1. YAZARLAR

  2. Niyazi Kızılyürek

  3. Karikatür, Karikatürleşmek ve Linç!
Niyazi Kızılyürek

Niyazi Kızılyürek

Karikatür, Karikatürleşmek ve Linç!

A+A-

 

Karikatür sanatının bir abartı ve çarpıtma sanatı olduğunu bilmeyen yoktur. Derdini abartılı çizgilerle ifade eder karikatür. Bu yüzden, birisi abartılı ve sahici olmayan şeyler yaptığı zaman karikatürleşti diyoruz.

Sanatın herhangi bir dalına kızanları anlayamıyorum ama karikatüre kızanları hiç anlayamıyorum. Adı üstünde; abartı sanatı!

Cezalandırmaya kalkanları anlıyorum, çünkü onlar demokrasiden nasibini almayan düşünce ve ifade özgürlüğü düşmanlarıdır ve tarih boyunca hep var olagelmişlerdir.

Karikatür, iyi sanatçıların çizgilerinden çıktığı zaman, hem zeka hem de estetik barındırır.

Fakat Afrika gazetesini linç etmek için bahane edilen karikatürde ne zeka ne de estetik vardır. Hödük bir milliyetçinin abuk bir kolajıdır. Ne sanatla ne de akılla uzaktan yakından alakası yoktur. Bunu yapan, aklınca, Eski Yunan’ın görkemine sığınarak ulusunu üstün göstermek istiyor.

Yunanlı milliyetçiler aslında bunu hep yaparlar. Genellikle Kadim-Yunan medeniyetinin arkasına saklanarak başka halkların kültürlerini küçümserler.

Milliyetçilerin bu hali aslında aşağılık kompleksinin bir ürünüdür. Modern Yunanistan’ın başarısızlıklarının yarattığı eksiklik duygusunu Eski-Yunana gönderme yaparak telafi ve/veya kamufle edebileceklerini zannederler.

Oysa Modern Yunanistan’da Eski-Yunan’ın evrensel mirasına pek rastlamıyoruz. O mirasın kalın izlerini daha çok Modern Avrupa’nın kuruluşunda ve fikir dünyasında görürüz. Örneğin Modern Avrupa’nın kurucu felsefesi olan Aydınlanma, Eski Yunanlıların öğretisi üzerine bina edilmiştir. Avrupalı düşünürler Yunanlı filozofların düşüncelerini alıp çok daha ileriye taşımışlardır. Bu yüzden Karl Marks, Eski-Yunan için insanlığın “çocukluk evresi” tanımını kullanır.

Modern Yunanlılar, Eski-Yunanlıları Avrupa üstünden keşfetmişlerdir. Örneğin Aleksandros Korais ve Rigas Fereos gibi önemli entelektüeller Eski-Yunanlıların fikirleriyle Avrupa Aydınlanması ve Fransız İhtilali üstünden tanışmışlardır. Platon, Aristo, Demokritos, Sokrates, İraklitos gibi düşünürleri, Hegel, Marks, Nietzsche, Heidegger gibi Yunanlı olmayan düşünürler çoğaltmıştır.

 

Durum böyle olduğu halde, Yunanlı milliyetçiler kendilerini Platon ve Aristo’nun torunları ilan edip onların gölgesine sığınırlar ve tabii karikatürleşirler...

Bu konuda epeyce şahsi deneyimim var. Bir örnek vereyim. İki yıl önce Ege Üniversitesinin Rodos kampüsünde bir doktora jürisine katılmak için şirin Rodos adasına gitmiştim. Bir lokantada uzo-balık muhabbeti yaparken garsonla konuşmaya daldık. Arnavutluk’tan geldiğini ve lisede felsefe öğretmeni olduğunu söyleyen garson, işini gücünü bırakarak Yunanistan’a gelirken bambaşka hayaller kurmuş ama karşılaştığı ırkçılık karşısında morali bozulmuş. İleride oturan göbekli lokanta sahibi söylenenlere kulak kabartmış olacak ki, Yunanlı zannettiği bana dönerek: “dediklerine inanma, bunlar bizi kıskanıyorlar, çünkü biz Eski-Yunan’ın çocuklarıyız” demez mi!

Hem ırkçılık yapıyor, hem de Eski Yunan’dan dem vurarak ırkçılığını meşrulaştırmak istiyor...  Hem bilmiyor hem de bilmediğini bilmiyor. Yani, Sokrates’ten hiçbir şey öğrenmemiş. Yani, tam bir karikatür...

Evet, Yunanistan’da başka halkları küçümseyen kültür milliyetçiliği yaygın bir olgudur. Faşist Yeni-Şafak partisi de gücünü kısmen buradan almaktadır.

Fakat şurası da bir gerçektir ki, dünyanın bütün milliyetçileri birbirlerine benzerler. Onlar bu gerçeği fark etmeseler de, akıl yürütme biçimleri, zihniyet yapıları, ötekine bakışları aynıdır.

Türk milliyetçileri genellikle kültür milliyetçiliği yapmazlar. Onlar daha çok, kan ve soy kökenli etnik milliyetçiliğe meraklıdırlar. Örneğin Kıbrıs’ı “Türk toprağı” ilan ederken akan şehit kanlarından söz ederler, çünkü toprağın ulus ile ilişkisini kan üzerinden kurarlar. Yunanlılar ise kültür üzerinden...

Türk milliyetçilerine ada nüfusunun %80’nin Kıbrıslı Rum olduğunu hatırlatmak bir işe yaramaz. Onlar size 80 bin şehidin kanından dem vururlar. (Bu mantıkla, Salamis önlerinde on binlerce ölü veren Perslerin de Kıbrıs üstünde hakkı olmalı ama neyse!) Yani, hukukun yerine kuvveti koyarlar ve kuvveti kutsarlar. Sonra da “manevi ve kutsal değerlerden” söz ederler!

Yani, karikatürleşirler...

İster Helenlerin kültür milliyetçiliği olsun, isterse soya dayalı etnik Türk milliyetçiliği, ikisinin de demokrasi karinesi kırık notlarla doludur. Yunanistan’da okul birincisi olduğu için bayrağı taşıma hakkı kazanan göçmen Arnavut çocuğuna karşı çıkan ve histeriye kapılarak ortalığı velveleye veren Yunanlı milliyetçiler ile Afrika gazetesine saldıran Türk milliyetçileri arasında fark yoktur. Ortak paydaları, çoğulcu demokrasiye karşı tahammülsüzlüktür.

Sadece demokrasiye karşı tahammülsüz değiller, içeride “düşman” aramaya da meraklıdırlar. Nitekim Afrika gazetecilerini “Rum gibi konuşmakla” itham edenler “içerideki düşmanları” hedef gösteriyorlar. Bu hem otoriter hem de şoven bir yaklaşımdır. İçe karşı otoriter, dışa karşı şoven bir mantaliteyi yansıtıyor.

Türk olmayı “kan ve fikir” örtüşmesi olarak algılamak, aklı iptal ederek eleştirel düşünceye yasak koymak anlamına gelmektedir. Bu anlayışa göre, Türk kanı taşıyorsanız –sanki böyle bir kan grubu varmış gibi-, tek ve biricik “Türk fikri” de taşımalısınız! Yani otoriter ve organik bir bütünün parçası olmalısınız ve “milli hakikate” inanmalısınız. (Hatırlatmakta yarar var: “milli olan hakikattir, hakikat millidir” deyişi Yunan milliyetçiliğinin ürettiği atasözlerdendir) Ayrıca, Kıbrıslı Rumlara karşı ırkçı bir tavır takınmalısınız ve onları hor görerek üçüncü şahıs tekil bir tanımlamayla bütün kötülüklerin kaynağı anlamında üç harfli “Rum” sözcüğüyle tanımlamalısınız.

Yani, iyice karikatürleşmelisiniz...

Milliyetçiliğin kitleleri karikatürleştirmesi bir karikatür kadar eğlenceli olabilirdi ama maalesef durum öyle değil! İçeriye dönük otoriter milli narsisizm, dışarıya karşı mutlaka şovenizm olarak yansır. İkisinin karışımı ise en patlayıcı karışımdır. Çünkü banal milliyetçiliğin kışkırtarak karikatürleştirdiği kitleler kolaylıkla şiddete yönelebilirler. Özellikle de şovenizmin nesnesi “düşman Rum’un içerideki sesi” olarak gösterilenler, linç kültürünün nesnesi olabilirler.

Bu yüzden, Afrika gazetesine yapılan saldırılara karşı “ama” sözcüğünü kullanmadan göğüs germek şarttır. İsteyen bunu Voltairevari yapabilir, yani Afrika gazetesinin yazdıklarına katılmayabilir, ama linçe karşı özgürlüğü savunmak elzemdir. Çünkü kışkırtılıp karikatürleştirilen kitleler “içerideki düşmanları” hedef alırken, hem demokrasiyi hem de barışı hedef alıyorlar.

Tarih bunu insanlığa böyle belletti...

 

Bu yazı toplam 5282 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar