Hasan Yıkıcı

Hasan Yıkıcı

Tayfalmak

A+A-

Gündelik hayatta, özellikle de sıcakların bastırmasıyla birlikte sıkça kullanılan bir kelime. Sadece sıcakların bastırmasıyla değil (bastırma kelimesine dikkat) aynı zamanda kişinin daralınca, sıkışınca, birçok şey peşi sıra üstüne geldikçe veya kaçacak, soluk alacak, rahatlayacak bir güzergah bulamayınca da başvurulan bir sözcük; tayfalmak!

Kelime, Orhan Kabataş’ın Kıbrıs Türkçesinin Etimolojik Sözlüğü eserinde şu şekilde açıklanıyor:  Tayfal- ‘canı sıkılmak, bunalmak; açlık hissetmek; açlıktan güçsüz kalmak’
Arapça kök olarak Tayf- ise ‘uykuda görülen hayalet, bunalımdan doğan karabasan’ olarak açıklanıyor.*

Tayfalmak ise –bu da benim tanımım- kişinin çoğu zaman başa çıkamadığı veya üstesinden gelemediği dış veya iç etkenlerden dolayı canının sıkılması, bunalması veya bazı durumlarda gözünün önüne bir karartı gelebilmesi veya baş dönmesi yaşayabilme derecesinde etkili bir güçsüzlük durumdur.  

Çoğu zaman farkında olmadan sarf ettiğimiz “aman tayfaldım” ifadesi, aslında bir yandan da başımıza gelen, karşılaştığımız olaylarla baş edebilme güçsüzlüğümüzün de yansımadır. Örneğin şu an bu yazıyı yazdığım sırada pencerenin dışındaki onlarca zirzironun verdiği büyük senfoni konserine dair yapabilecek hiçbir şeyim yok. Bu senfoni konserine, yoldan geçen ağır yük araçlarının ve bölgede süren ot temizliğinden kaynaklı makinesel gürültüleri de katacak olursak, tayfalmak için çok güçlü etkenler tarafından kuşatıldığımı ifade edebilirim. Sıcağı saymama bile gerek yok. Peki ne yapmam lazım?

Eğer stoacılara kulak kesilecek olursak, doğal veya nesnel durum karşısında kendi güçsüzlüğümüzü kabul edip bu güçsüzlükle ne yapabileceğimizi düşünebiliriz. Örneğin her zaman bireysel olarak yaşama sevincini sekteye uğratan ve aşılamaz faktörler karşısında, onların yörüngesinden kaçış çizgileri ile uzaklaşarak, herkesin içinde taşıdığı potansiyeli yaratıcı bir faaliyete dönüştürme imkanı varır.

Birey eğer kendi küçük ve minor yaşantısında da edilgen ve sürekli olarak güçsüzleşen bir yaşam olarak hayatı deneyimlemeye devam ederse, bu onu günün sonunda mutsuz, hınç dolu ve takatsiz bir varlık haline getirecektir.

Tayfalmak, yaşama sevincini boğan bir deneyim olarak bize aynı zamanda bu sevincin nasıl deneyimlenmesi ve çoğaltılması gerektiğine dair de mesaj da vermektedir.

Fakat tayfalmak, özellikle de içinden geçtiğimiz siyasi ve kültürel atmosferde sadece bireysel bir daralmışlık hali değil, toplumsal ve bütüncül bir boğuculuk haline gelmiştir. Ekonomiden, siyasal gelişmelere; pandemiden yoksullaşmaya; ekolojik talandan, bireysel ve toplumsal yozlaşmalara; Türkiye’nin üst üste müdahalelerinden siyasal ve toplumsal muhalefetin acizlik durumlarına kadar genel bir tayfalma hali için yeterince neden var.

Özellikle yaşanan gelişmelere sosyal medyada doğrudan maruz kalan insanların, tüm bu etkenler tarafından düşünsel ve psikolojik olarak durmaksızın abluka içinde köşeye sıkışmış gibi tepki reaksiyonlar geliştirdiği gözlemlenebilir. Bir çeşit dijital tayfalma hali.

Muhalif kesimlerin sosyal medya paylaşımlarına göz atacak olursanız, hemen hepsinde aşırı kaygı, çaresizlik, öfke, köşeye sıkışmışlık duygusu ve tüm bunlardan dolayı da yoğun bir hınç var. Öfke, kaygı, çaresizlik veya köşeye sıkışmak… Tüm bunlar olağan ve doğal duygulanımlar. Fakat buradaki mesele bu kolektif tayfalmışık durumunun gittikçe artan dozda hınç üretimine doğru yoğunlaştığıdır.

Öfkelene bilirsiniz, kaygı duyabilirsiniz, korkabilirsiniz…  Önemli olan bu duygulanımlarla ne yapacağınız? Bu yoğunluk sanat, edebiyat, yaratıcı direniş veya buna benzer faaliyetlere yönlendirilip etkin bir kuvvet haline getirilebilir. Bu bir şeyleri yaratmak, inşa etmek, oluş süreci tasarlamak, bir yol açmakla ilgili. Kişi ve toplumsal gruplar kendilerini ancak böylesine bir potansiyellik içerisinde var kılabilirler zaten. 

Ama öte yandan tam tersi de mümkün. Sadece söylenerek (dikkatinizi çekmek isterim, söylemekten bahsetmiyorum, söylenmekten bahsediyorum), kuru ve ezber sloganlara sarılarak, çitası yükselen bir sömürge hıncı üreterek, öfkeden öte nefretin uğultusunu kucaklayarak edilgen bir kuvvet haline de gelinebilir. Ki bugün yaşadıklarımız zaten yıllardır kolektif olarak edilgen bir kuvvet durumundan, etkin bir kuvvet durumuna geçememekten kaynaklanmaktadır. Böylesine bir durum da her yaşanan tayfaltı durumuna gösterilen reaksiyonun yeni tayfaltılara davetiye göndermesinden başka bir şey değildir. Aslında tayfalmıyoruz, tayfaltı haline geliyoruz.

Bir tayfaltı rejiminde yaşıyoruz. Özgürleşme, adalet, eşitlik ve barış gibi gailesi olan kesimler bu rejimin huzursuzluğunu gün be gün artarak yaşıyor. Bu rejimle barışık olanlar, ister solda, ister sağda olsun, muazzam bir duyarsızlaşma ve uyum içerisinde tayfaltı bile hissetmeden yaşamlarını suni balonlarda, kurgulanmış ama kendilerine ait olmayan hikayelerde ‘nesne’ olarak sürdürmeye devam ediyorlar.  

Bu rejim ile mücadele yeni tayfaltılar çağırarak, tayfaltı haline gelerek değil; özgürlükçü-etik bir öznelleşme çabasıyla mümkün olabilir.  Küçük yaşamlarımızın içinde soluk alabileceğimiz, kendi öznelliğimizi yaratabileceğimiz ve bir potansiyel olarak varlığımızı gerçekleştirebileceğimiz alanlar yaratarak, duvarlarda küçük delikler, yüzeylerde patikalar açarak... 


*Kıbrıs Türkçesinin Etimoloji Sözlüğü, Orhan Kabataş, 2007  

 

 

Bu yazı toplam 1932 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar