1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. 31 Yıl Sonra Antakya
31 Yıl Sonra Antakya

31 Yıl Sonra Antakya

1981 yılında ziyaret ettiğimiz Antakya’yı o kadar beğenmişim ki, ikinci gidişimin 31 yıl beklemesine inanamadım..İlk gidişin 1981 yılı olduğu kesin ama sanki daha sonra yine gitmişim gibi bir kafa karışıklığı yaşadım. Antakya’daki arkadaşlara

A+A-

 

 

1981 yılında ziyaret ettiğimiz Antakya’yı o kadar beğenmişim ki, ikinci gidişimin 31 yıl beklemesine inanamadım..İlk gidişin 1981 yılı olduğu kesin ama sanki daha sonra yine gitmişim gibi bir kafa karışıklığı yaşadım. Antakya’daki arkadaşlara sordum..Onlar da 1 kez gittiğimi söylediler. Aklıma yatmadı ama neyse...Belki de, hep gitmeyi düşlediğim için bu yanılsamaya düştüm.

                                                                   

1981 yılı yaz tatilimiz Antakya’dan başlayıp Bodrum’da bitmişti. İlk oğlum 1977’de ikinci oğlum 1980’de doğdu. Çocuklar küçüktü, yurtdışına çıkmak istemezdim. Yaz tatilimizi çocuklarla beraber Kıbrıs Salamis Bay veya Mimoza otelde geçirirdik. Antakya espirisi bu yaz tatillerinden doğdu..

 

Salamis’teki tatillerde, bizim oğlanların yaşında iki oğlu olan Antakya’lı bir çift ile karşılaşırdık. Sonra ahbaplık etmeye başladık. O yıllarda, Türkiye’de, Salamis bölgesindeki (Rumlar’dan kalan) oteller ve gibi güzel ve modern otel ve plaj yoktu!

Antakyalı Ali bey; “Ben eşimi Türkiye’de hiçbir plaja götüremem. Rahatsız ederler. Burası medeni bir yer, onun için hep buraya geliyoruz” demişti.

Gerçekten, ilk Antakya gezimiz sonrasında, Mevlana hatırı için  2 gece kalmak üzere uğradığımız Konya’da kendimi çok rahatsız hissetmiştim. Erkekler, evli ve yanında eşi olan kadınlara yiyecek gibi bakarlardı..Nitekim, bir gece kalıp, başta Mevlana türbesi ve diğer gezilecek yerleri koşa koşa ziyaret ettikten sonra İzmir için yola koyulduk.

                                                                     

Ali bey ve eşi ile arkadaş olduk. Görümcem Cihan, Antakyalı bir diş hekimi ile evlenip oraya yerleşti..Ehh! Bu antik şehri ziyaret etmemiz şart olmuştu.

Birkaç hafta önceki Antakya ziyaretimiz ise Cihan’ın kızının düğününe katılmak içindi.

                                                                     

Antakya’nın nesini sevdim, seviyorum? Her zaman uymaz ama, ziyaret edeceğim bir şehirde arkadaş varsa daha zevkli olur. Sosyalleşme, geziye renk katar.

Diğer nedenlere gelince...Bilhassa yaz aylarında, nem oranı çok düşüktür ve gölgede her zaman serindir. Bir de Lizbon böyledir. Akdeniz sıcağını rüzgarla serinleten okyanusa da sahip olduğu için. Her yıl Datça tatilimiz, havasının güzelliğindendir.

 

Antakya’ya son gidişimde de, yer kürenin aşırı ısınmasına rağmen, havaalanından çıkar çıkmaz, gölgede pırıl pırıl bir esinti olduğunu hissettim ve Antakya’ya geldiğimi anladım. İnternette, Antakya hakkında bilgi toplamaya çalışırken bu hava güzelliğinin sırrını keşfettim. Meğer Büyük İskender’in komutanlarından Selecus Suriye’nin yönetimini ele geçirince, yeni bir kent kurmak için Zeus’tan adak yoluyla yardım istemiş. Zeus da ona Silpius dağının eteği ile Asi nehrinin geçtiği yerin işaretini vermiş. M.Ö 300 yılında kentin planlamasını mimar Xenarius yapmış. Şehir planlamacısı, şehri kışın güneş görecek, yazın rüzgarlardan faydalanacak şekilde planlamış. Şehir, ismini Seleucus’un babasından almış: Antiochus ... 

 

Bu şehir M.Ö 64 yılında Roma imparatorluğu hakimiyetine girmiş. Roma ve İskenderiye’den sonra imparatorluğun 3.büyük eyaleti olmuş. Her türlü din ve kültürün kaynaştığı bir şehir burası. Hristiyanlığın yayıldığı ilk mağara kilise (St.Pierre) burada. Dünyanın 2.önemli mozaik müzesi, para kolleksiyonu burada. Anadolu’da yapılan ilk cami Habib-i Neccar camii de burada. Nur dağları eteklerinden dökülen şelaleler bölgesindeki Harbiye lokantalarına uğramadan olmaz. Asi nehri, şehrin orta yerinden akar gider. Birkaç yıl önce, Amik gölü kurudu diye doldurup üzerine havaalanı yapmışlar. Geçen yılki yağmurlardan göl geri gelmiş. Havaalanı 3 ay kapalı kaldı!

 

Burada Türkler yaşasa da Arap kültürü çok hakim. 31 yıl sonra da azalmadı hatta arttı. Her evde Arapça konuşulabilir. Gençler bu dili evde öğreniyor.

Şehir, geçmişe göre modernleşti ama bir zevksizlik ve karmaşa içinde. Bilhassa tabela kirliliği var. Etrafta kebap ve acı baharat kokusu hakim. Eski şehir bölgesine rağbet çok artmış. Araba giremeyen daracık sokaklardaki dip dibe evler. Eski binalar restore ediliyor. Durumu iyi olanlar, prestij için eski evlerden satın alıyor.

 

Antakyalılar, düğün ve eğlence gecelerinde Arap müziği ile saatlerce oynuyorlar.

Oyunları, Türkiye’de bildik halk oyunlarına benzemiyor.

 

Suriye iki adım ötede ve iki halk akraba, kopmaları mümkün değil. Suriye’deki son gelişmeler ticareti olumsuz etkilemiş.

 

Antakya müslümanları Alevidir. Son yıllara kadar CHP kalesiydi. Ta eskiden beri, kadın-erkek ilişkileri çok rahat. Sünni Türkler’den çok farklılar..

 

Yalnız bizim için tek kusuru var: Acılı, bahartlı yemeklerini yemek ne mümkün? Düğün yemeği olsun, Harbiye lokantalarının harika mezeleri olsun asla yenmez!

Birkaç gün kaldığımız Antakya’da, özel olarak bizim için yapılan acısız ev yemekleri yoğurt ve Künefe ile geçinip gittik.

                                                          ___________________

 

Son zamanlarda beğendiklerim:

*Yeşilırmak’tan Dip Karpaz’a ..Dere Tepe Kıbrıs –kitap-(Ahmet Tolgay)

* “Belediye Tiyatrosu ve Tartışmadıklarımız” Hüseyin Ekmekçi-köşe yazısı/ Havadis gazetesi 26/7/2012

* “Zorunlu”Lefkoşa Belediye başkanı Deniz Dana’nın yöneticilik performansı

* Alfred ile Emily (Roman) Doris Lessing

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 2639 defa okunmuştur