1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. “Milli” çürüme bakanları!
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

“Milli” çürüme bakanları!

A+A-

Yere dökülmüş, küfünü dağıtmış, çürümeye yüz tutmuş meyveler gibi ada yarısı...
İçte başlamış kokuşma, dışa kusmuş kirini, yayılmış…
Uçuruma bakmaktan, menfaat peşinde koşmaktan, yalanla yaşamaktan, talimat ve itaatten yorgun bu toplum, bilekleri kelepçeli gerçekliğini hayretle izliyor.

Elimizle uzansak tutacağımız kadar yakın bir zamanda “Milli” eğitimin diplomalarına imza atan “Bakan” şimdi sahte diploma dağıtmaktan yargılanıyor.

Eşi de Müdür!
4 yıllık bölümü 2 yılda tamamlamış.
Fazla "akıllı."
61 dersin 38'ini geçememiş ama birileri notları değiştirmiş.

***

Komutana ne demeli?
Puro kaçakçılığından sicilli bir başka başkandan esinlenmiş gibi sigara kaçırıyor!
Yine yakın bir zamanda protokolün en tepesindeydi bu adam!
Vekillerin bile önünde…
“Jetler” uçuruyordu kafamızdan…
Şanlı ordunun Kıbrıs zaferini kaçak tütünle kutluyor şimdi (!)

***

Yaşadığımız hileli düzen zehirli bir sarmaşık gibi kuşatıyor hayatlarımızı…
Paslı bir mıh gibi beynimize saplanmış yalanlar!
Nereye baksan sahtelik, riya, talan…

Tüm bu enkaz içinde onca soru birikiyor içimde…
Kendi seçtiği parti başkanı talimatla görevden alındığı gün bunu onaylayan onca insan neresindedir bu çürümenin? İyi bir maaşı, garanti bir konumu, konforlu bir işi var diye bu düzene kayıtsız şartsız uyumlaşan kalabalıklar neresindedir bu kokuşmanın?

“Aman da yanlış anlaşılmasın” diyerek sus pus oturanlar…
“Benim işimi hallet de tamamdır” diyerek maskeyle dolaşanlar...
Arka kapıdan işini çözen ama canı yandığı gün ön kapıdan hak arayanlar…
Vergi kaçıranlar, yalancı teşviklerle mevduat çoğaltanlar, ganimeti tepe tepe kullanarak hiçbir ahlaki sorumluluk taşımayanlar…

Yere dökülmüş, küfünü dağıtmış, çürümeye yüz tutmuş onca göz var, onca el ayak…

***

Zeytin ülkesinde, zeytinyağı analizi yapılıyor ve 66 üründen 19’u sahte çıkıyor.

Diploması sahte…
Reçetesi sahte…
Mührü sahte…
Yurttaşlığı sahte...
Demokrasisi sahte…
Başbakanı, Bakanı, Cumhurbaşkanı sahte bir düzen…

Yine de çoğu insan itiraz etmeden yaşıyor, bağırmadan, başkaldırmadan…
Söyleniyor, dertleniyor, mırıldanıyor ama değiştirmiyoruz.

Yüzüne tükürülesi nicesini gördükleri her yerde can havliyle ve neşeyle kucaklayan yığınlar, günbegün eridiğinin farkında değil halen… Böyle giderse, en ağır yük olacaktır, gelecek belirsizliği…

***

Eğrinin hüznüyle doğarken her yeni gün, hileli mülkiyetle çoğalırken hayatlar, yalancı seçimleri geçim kaynağı yapanların çirkefi dört bir yana sıçrarken, şaibelerin üzerini örtmeye yetmezken bayraklar, yaslandığımız duvar başımıza yıkılırken halen şükrediyoruz.
“Beterin beteri var…”

Beterin beterindeyiz!
Daha beteri varsa göreceğiz.
İnat ediyoruz gidilmez bir yolda gitmeye…
Hep aynı kuyuya varıyoruz!
Hep aynı karanlık…

milli-curume-bakanlari.jpg


“Bu bir Türkiye ambargosudur.”

Omorfo’ya (Güzelyurt) gittim hafta sonu, Avrupa seçimlerine yönelik bir etkinlikte, narenciye üreticilerini de dinleme imkanı buldum.
“Bir böceği dev yaptılar” diyorlar.
Şimdi o “dev” bir şehri yutuyor.

Üreticilerin hiçbiri hastalığa inanmıyor.
“Bakan” da söyledi, “Böcek var ama hastalık yok.”
Ama asıl öfke başka…
Mandalini Rusya’ya satıyoruz biz… Türkiye üzerinden… Bu ihracatı yapmak için Türkiye’nin belge vermesi gerekiyor. Bitki Sağlığı Belgesi’ni vermiyorlar. Türkiye’ye bağlıyız. Aslında Türkiye’ye bağımlı yapıldık. Bir zamanlar Kıbrıs’ın kendi mührüyle dünyaya mal satıyorduk, bunu engellediler, o mührü kullanmayacaksınız dediler, şimdi de belge vermiyorlar.

Üreticilerin söyledikleri bunlar!
Yeşil Hat Tüzüğü üzerinden Avrupa’ya ihracatı çok daha fazla konuşuyorlar şimdi…

Unutulmasın, Kıbrıslı Türklerin toplam ihracatının yarısından fazlasını süt ürünleri ve narenciye oluşturuyor.

***

Eğer hastalık riski varsa her ülkenin kendini koruma ihtiyacını anlarım.
Hükümet sorumluluk üstlenmelidir.
“Ürününüzü biz teslim alıyor ve sizi tazmin ediyoruz” diyebilmelidir.

İhracat sorununa çözüm üretmek, hastalıkla ilgili şüpheleri yok etmek, Avrupa’dan uzmanları adaya çağırmak, bilimsel temelde işbirliğiyle ilerlemek, Türkiye’yle görüşmek, yeni alternatifler üretmen hükümetin görevi olmalıdır.
Yönetmek budur!

narenciye-eylem.jpg


Ne kadar da manidardı, olanca portakal ve mandarini sokağa döktükleri eylemde, iki bayrak açılması… Bu günlere rastgele gelmedik! Hangi derdin altını kazısak, milliyetçilik çıktı!

 

“Bu memlekette biz niçin mücadele ettik?”

"Orta üçte mücahit oldum, 74'te savaştım, yaralandım. Tamam da şimdi düşünüyorum, bu memlekette biz niçin mücadele ettik?”
Yılların üreticisi ve emekçisi Ergün Oza soruyor.
Telefonla aradı, çok dertliydi, “Benim adıma yazabilir, benim adıma sorabilirsin” dedi, ısrarla…

“Sabah uyanıyorum, Sanayi Bölgesi’ne geliyorum, Bangladeş ve Pakistanlı işçilerden başkası yok… Nijeryalı ve Kamerunlu bir de… 5 müteahhit zengin olsun diye ne hale geldi bu ülke... Kendimizi kaybettik.”

Ergün abimiz adanın güneyine geçmiş, yakın zamanda… Sanayi bölgesini gezmiş; temizliğe, düzene, çağdaş ve modern planlamaya ve insan kaynaklarına hayran kalmış.
“Bu insanlar savaş kaybettiler. Varlarını, yoklarını kuzeyde bıraktılar, düşünsene... Sanayi bölgeleri, fabrikaları, atölyeleri burada kaldı, yenisini yaptılar, imrenerek geziyoruz, biz burada, pislik içinde yaşıyoruz.”

Tatar'a ve Üstel'e ve Töre’ye ve Amcaoğlu’na sormamı istedi özellikle…
“Biz niye mücadele ettik? Niye savaştık? Bu yokluğu yaşamak için mi? Kendi ülkemizde yollarda, sokaklarda, sanayide, üretimde kaybolmak için mi? Onca şaibe, yalan, sahtelik, dolandırıcılık için mi? Sabah uyandığımızda tek bir tanıdık yüz görmemek için mi? Biri bana anlatsın, bizi, çocuk yaşta niye asker yaptılar, bu günler için mi?”

ergun-oza.jpg

 

Bu yazı toplam 1913 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar