1. YAZARLAR

  2. Tamer Öncül

  3. AĞUSTOS BÖCEKLERİ
Tamer Öncül

Tamer Öncül

AĞUSTOS BÖCEKLERİ

A+A-

Ağustos 40’lı derecelerle bize sıcak yüzünü gösterirken; böceğinden ÇIT çıkmıyor henüz…

Çocukluğumuzda (hatırlarsınız) çok sık anlatırlardı bize Ağustos böceği ile karıncanın hikayesi…

Sanata, sanatçıya gönderme yaparak tembellik ve keyif düşkünlüğüyle suçlanan Ağustos böceği aşağılanır; karınca ise (toplumsal) çalışmaya örnek gösterilerek yüceltilirdi…

La Fontaine’nin hikayesinde, karınca yaz boyu çalışıp yiyecek biriktirirken, Ağustos böceği saz çalıp şarkı söyler, bir yandan da karıncayla dalga geçer. Ama “devran döner” ve kış gelince karınca’nın kapısını çalmak zorunda kalır.

Bu besleme, tembel, zevk düşkünü hatta ve hatta nankör Ağustos Böceği yalnızca Kıbrıs’ta yaşıyor olsa bu suçlamalara gülüp geçecektim ama; La Fontaine Kıbrıslı olmadığına göre; işin içinde bir iş var diye düşünüp etraflı bir araştırmaya giriştim…

Kendisi de bir şair/yazar olan Fransız Fontaine’nin müzik sanatçıları (muhtemelen de bu müzisyenler, papaz olsun diye gönderildiği, ama onun kısa sürede terk ettiği Kilise’dendiler)    ile bir derdi varmış anlaşılan; onları aşağılamak için de Ağustos böceğini kurban etmiş…

 

Oysa Ağustos böceğinin yaşam hikayesi hiç de böyle değil.

Yeryüzünde 2000 türü bulunduğu düşünülmektedir ki, bu sayı, bir böcek türü için müthiş bir rakamdır. Dişi böcek, ince dallara küçük yarıklar açarak bu yarıklara yumurtalar bırakır. Yumurtalar kırılınca yavrular çıkar ve toprağa düşerek toprağa gömülürler. Ve toprak altında ağaç köklerinden özsu emerek, yıllarca kalabilirler. Bu yıllarca kelimesi, Amerika’da yaşayan bazı ağustos böceği türleri için 17 seneyi ifade etmektedir.

Bu sürede, yorulmadan/usanmadan,( bir madenci gibi) açtığı tünellerle bir kökten diğerine geçerek, yeraltında harcar ömrünün uzunca bir kısmını.

Bir madencinin 17 yıl boyunca karanlık dehlizlerde durmadan çalıştığını düşünebilir misiniz?

Bu sürenin sonunda olgunlaşıp büyüyen Ağustos Böceği için yeryüzüne çıkma zamanı gelmiştir artık.

Güneşe duyduğu özlemi onu yeryüzüne çeker. Kabuğu kalınlaşmış, henüz uçmayı bilmese de kanatları gelişmiştir.

Ve Ağustos’da yürür aydınlığa… Sırtındaki sert kabuğun yırtılıp dağılması için bir kaç gün kızgın güneşin altında bekler. Solunum yolu üstündeki sert iki kabuk ve kabuk üzerindeki ince bir zar, bu zara bağlı kaslar onun sesi soluğu olur. Vücudundaki bu kasları saniyede 500 kez hareket ettirerek 17 yıllık sessizliğini bozar. Artık esaretten kurtulmuştur;  sesini (ve zaferini) bütün dünyaya duyurmak için bağırır da bağırır.Yeryüzünde yalnızca 4 haftalık ömrü kaldığının farkındadır çünkü… Üstelik yukarıdaki dünya da öyle güllük gülistanlık değildir; onları yemek için hazırda bekleyen kanatlı kanatsız bir sürü hayvanın saldırısına uğrarlar. Çoğu o 4 haftayı bile tamamlayamadan bir kedinin ya da kuşun midesinde bulur kendini…

Zorlu, karanlıklar içindeki uzun bir hayatın (yine tehlikelerle dolu) son 4 haftasını keyifle yaşamak isteyen (erkek) Ağustos böceği, ömrünün o son günlerinde gelecek kuşaklar için sorumluluğunun da farkındadır… Kendine bir eş bulup soyunu sürdürmesi gerekmektedir.

Bunu da sesiyle ve şarkısıyla başarır. Bu kısa süren aile hayatından sonra dişi Ağustos Böceğine, neslinin devamı için tohumlarını bırakır. Eylül ayı gelince de hayata veda eder.

Lafı uzatmaya gerek yok; hiçbir şey dışarıdan görüldüğü gibi değildir…

Ağustos Böceği, hiçbir zaman kışı göremediği için karıncaya da muhtaç olup; kapısında yalvarmaz. Zaten onun beslenmek için tahıla değil ağaç kökleri ve dallarına gereksinimi vardır. İnsanoğlu doğayı katletmediği sürece de kendine yetecek birkaç dalcığı nasıl olsa bulur…

Ağustos böceklerinin “gayrı resmi” tarihini özetlemeye çalıştım burada…

Birileri de Kıbrıslılar’ınkini hazırlayacak olursa benzer bir “trajedi” ile karşılaşacaktır eminim…

Çünkü yukarıda anlattıklarımla Kıbrıslılar’ın yaşadıkları arasında müthiş bir benzeşme var.

 

 

 

Bu yazı toplam 8649 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar