, azınlık gördü ve hala görüyor!
Ama, Rumlar, Türkiye’nin 1974 müdahalesi başladığı zaman, kendi içlerinde kavga ediyordu ve tek bir Türk köyüne saldırı olmamıştı!
Rum saldırıları, Türkiye çıkarmaya başladıktan sonradır…
-*-*-
Yalana gerek yok!
Oturup konuşmaya gerek var!
Bilmem anlatabildim mi?
-*-*-
Bu arada “Annan Planı ve Kıbrıs 2004 Referandumu” belgeselini yapan en başta Mehmet İncirli olmak üzere, emeği ve katkısı olan herkese binlerce kez teşekkürler…
Ellerinize sağlık…
Bayram değerlendirmesi: Eskiden da sularımız tuzluydu ama en azından bahçeyi sularken yalınayak değildik, çizme giyerdik
Perşembe’den Salı’ya…
İkisi Bayram’dan, biri izinden ve ikisi de hafta sonundan derken, 5 gün “tatil” yaptık!
-*-*-
Allah herkese sağlık versin…
Bir deliye, bir de sağlıklıya “her gün bayram” mottosuyla, her ikisini de uhdemde tutmaya çalışarak, şahsen sıkıntısız geçirdim diyebilirim ama çevrem pek de öyle değildi!
-*-*-
En çok ağırıma gideni söyleyeyim; çok sevdiğim bir kardeşimin bebeği için evinde 24 saat kesintisiz elektrik olması lazım!
Bebek şu anda Türkiye’de!
Kardeşimle konuşurken, “sabah dört saat elektrik yoktu, şu anda da yaklaşık bir saattir kesik” dedim; “yani biz geri gelmeyelim mi?” diye sordu!
“Gel ama jeneratör taktır” demekten başka şansım var mıydı?
-*-*-
Neyse…
“El yumruğunu yemeyen kendininkini balyoz zanneder” şeklinde de söyleyebileceğimiz ama daha popüler şekliyle ve son derece de “seksist” yani “cinsel ayrımcı” bir ifadeyle “el markuşunu görmeyen kendininkini mertek sanır” ya da “el şeyini görmeyen kendininkini piyade zanneder”leri de bu beş günlük tatilde bayağı izledik…
-*-*-
Rusya, Ukrayna’da “benim” diyerek saldırdığı Donetks’te sınıra dayanmış durumda!
-*-*-
Amerika kaynıyor hatta bir miktar yanıyor!
“Amerika’ya ölüm” diye sokaklarda insanlar sağa sola saldırıyor ve Dünya’nın en zengin ülkesinde, en zengin ve en şüpheli deli başkan, en yakın arkadaşı Elon Musk ile olan aşkını bitiriyor!
Hem de ne bitirme!
Musk, Trump’ı cinsel sapıklıkla suçlayabiliyor!
Nasıl bir çıkar çatışmasıysa!
-*-*-
İsrail bambaşka!
Dilediğini yapıyor!
Ne Bayram diyor ne seyran, vuruyor da vuruyor!
Filistinliler öldürülüyor…
Bir küçük tekne, anlamı fazla da olsa Gazze’ye sembolik yardım maksatlı yaklaşıyor, tüm Dünya’da güzel insanlar elbette var, hepsi heyecanla bekliyor ama İsrail, o tekneye de her an müdahale edebilir!
Hatta bu satırları yazarken, müdahale ettiği haberleri gelmeye başlamıştı…
Umarım bu küçük gemi, büyük iş başarır!
Umarım!
-*-*-
İsrail o tekneye müdahale de edecekti!
Kimsenin de açıklama yapmaktan öteye gidebilecek durumu yok, ki en büyük acı da bu!!!
-*-*-
Efendim peki Kıbrıs sorunu?
İşte Kıbrıs sorunu, bizim markuşu piyade hatta mertek sanıyor olma halimizdir!
-*-*-
Ama yine de Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri'nin Kişisel Temsilcisi María Ángela Holguín Cuéllar, Ankara’da Hakan Fidan, Yunanistan’da da Giorgos Gerapetritis ile bir araya geldi…
Açıklamalar hiç de “negatif” değildi!
Eh, akmzasa damlar, yürekte hoş bir beklenti bıraktığını söylemek yanlış olmaz!
Çözüm adına tabii ki!
-*-*-
Bu arada Bayram tatilimiz esnasında öğreniyoruz ki, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin “emlak” ya da bana göre “Şimon Aykut” saldırılarının bir tek sebebi var; kıskançlık!
Ünal abim dedi!
Öyle dedi!
-*-*-
Ünal abim özetle dedi ki, KKTC’nin aşırı zenginliğini hazmedemeyen Rumlar, kıskançlıklarından dolayı bu saldırıları yapıyor!
-*-*-
Abi, bu konuları Özdemir doktorla mı konuştun da böyle bir açıklama yaptın?
Yapma!
Durumlar iyi değil be abi!
-*-*-
Bir Elyeli filozof çiftçi kardeşim demişti ki; “… Eskiden da sularımız tuzluydu ama en azından bahçeyi sularken yalınayak değildik, çizme giyerdik”…
Pek yakında hiç su da kalmayacak ve propagandayla bahçe sulanmaz be abi!
Konuşan at Düldül (Jolly Jumper) mizahi yükü sırtlayıp götüren Rin Tin Tin (Rantanplan), baş kötüler Dalton Kardeşler, ara sıra arz-ı endam eden Jesse James ve Billy The Kid, elinde telgraf yalnız kovboyumuzu her yerde bulan postacı genç, düellolar öncesi ölçü alan mezarcı, suçluları katran ve tüye bulama, telgraf direklerine tünemiş akbabalar, düellolar, Kızılderili saldırısına çember şeklinde savunma hattı kuran göçmen arabaları, tozlu küçük kasabalar ve şerifleriyle tam bir western klişesidir Red Kit...