1. YAZARLAR

  2. Niyazi Kızılyürek

  3. Şener Levent- Vasos Lissaridis Diyalogu ve Bazı Gerçekler
Niyazi Kızılyürek

Niyazi Kızılyürek

Şener Levent- Vasos Lissaridis Diyalogu ve Bazı Gerçekler

A+A-

10 Kasım 2015 tarihli Afrika gazetesinde Şener Levent Vasos Lissaridis ile Lissaridis’in evinde yaptığı sohbeti köşesine taşıdı ve “Bir Ömür Böyle Geçti” başlığı altında kaleme aldığı yazıda sohbetten bazı kesitler aktardı. Sohbetin bir yerinde Şener Levent Lissaridis’e “somut” bir soru soruyor, Lissaridis de “somut” bir yanıt veriyor.

Şöyle: “Derler ki, 1963 Aralık’ından sonraki ilk temsilciler meclisi toplantısında bir konuşma yapmış ve o konuşmaya “Kardeşlerim” diyerek başlamışsın... Neden “kardeşlerim” dediğini de şöyle izah etmişsin: Bugün aramızda hiçbir Türk yok! Biz bizeyiz... Lissaridis yalanladı. Ben böyle bir şeyi söyler miyim hiç, dedi...”

Şener Levent aldığı yanıttan tatmin olmuş olacak ki, Lissaridis’in bu sözleri üzerine konuyu deşme ihtiyacı hissetmedi.

Konu beni iki açıdan ilgilendiriyor. Bir, bu konuyu kamuoyunun dikkatine ilk defa ben getirdim. Meraklılar, birinci baskısı 2002 yılında yapılan “Milliyetçilik Kıskacında Kıbrıs” adlı çalışmamın 110-112 sayfalarına bakabilir. İkincisi, tarihsel olayların doğru olarak anlatılması ve yurttaşların yanıltılmaması konusunda gösterdiğim hassasiyet...

Bu hassasiyet, bir sosyal bilimci olarak mesleğimden olduğu kadar, bir yurttaş olarak her tarafından yalan dökülen bu ülkenin “tarih anlatıları” karşısında taşıdığım etik sorumluluktan kaynaklanıyor.   

Şener Levent, “derler ki” diyerek lafa giriyor, Lissaridis de bu tarihsel olayı “yalanlıyor” ve tartışma bitiyor... Yani, bu iddiayı ilk defa gündeme getiren biri olarak ben “yalanlanmış” oluyorum...

Oysa arşiv başka şeyler söylüyor. Aşağıda da göreceğimiz gibi, ben kuru bir iddiada bulunmuyorum. Lissaridis’in Temsilciler Meclisi’nde yaptığı konuşmaya gönderme yapıyorum. Yani, “birileri bir şey demiyor”, meclis tutanakları “bir şey” diyor.

Şimdi, arşivin tanıklığına dönelim ve Vasos Lissaridis’in hangi bağlamda ne dediğine bir daha bakalım. Konunun daha iyi anlaşılması için önce Lissaridis hakkında kısaca bazı bilgiler verelim.

Dr. Vasos Lissaridis, 1950’li yılların başında AKEL üyesi iken AKEL’in Enosis için silahlı eyleme karşı çıkmasından rahatsızlık duyup AKEL’den ayrılarak EOKA’ya katıldı. Daha sonra, Zürih antlaşması Londra’da imzalanırken, Tassos Papadopullos ile birlikte Zürih ve Londra antlaşmalarına karşı çıktı. Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan sonra da Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğine itiraz ederek sistematik olarak “Self/determinasyon Enosis” çizgisini savundu ve Kıbrıslı Türklere karşı çok sert eleştirilerde bulundu. 21 Aralık 1963 öncesinde oluşturulan yasa dışı silahlı gruplardan birinin komutanlığını üstlendi ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yıkarak “Self-Determinasyon/Enosis” yolunda ilerlemek için şiddet dahil, her yola baş vurdu. Etnik şiddet eylemlerinde bizzat  yer aldı.

Bu kısa özetten sonra, Vasos Lissaridis’in Temsilciler Meclisi’nde yaptığı konuşmaları meclis tutanaklarından okuyalım.

Öncelikle şunu söyleyeyim: Lissaridis söz konusu konuşmayı Şener Levent’in iddia ettiği gibi 21 Aralık 1963’te sonra değil, 1961 yılında yapmıştır. O dönemde içişleri bakanı Yorgacis, Makarios karşıtı milliyetçi Kıbrıslı Rumları öldürtmekle iştigal ediyordu. Dönemin Kıbrıslı Türk milletvekilleri Ankara’ya yaptıkları bir ziyarette Kıbrıs’ta işlenen cinayetlerden kimin sorumlu olduğu sorusuna muhatap olunca, haklı ve doğru bir şekilde cinayetlerden içişleri bakanı Yorgacis’in sorumlu olduğunu ima ettiler. “İma ettiler” diyorum çünkü tam olarak böyle söylemekten çekinmişlerdi. Adaya döndükleri zaman Kıbrıslı Rum milletvekilleri Kıbrıslı Türk milletvekillerini sorguya çekmeye kalkıştılar ve bu konuda mecliste oturum yapılmasını istediler. Bunun üzerine, Kıbrıslı Türk vekiller meclis binasını terk ettiler ve Kıbrıslı Rumlar konuyu kendi aralarında görüştüler. İşte, Lissardis o meşhur konuşmasını böyle bir ortamda yaptı. Takvimler 6 Şubat 1961 tarihini gösteriyordu.

Lissaridis söze şöyle başladı: “Agapite Sinadelthi (Sevgili Meslektaşlarım), -Türk toplumunun temsilcileri aramızda olmadığına göre, size ‘Sevgili Meslektaşlarım’ diyebilirim. Bu mücadele zamanında, aşırı haklarla donatılmış cılız azınlığın temsilcilerinin meclisi terk etmeleri benim için sürpriz değildir. Türkiye’nin kucağında sözde ulusal mücadeleden dem vurmak, sahte kahramanlık taslamak, Kıbrıs Rum halkını korkutmaya çalışmak kolaydır. Bu sonradan kahramanlara hatırlatmak isterim ki, Kıbrıs Rum halkı burada Britanya Emperyalizmine karşı savaşırken onlar İngilizlerin koruması altında ulusal mücadelemizi engellemeye çalışıyorlardı. (…) Bu beylere hatırlatmak isterim ki (…) Kıbrıs Rum halkı gerçek anlamda self-determinasyon hakkını elde etmek için mücadele etmeye kararlıdır.”

O dönemde Kıbrıslı Türklerin “Kıbrıs halkının ana gövdesini oluşturan Kıbrıslı Rumların self-determinasyon hakkını engellediği” tezi durmadan dile getiriliyordu. Yapılan bütün açıklamalarda bilinçli bir vurguyla “Kıbrıs halkı” ve “Türk azınlığı” ifadelerine yer veriliyordu. Durmadan Kıbrıs halkının, yani, Kıbrıslı Rumların self-determinasyon hakkından söz ediliyordu. Ve Lissaridis bu türden  söylevlerin en ateşlisini yapıyordu...

Konuyu daha da aydınlatmak için bir örnek daha verelim. Cumhuriyetin kurulmasından birkaç ay sonra Cezayir’in bağımsızlık mücadelesi vesilesiyle Temsilciler Meclisi’nde yapılan bir tartışma, iki toplum arasında yaşanan gerilimi bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermişti. Birleşik Arap Cumhuriyeti parlamento başkanı 20 Aralık 1960 tarihinde Temsilciler Meclisi başkanına gönderdiği bir telgrafla Kıbrıs’ın Cezayir halkının kurtuluş mücadelesine destek vermesini istiyordu.

Kıbrıs Rum milletvekilleri konuyu self-determinasyon ilkesi açısından ele almaya kalkışınca, ilginç bir tartışma yaşandı. Başta Vasos Lissaridis olmak üzere, Kıbrıslı Rum milletvekilleri Cezayir halkının self-determinasyon hakkına vurgu yapıyor ve “Kıbrıs halkının mücadelesinin de self-determinasyon hakkını hayata geçirmek olduğunu” ileri sürüyorlardı. Kıbrıslı Türk milletvekillerinden Halit Ali Rıza, Kıbrıslı Rumların meseleyi nereye çekmek istediğini fark ederek, “Müslüman kardeş” halk olan Cezayir halkının özgür olması gerektiğini vurguladıktan sonra şu imalı görüşleri ileri sürüyordu: “Bireyler gibi halklar da hür olmalı. Bunda hiçbir kuşkuya yer yok… Bir ilkeden söz ederken, bu ilkenin uygulanacağı ülkenin özgül koşulları da dikkate alınmalıdır. Bir ilke körü körüne ve aşırıcı biçimde uygulanırsa, başka haksızlıklara ve kan dökülmesine yol açabilir. Cezayir halkı özgürlüğüne kavuşmalı ama Cezayir’de yaşayan diğer unsurların da dikkate alınması gerekiyor. Çünkü haklar hiçbir grubun tekelinde değildir. Bireylerin insan hakları kadar toplumların da hakları göz önünde bulundurulmalıdır.”

Halit Ali Rıza’nın konuşması Kıbrıslı Rumların sert tepkisine yol açtı. Ali Rıza “self-determinasyon” sözcüğünü ağzına almaktan kaçınmakla suçlanıyordu. Cezayir halkının self-determinasyon hakkı için mücadele ettiğini ileri süren Hrisis Dimitriadis “Kıbrıs halkı da bu ilkeye inanıyor ve bunun için mücadele etmiştir” diyordu.

Milletvekili Ahmet Mithat Berberoğlu ise Temsilciler Meclisi’nin karar alabilmesi için alınacak kararın resmî gazetede yayınlanması gerektiğini ileri sürerek, “aksi halde Meclis karar alamaz, temennide bulunabilir” diyordu. Kıbrıslı Rum vekillerin Cezayir konusunu fırsat bilerek yeminlerini çiğnediklerini iddia eden Berberoğlu konuşmasına şöyle devam ediyordu: “Cezayir meselesi bir özgürlük meselesidir ve ben özgürlüğüne düşkün olan bir toplumun temsilcisi olarak Cezayir halkının mücadelesini desteklemeyi görev bilirim. Cezayir halkı bağımsızlık ve özgürlüğü için mücadele ediyor, başka bir ülke ile birleşmek ve yeni bir sömürge durumu yaratmaktan uzak duruyor.” Berberoğlu, anayasanın hükümlerine dikkat çekiyor ve Kıbrıslı Rumları mevzuat konusunda anayasayı çiğnememeye davet ediyordu: “Burada bir devlet ve bir anayasa var ve buna saygı duymalıyız. Temsilciler Meclisi karar üretemez, temennide bulunabilir.”

Sonunda oturumda hazır bulunan 25 Kıbrıslı Rum’un “evet” oyu ve 12 Türk’ün “hayır” oyu ile Temsilciler Meclisi Cezayir konusunda bir karar üretti. Kararın alınmasından sonra yapılan konuşmalarda Kıbrıslı Rumlar Cezayir halkının self-determinasyon hakkına vurgu yapmayı sürdürdüler. Vasos Lissaridis Kıbrıslı Türklerin kararı onaylamamalarını “mevzuat” konusunda ortaya çıkan görüş ayrılığından kaynaklanmadığını, Kıbrıslı Türklerin metnin özüne karşı oldukları için onay vermediklerini ileri sürüyordu: “Bazıları self-determinasyon sözcüğünden rahatsız oluyor. Bu sözcüğü ağızlarına almazlar, çünkü dudakları yanar. Oysa her mücadele eden halkın doğru çözüme kavuşması bundan geçer. Bir halkın iradesi referandumla belirlenir. Azınlıkların çelişkili taleplerinden kurtulmak için –ki bu türden talepler bu kürsüde de gündeme getirilmiştir– referandum tek yoldur.”

Lissaridis’e yanıt vermek üzere yeniden söz alan Halit Ali Rıza, self-determinasyon hakkı uygulanırken “bütün parametrelerin dikkate alınması” gerektiğini belirterek şu görüşleri dile getiriyordu: “Ben, self-determinasyon sözcüğünü söylendiği gibi ağzıma almaktan çekinmem. Ben cemaatlerin self-determinasyon hakkına inanırım. Birleşik, organik bir halkın self-determinasyon hakkına inanırım. Bu açıdan Cezayir halkının self-determinasyon hakkına da inanırım. Fakat burada self-determinasyon ilkesini karar metnine koyanların anlayışı ile benim anlayışım farklıdır. Ben bir cemaatin bu hakkını kullanırken diğer cemaati baskı altına almasına karşıyım. Bu yüzden bu ilkeyi genel olarak dile getirmenin bazı dezavantajları var. Bana göre bütün halkların self-determinasyon hakkı var. Bu hakkın uygulanması başka bir halkın bu haktan mahrum edilmesine yol açarsa, o zaman sorunlar yaşanabilir.”

Yukarıya aktardığımız parlamento tartışmaları Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasına karşın Kıbrıs Rum toplumunun “self-determinasyon hakkı” için mücadeleden vazgeçmediğini ve Kıbrıs Türk toplumunu “azınlık” olarak gördüğünü bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Vasos Lissaridis yapılan tartışmalarda Kıbrıslı Türklere öfkeyle yüklenenlerin başında geliyordu. Israrla Kıbrıslı Rumların self-determinasyon hakkından söz ediyordu...

Bitirirken bir noktanın altını çizmekte yarar var: Vasos Lissaridis, 1974 sonrasında BM tarafından önerilen hiçbir federal çözüm önerisine “evet” demedi. Partisi EDEK’ten sosyalist kanadı uzaklaştırdı ve EDEK’i iki-bölgeli federal devlete karşı çıkan milliyetçi bir partiye dönüştürdü. Sık sık ifade ettiği gibi, hayata veda ederken sonuna kadar “hayır” diyebilmeyi en büyük övünç kaynağı sayıyor. Onun için “evet” denilmeyi hak eden tek çözüm şekli, Kıbrıslı Türklerin azınlık olacağı üniter devlet modelidir...

Bu yazı toplam 4353 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar