Milli Siyaset
Dünya’nın her yerinde sağ partiler kendi siyasetlerini “Milli Siyaset” olarak tanımlarlar. Bizde de durum aynıdır. Yıllarca Denktaş-UBP iktidarları kendi politikalarını milli siyaset olarak tanımlıyorlardı.
Gerçekte öyle miydi?
2004 referandum sürecinde bunun böyle olmadığı ortaya çıktı. Onların federal çözüm karşıtı tutumlarının milli siyaset olmadığını, Kıbrıs Türk halkının bu siyaseti ağırlıklı çoğunlukla ret ettiğini ve bir BM planı olan federal çözüm planına yüzde 65 oranında ‘Evet’ dediğini bu toplum yaşayarak gördü.
Dahası o dönemde AB aday üyeliği almak için TC hükümetinin federal çözüm yanlısı tutumuna da hep beraber şahit olduk.
O günkü UBP kurmaylarının ve sözcülerinin AKP ve lideri Erdoğan için neler söyledikleri, neler yazdıkları arşivlerde duruyor.
2004 referandumun ardından 20 yıl geçti. Rum tarafı ‘Hayır’ dediği için o gün gerçekleşmeyen çözümü hala konuşuyor ve bekliyoruz.
Elbette çözüm, hele bu koşullarda kolay elde edilemez. Bu yol zor, meşakkatli ve uzun bir yol olacak. Önemli olan bu yolu yürüyecek olan her iki toplumdan çözüm güçlerinin yolun taşlarını birer birer ve birlikte örmeleridir.
Gördüğüm kadarıyla her iki toplumdan bunu yapmaya çalışanlar vardır. Yazık ki hala istenen düzeyde değildir.
Bu konuda en büyük görev elbette kendilerini barış ve çözüm yanlısı tüm güçlerin büyük partisi olarak gören Akel ve CTP’ye düşüyor.
Kıbrıs sorunu Temmuz 2017, Crans Montana’da masanın devrilmesinin ardından derin dondurucuya kaldırılmıştı. 7 yılı aşkın süredir de orada tutuluyor.
Türkiye bu tarihten sonra federal çözüm siyasetini terk ederek “egemen eşitliğe dayalı, iki devletli çözüm” siyasetini geliştirdi.
Bunun Rum tarafından da olumlu yanıt gelmeden BM tarafından kabul edilemeyeceğini kendileri de biliyor. Ama içinde bulundukları konjonktür ve bölgedeki olumsuz gelişmeler bu politikanın sürdürülmesini getiriyor.
Tatar bu siyasetin milli siyaset olduğunu ve herkesin bu siyaseti desteklemesi gerektiğini iddia ediyor.
Farklı görüşlere tahammül edemiyor. Bunu da UBP kurultayında yaptığı konuşmada dile getirdi. Tatar, CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman’ın Sosyalist Enternasyonal’in daveti ile New York’a gitmesinden rahatsız oldu.
Tatar konuşmasında “KKTC’yi temsilen bazı makamların kendi kişisel çıkarları için paralel bir yapı ile tüm yapılanları görmezden gelerek ve milli siyasete zarar verecek şekilde GKRY’deki bazı partiler veya dünyadan sosyalist temsilcilerle bir araya geldiğini" söyledi. Tatar devamla “Milli siyasetimize zarar vermelerini asla kabul edemeyiz” dedi.
Bu aslında CTP’nin ne kadar isabetli bir karar verdiğinin ve Crans Montana’da yaşanan faciadan bugüne kadar dış temasları ihmal etmesinin ciddi bir eksiklik olduğunu da gösteriyor.
CTP Kıbrıs Türk toplumunun bağrından çıkmış, Kıbrıs Türk toplumunu her alanda başarıyla temsil etmiş, hem güneydeki komşularımızla, hem de dünyadaki benzer siyasi partilerle sürekli ve düzgün ilişkiler kurabilmiş bir partidir.
Erhürman’ın Sosyalist Enternasyonal’in New York’ta düzenlediği başkanlar kurulu toplantısında “Diyaloğa ve Diplomasiye Yatırım” başlıklı konuşmasını da bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
Erhürman’ın hem Sosyalist Enternasyonal’de, hem de BM genel kurul çalışmalarında CTP’nin görüşlerini seslendirmesi Tatar’ı rahatsız etmiş olabilir.
Çünkü kendisi cumhurbaşkanı olmasına rağmen yurt dışı temaslar yapamıyor. Bunun nedeninin de milli siyaset dediği ayrılıkçı siyaset olduğunu biliyor.
Bu nedenle Tufan Erhürman’ın New York’ta bulunmasından da temaslarından da, Sosyalist Enternasyonal toplantısında konuşmasından ve bu konuşmanın içeriğinden de oldukça rahatsız olmuştur.
Aslında Tufan Erhürman’nın New York’ta bulunması, burada birtakım temaslar yapması ve Kıbrıs Türklerinin sesini duyurması çok olumlu ve yararlı bir gelişmedir.
Dünya Kıbrıs Türk toplumunun gerçek isteminin barış ve çözüm olduğunu birinci ağızdan duymuş oldu.
BM şimdi müzakereleri yeniden başlatmak için nasıl bir yol haritasına ihtiyacı olduğunu biliyor.
Siyasi eşitliğimizin pazarlık konusu olmayacağını, bunu asla kabul etmeyeceğimizi biliyor.
Yeni müzakere sürecinin mutlaka sonuç alıcı olması gerektiğini ve müzakere masasında gerekli esnekliği göstermeyen tarafın bedel ödemesi gerektiğini BM artık biliyor.
Müzakere masasında istenen sonuç çıkmamışsa, mevcut statükoya dönülmeyeceğinin garantisini istediğimizi de BM artık biliyor.
Bu talepler boş değildir. 2004 referandumundan sonra dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan Güvenlik Konseyi’ne sunduğu raporda, “kendi adını taşıyan plana Evet diyen Kıbrıs Türk halkına uygulanan ambargo ve izolasyonların kaldırılması gerektiğini” belirtmişti.
Temmuz 2017’de Crans-Montana’da masayı deviren Anastasiadis olunca Guterres de yeni müzakere sürecinin kendi sunduğu ve kendi adını taşıyan belgede belirtilen konularda sonuç alıcı olması gerektiğini ve artık ucu açık müzakere etmenin bir faydasının olmadığını vurgulamıştı.
İşte CTP Genel Başkanı Erhürman’ın New York’a götürdüğü görüşlerin temeli bu görüşlerdir. Bu nedenle Rum tarafında hoş karşılanmasa bile dünyada gerekli ilgiyi görür diye düşünüyorum.
Buna rağmen CTP’nin bıkmadan, usanmada Rum tarafındaki siyasi partilere de bu görüşlerin çözüme giden yolda ihtiyaç olduğunu anlatması gerekir.
Belki bunun adı “Milli Siyaset” değil. Ama ülkesini, halkını ve insanını seven, çözüm ve barış isteyen herkesi kucaklayan gerçekçi ve ulaşılabilir bir siyasettir.