1. YAZARLAR

  2. Niyazi Kızılyürek

  3. “Baltayı Vurdum, Türk Köyü Oldu”
Niyazi Kızılyürek

Niyazi Kızılyürek

“Baltayı Vurdum, Türk Köyü Oldu”

A+A-

“Şu anda köyünüze isim koyacağız, bakın elimde balta yıkıyorum bu eski adı...”


Türkiye’nin Kıbrıs savaşının ana fikri ülkeyi coğrafi olarak ikiye bölmek ve coğrafi bölünmeyi demografik bölünmeyle tamamlamaktı. Kuşkusuz, bu politika “nüfus mühendisliğini” de beraberinde getiriyordu. Savaş esnasında Kıbrıslı Rumların büyük çoğunluğunun güneye kaçması sağlanmıştı. Savaştan sonra artık bölünmüş olan adanın kuzeyinde yaşayan Kıbrıslı Rumlar da kovulacak, adanın güneyinde kalan Kıbrıslı Türkler ise kuzeye alınacaktı. Nitekim Türkiye’nin Kıbrıs büyükelçisi savaş biter bitmez ABD büyükelçisine yapılacak müzakerelerin sadece bir amacı olabileceğini, o da iki bölgeyi birbirinden ayıracak çizginin belirlenmesi olduğunu söylüyordu. Büyükelçiye göre, nüfus konusu kapanmış bir konuydu. Türk bölgesine ya çok az ya da hiç Kıbrıslı Rum dönmeyecekti. Türkiye’nin etnik açıdan iki ayrı ve “pür” bölge projesini hayata geçirebilmek için kuzeyde kalan Kıbrıslı Rumların kovulması gerekiyordu. 1975 Haziran’ında güneyde yaşayan Kıbrıslı Türklerin kuzeye geçmesine müsaade edilmediği gerekçesi ve/veya bahanesiyle 800 Kıbrıslı Rum kovuldu. Çok kısa bir süre sonra, Ağustos 1975’te, Üçüncü Viyana anlaşması imzalandı. Buna göre, isteyen Kıbrıslı Türkler kuzeye geçecek, kuzeyde kalan Kıbrıslı Rumlar da kuzeyde yaşamaya devam edebileceklerdi. Hatta ailelerin birleşmesi ilkesine göre bazı Kıbrıslı Rumlar kuzeye gidebilecekti. Nitekim Viyana anlaşması çerçevesinde 8033 Kıbrıslı Türk kuzeye geçerken, 290 Kıbrıslı Rum da aileleri ile birleşmek için kuzeye gitmişti. Ne var ki, Türk tarafı bir süre sonra Viyana anlaşmasını çöpe attı ve Kıbrıslı Rumlar taciz edilerek Kıbrıs’ın kuzeyinden kovuldu. Geriye çok az miktarda Kıbrıslı Rum kaldı.

Nüfus mühendisliğinin diğer bir saç ayağı da Türkiye’den Kıbrıs’a nüfus aktarmaktı. Etnik ve coğrafi olarak bölünen adanın kuzeyinde güçlü bir “Türk varlığı” oluşturmak ve Kıbrıslı Rumların geri dönüşünü engellenmek için Türkiye’den sistematik olarak nüfus taşınacaktı. Nitekim Denktaş Kliridis ile Üçüncü Viyana anlaşmasını imzalamadan iki ay önce, 2 Mayıs 1975 tarihinde, Türkiye ile gizli bir protokol imzaladı. Herkesten gizlenen ve ilk defa Cenk Mutluyakalı’nın 13 Kasım 2011 tarihinde yayınladığı “ÇOK GİZLİ” ibaresini taşıyan 2 Mayıs 1975 tarihli 97 numaralı “Kıbrıs Türk Federe Devletinin İstemi Üzerine Kıbrıs’ın Türk Bölgesindeki İşgücü Açığının Türkiye’den Gönderilecek İşgücü İle Kapatılmasına İlişkin Yönetmelik” derhal uygulamaya konuldu ve Türkiye’den Kıbrıs’ın kuzeyine nüfus aktarılmaya başlandı.

Bu projeyi hayata geçirmek için görev üstlenenlerden biri de dönemin İskan bakanı İsmet Kotak idi. Kotak uzun yıllar sonra, 2011 yılında, verdiği bir mülakatta bu gayrı meşru projeyi nasıl uyguladığını övünerek anlatır. İsmet Kotak’ın anlatısı çarpıcı ve sarsıcı olduğu kadar, etnik homojenleştirme politikasının da itiraf belgesi gibidir. Anlatıyı yorumsuz olarak buraya alıyorum: “Gazimağusa’ya (gemilerle) gece getirirdik göçmenleri. Onu da söyleyeyim. Gece gelirdi gemiler. Çünkü barış Gücü surlar üzerinde nöbet tutuyordu. Dolayısıyla, onlar resim çekmesin diye – o zaman gece görüşü diye bir şey yoktu biliyorsunuz- biz bunları gündüz değil geceleyin getirirdik. İki feribot aynı anda dayanıyor limana. Biz otobüslerimizi hazırlıyorduk ve yıldırım süratiyle bunları alıyoruz ve bilinmeyen istikamete hareket ediyorlardı tabii... (...) Yeraltı örgütü de halen hayattaydı.

Benimle beraber bu göçmen konularında muazzam bize destek oldular. (...) Feribottan inerken mutlak suretle bölgeye iskan müdürlerinin gelmesini isterdik, gelenleri limanda karşılıyoruz, evvela geminin içinde bir ‘Hoş geldin. Burayı vatan yapmak sizin göreviniz’ şeklindeki konuşmalar ve sonra da muhtarın başkanlığında otobüslere bölüyoruz kendilerini. (...) Feribottan inerken muhtara sorarım, ‘Kaç, sayı kaç?’ derim. ‘Biz Kıbrıs’a nüfus istiyoruz kardeşim’ derim. (...) Geldiğinde çok heyecanlı insanlar var... Kadınlar daha tedirginlik içindedir. (...) Bizim bayanlarımızla hallediyoruz. ‘Merak etmeyiniz’ diyoruz, tedirginliği azaltmaya çalışıyoruz. ‘Kıbrıs da Yavruvatan’dır’ diyoruz. (...) Sıcak karşılamayla, davul zurnayla yıktık bu tedirginliği... Geldiği gece kalıyor yurtta, ertesi gün sabahleyin otobüsler de hazırdır.. Kendilerine diyoruz ki, ‘Gideceğiniz yeri anlatacağız size, sizin geldiğiniz yerde işte şu üretimi yapıyordunuz, aynı üretimleri yapabileceğiniz yerlerdir bunlar.’ (...) İlk yerleştirdiğimiz köy Girne’deki bahçeli Köyü’dür. Eski adı Rum adıdır. Biz soruyoruz kendilerine, ‘Şu anda köyünüze isim koyacağız, bakın elimde balta yıkıyorum bu adı (eski adı). Siz hangi köyden geldiniz Karadeniz’den? Bize onu söyleyin, onu yazacağız. ‘Şu köyden geldik’ diyorlar. ‘Peki, muhtar yaz bu köyü: Bahçeli.’” (Hatice Kurtuluş, Semra Purkis, Kuzey Kıbrıs’ta Türkiyeli Göçmenler, Türkiye İş bankası yayınları, 2012, s.80-82)

Bu yazı toplam 4686 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar