1. YAZARLAR

  2. Yücel Vural

  3. Savaşa adım adım!
Yücel Vural

Yücel Vural

SALAMİS TARTIŞMALARI

Savaşa adım adım!

A+A-

Hamas’ın, 7 Ekim’de İsrail’de sivil ve askeri hedeflere yönelttiği şok edici saldırıya orantısız askeri şiddet uygulanarak verilen karşılığın, bölgesel bir savaşın habercisi olabileceği apaçıktı. Savaş tehlikesini, o zaman bir varsayımın ötesinde bir gerçekliğe dönüştüren önemli faktörler vardı.

Mesela, İsrail ve Hamas’ın böyle bir çatışmaya hazırlıklı ve istekli oldukları anlaşılmaktaydı. İsrail, birçok durumda, sivil kayıpları hiçe sayarak saldırmaya ve gerektiği ölçüde savaşı sürdürüp tırmandırmaya ve yaygınlaştırmaya kararlı olduğunu zaten ilan etmişti. Hamas’ın ise, çatışma stratejisinin temeline, hem Gazze halkının hem de rehinelerin sivil hayatını bir kalkan gibi yerleştirerek, uzun süre savaşmaya hazırlıklı olduğu anlaşılıyordu.

İşte bu karşılıklı isteklilik-teyakkuz nedeniyle, tüm sivil kayıplara rağmen, taraflar ateşkeste bile uzlaşamadılar.

Savaş gerçekliği ABD’nin olaya müdahale tarzıyla da açığa çıkmıştı. ABD, Hamas’ın gücünün çok ötesinde, İran’ı ve onun bölgedeki devlet ve devlet-dışı müttefiklerini de hizaya getirebilecek bir askeri gücü hızla Doğu Akdeniz’e kaydırmıştı. Yani ABD de çatışmaya hazırdı. Hatta ABD’nin bu hızlı refleksinin, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’ye karşı zemin kaybetme tehlikesinin Baş gösterdiği bir aşamada gerçekleşmesi de dikkat çekiciydi.

ABD’yi, bu dönemde savaşa hazır olmaya yönlendiren en önemli gelişme, bölgede bir İsrail karşıtı dalgalanmanın gerek askeri ve siyasi gerekse psikolojik düzlemlerde gerçekleşmekte oluşuydu. Hamas’ın 7 Ekim saldırısı, anti-İsrail cephesinde ‘İsrail’e karşı askeri bir başarının’ ‘mümkün ve gerekli olduğu’ inancını ortaya çıkarmış ve yaygınlaştırmıştır.

Böyle bir inancın somut gerçeklerle ne kadar örtüştüğü bir tartışma konusu olabilir. Ama, ABD açısından, böyle bir inancın var olması bile tek başına İsrail’e karşı bir tehdit olarak algılandığı söylenebilir. Öyle ya, aşırı inanç bir eyleme yol açabilirdi.

ABD’nin, Hamas-İsrail çatışmasında veya bu çatışmanın tetikleyebileceği diğer gelişmeler arasında, kabul edemeyeceği veya etmeyeceği en önemli kayıp, İsrail’in askeri bir yenilgiyle karşı karşıya kalması veya İsrail’in güvenliğini riske atacak kalıcı bir unsurun etkili olmasıdır.

ABD, işi şansa bırakmak yerine, bölgede herhangi bir nedenle sorun yaşamakta olduğu ülkelere bir gözdağı anlamına gelecek tarzda ve nitelikte askeri bir tepkiyi, bu nedenle hızla sahnelemiştir.

ABD’nin bu tutumu, aslında, bölgesel bir savaşın ABD açısından hangi koşullarda mümkün olacağını anlamak için ciddi bir ipucu sunmaktadır.

Bölgesel bir savaşın ne ölçüde mümkün olduğunun anlaşılabilmesi için sadece savaşmaya istekli ve hazırlıklı olan İsrail ve Hamas’ın eylemlerine veya İsrail’e kayıtsız şartsız destek veren ABD’in tepkilerine bakarak anlaşılamaz.

Orta Doğu’da bölgesel bir savaşın anahtar devleti olan İran’ın tutumu, İsrail-Hamas savaşının başlangıcında ve gelişiminde etkili olmuştu. Bu etki halen devam etmektedir. Nasıl mı?

İran, en başta Irak, Lübnan, Suriye ve Yemen olmak üzere, en azından dört bölge ülkesinde iktidarda olan/iktidarı paylaşan veya yönetim süreçlerinde etkili olan gruplarla kader birliği yapmaktadır. Buna, Hamas’ı ve özellikle Hamas’ın Batı Şeria’da artan etkisini de eklemek yanlış olmayacaktır. İran’ı bölge savaşında kilit bir konuma sokan ve bu grupları önemli kılan bazı ortak özellikleri vardır:

  1. Bu grupların tümü ağır silahlarla donatılmış, düzenli ordu gibi davranabilen, savaşmaya hazır gruplardır.
  2. Bu gruplar sadece askeri bir yapılanmayı değil, ayni zamanda belirli toplum kesimleri üzerinde etkili olan siyasal bir örgütlenmeyi de temsil etmektedirler. Yani, bu grupların herhangi askeri bir eylemi ayni zamanda kitlesel bir eylemi de içermeye adaydır. 
  3. Hamas hariç, bu gruplar mezhepsel bir ortaklık içindedirler.
  4. Bu grupları birleştiren, askeri eylemlerine temel oluşturan en önemli öğelerden biri de ‘anti-İsrail’ yönelimleridir. Bu grupların tümü de İsrail devletinin ortadan kaldırılması hedefinde birleşmektedirler.
  5. Bu grupların tümü ya ‘siyasal İslamcı’ bir ideolojiye sahiptirler veya bu ideolojiye yakın bir mesafede durmaktadırlar.
  6. Bu grupların tümü de, ya bulundukları ülkelerin siyasetini derinden etkileyecek bir konuma ve kapasiteye sahiptirler ya da bölgesel ve uluslararası güvenlik açısından bir cepheleşme eğilimlidirler. Örneğin, Yemen’de Husiler Kızıldeniz üzerinden yapılan uluslararası deniz ticaretini sabote edecek ölçüde bir askeri eylemlik gösterebilmektedir. Suriye’de Hizbullah, Esad rejiminin sürdürülmesinde önemli bir rol üstlenmiştir. Yine Hizbullah, bir İsrail-Lübnan savaşının tetikleyebilecek bir askeri etkinliğe sahiptir.

Tüm bu özellikler aynı zamanda İran rejimini de tanımlayan özelliklerdir.

Her ne kadar da İran, 7 Ekim’den sonra bölgesel bir savaşı provoke edecek davranışlardan kaçınacağına dair bazı mesajlar verse de. İran’ın ve İran yanlısı grupların yukarıda sıralanan özellikleri bölgesel bir savaşın ne kadar mümkün olduğunu göstermektedir.

Ayrıca İran’ın, bu grupların girişeceği provokatif bir askeri eylem sonucunda, istemese de bir çatışmanın içine çekilmesi mümkündür.

İran’ın doğrudan doğruya veya bu gruplar aracılığıyla taraf olduğu bazı eylemler, örneğin Lübnan Hizbullahı’nın İsrail’e dönük saldırıları, Hamas’ın askeri eylemleri ve Husiler’in uluslararası deniz ticaretini hedef alan eylemleri, bir ölçüde ‘yeni tarz bölgesel bir savaş’ anlamına gelmektedir.

Bununla birlikte, gerek Suriye topraklarında gerekse İsrail-Lübnan veya İsrail-Suriye arasında devam eden askeri güç denemeleri ve Kızıldeniz’de devam eden güvenlik krizi, bu yeni tarz savaşın ötesinde klasik bir bölgesel savaşın da habercisi gibi durmaktadır.

Bu yazı toplam 956 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar